“uzun yürüyüşü”nde “düş kırıklıkları”, “yenilgi”, “aşk”, “sürgün” ve “yitirilenler”; ya da başkaldıran insana ait her şey var!
Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesmemiş Haydar abi..
Zaten böyle olmadığını hemen anlıyorsunuz. Çünkü hasta da olsa heybesinde hala dizeleri ile, söylenecek sözleri var..
Ve ben, oldum olası vedalaşmayı ne sevebildim ve ne de beceremedim gitti..
Üretime katılmak bir yana, sosyal aktiviteler, gazete, yazı, haber vb ‘gereksiz’ işlerle uğraşlar arasında bir yolunu bulup çıktık yola..
Zamandan, işten vb bir çok şeyden bir yolunu bulup (üstelik gün ortası 1000 km kat edip) mutlaka hocayı ziyaret etmeliydik..
Yaklaşık sekiz saatlik yol boyunca güncel bir çok konu ve elbette Haydar abiyi de tartıştık..
Tam teşekküllü Üniersite kliniğiniğine geldiğimizde doğrusu bizlerde ‘acabalarla’ dolu garip duygular artarak had safhaya ulaşmıştı..
Hocanın yaşı itibarı ile ciddi bir rahatsızlığı ve bu rahatsızlığın (hastalığın) bilinmesinden sonra her şeyden evvel insan üzerindeki piskolojik olumsuz etki yarattığını, 25 yıldır çalıştığığım, içinde olduğum sağlık sektöründen biliyordum..
Birde yanı sıra insan vücudunda yarattığı ve yaratacağı tepkileride hesaba katar isek kendimce bir takım bulgular içinde odaya girmek üzereydik.
Peş peşe odaya girdiğimizde ise sevecen ve güler bir yüz ifadesi ile ‘vayyy’ diyerek doğrulmak istercesine hafiften kıpırdayıp ve teker teker isimlerimizle hitap ederek ‘hoş geldiniz dostlar’ demesi ilk anda bizleri adeta rahatlattı..
Mevcut durumunu ve tedavisinin hangi aşamada, nasıl yapıldığını ve bundan sonra ise neler yapılabileceğini büyük bir soğukkanlılık ile anlatarak bizleri aydınlattı..
Oysa bizler kendisine içinde bulunduğu durum ile ilgili pek fazla bir soru yöneltmemiş ve rahatsızlığı ile ilgili çokta fazla konuşmak istemiyor idik fakat kendisi buna gerek duyarak anlattı..
Hatta olası bir ebedi göç sonrası vasiyetinden dahi söz etmeye başladı..
Dışarıyı sordu, değerlendirmeler yaptı.
Son süreç, yaşananlar, yaşam, viraneye dönen Kürt kentleri, halktaki panik ve sessizik, öfke ve direniş gibi bunların yaşandığı ortamda festival vb yapmayı düşünmek, duyarlılık hepsini konuştuk..
Dersim’den, şurdan-burdan derken çabuk geçen zaman sonunda tekrardan uzun yolu almak için ayrılma vaktinin geldiğini biliyorduk..
Ancak Haydar abi anılarını, uzunca bir aradan sonra ülkeye, ana-baba ocağına dönüşünü, Newroz’u vb bir çok şeyi bizlerle tekrar paylaşıyordu..
Bazı kırgınlıklarını hala unutmayan ‘inatçı’ ağabeyimiz, kendisini arayıp soranları isim isim yad ederek anlatıyordu.
Baba-evlat ilişkilerinden bahsederken duygusallaştığını gizleyemeyen koca Haydar, yolun büyük bir bölümünü geride bıraktığını bilse de henüz ‘pes etmek yok’ diyebilecek kadar da azimli ve inatçı kişiliğini koruyordu..
Bu arada telefonu sıkça çalıyor, bulunduğu bölgeden bir çok kişinin gelip-gittiğini de ayrıca belirtiyordu..
Hatta ziyaretçilerinden birinin ‘Düzgün Baba’ dağından bir taş getirdiğini ve bunu baş ucunda bulundurduğunu, hemde inanarak, umud ederek yaşama olan bağlılığını bizlerle paylaştı..
"Halkımız her yerde faşizme; bende hastahanede bu amansız hastalığa karşı direniyoruz" diyen Dersim sevdalısı, "Onursal başkanımız" ve ağabeyimiz Haydar Işık, adeta yorulan bedenine beyinsel, manevi güç verme çabasındaydı..
“uzun yürüyüşü”nde “düş kırıklıkları”, “yenilgi”, “aşk”, “sürgün” ve “yitirilenler”; ya da başkaldıran insana ait her şey var!
Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesmemiş Haydar abi..
Zaten böyle olmadığını hemen anlıyorsunuz. Çünkü hasta da olsa heybesinde hala dizeleri ile, söylenecek sözleri var..
Ve ben, oldum olası vedalaşmayı ne sevebildim ve ne de beceremedim gitti..
Buna rağmen, Dersim sevdalısı ‘Koca Haydar’ın Kürt halkına, Dersimlilere, bütün dostlara selam ve sevgleri ile birlikte ayrılık vakti gelip çattığında helalleşip uzun yolumuza tekrardan koyulduk...
Doğruyu söylemek gerekirse ziyaret bize de yi gelmişti..
Ve sanki bizler hasta idik te Dersim Çınarı-Koca Haydar (ağabey) Işık bizi ziyarete gelmişti..
Umduğumuzdan da iyi gördük..
Ama yinede hasta idi işte..
Cesare Pavese’nin şu sözleri geldi aklıma;
‘’bir sessizliği var yüzünün,
boğuk,
içe işleyen, olup düşen yemişleri ezercesine
eski acıların acısını süzen, içinden...’’
Ancak ben yinede (özellikle işi yerimde-hastanede) Bertolt Brech’in şu ünlü sözlerini sıkça paylaşırım.
‘Wer kämpft kann verlieren, Wer nicht kämpft, hat schon verloren.’
(Mücadele eden belki kaybedebilir ancak mücadele etmeyen zaten kaybeder)
İşte Haydar ağabey bu en sonuncusu ile hep yaşadı, yaşattı ve buna inanarak yaşam umudu ise hala taşımakta..