Dersim Soykırımı arifesinde Başbakan olan İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından 19 Eylül 1937‘de görevinden alındı. Yerine Ekonomi Bakanı Bulgar göçmeni Celal Bayar getirildi. M.Kemal bu olayı, 20 Eylül 1937 tarihli gazetelere verdiği özel bir demeçle “Malatya mebusu İsmet İnönü’nün’’ talep ve ricası üzerine “kendisine bir buçuk ay izin verildiğini, başvekalete geçici olarak İktisat Vekili Celal Bayar’ın tayın edildiğini…’’ kamuoyuna açıklamıştı. Dikkat edilirse burada “Başvekil/Başbakan İnönü’’ denilmiyor, sadece “Malatya mebusu…’’ deniyor. Ayrıca hiç hesapta olamadığı halde; İnönü’nün kendi ricasıyla ve bir buçuk aylığına görevden alındığı belirtiliyor. Oysa tam beş gün sonra, 25 Eylül 1937’de Celal Bayar’ın asaleten Başbakanlığa atandığı yine resmi gazetede yayınlanıyordu. Aslında bu bir Osmanlı oyunuydu. Geçmişte İstanbul’da oynanan Osmanlı Oyunları, şimdilerde, Osmanlının genç kadroları tarafından bu defa da Ankara’da sergileniyordu.
İşte bu görev değişikliğinin yapıldığı o gün, o gece Ankara’da neler oluyordu? İnönü köşeye sıkıştırmış, Dersim Soykırımının 1. Harakâtını başarıyla başlatmış, Seyid Rıza ve arkadaşlarını yakalatmış Kürt İsmet İnönü, neden al-aşağı edildi? Şu ana kadar pek de yazılmayan o sisli Çankaya gecesine tanık olanların hatıralarından, kitap sayfalarına yansıyan anıları-anlatımları bu yazımızda mercek altına alıp incelmeye çalışacağız. Yani az da olsa bazı konuların arkaplanına bakacağız. Önce İsmet İnönü Başbakanlığına ve Şeyh Said İsyanına dair bir hatırlatma.
Kürt Şeyh Said İsyanı ve Kürt Başbakan İnönü
Şeyh Said Kürt İsyanının başlangıcında, gelişen olaylara karşı (Çankaya için) yeterince tedbir alamayan dönemin başbakanı Ali Fethi Okyar, M. Kemal tarafından 2 Mart 1925 tarihinde başbakanlık görevinden alındı. Aynı gün yerine o an İstanbul’da bulunan Kürt İsmet İnönü Çankaya’ya çağırılarak, başbakanlığa getirildi. İnönü, başbakan olur olmaz önce (3 Mart’ta) Takriri Sükûn Kanununu’nu imzaladı ve hemen akabinde Şark İstiklâl Mahkemelerini kurdu. Böylece Şeyh Said İsyanını kanlı bir şekilde bastıracağının ipuçlarını vermişti. Çünkü ele geçenlerden 49 kişi bu İstiklâl Mahkemelerinde asılacaktı. İnönü, Cumhuriyet adına iyi bir iş yapmış ve yıldızını parlatmıştı. Yolu açıktı artık!..
Dersim ve İnönü
Başbakan İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı M. Kemal’in isteği üzerine 21 Ağustos 1935 yılında Şarka seyahat yapıp, Şark İslâhat Raporunu hazırladı. Bu raporuyla İnönü; genelde Kürtlerin ve özelde Dersim’in (25 Aralık 1935 Tunceli Kanunu) nasıl bir devlet politikasıyla zapt-u rapt altına alınabileceğine dair politikalarının kodlarını sıralamıştı. Hemen uygulanmaya konuldu, gereği yapıldı. İnönü’nün çalışmalarının asıl sonuçları ise 1937-38 yıllarında alınacaktı. Ama tam bu sırada devletin zirvesinde kılıçlar çekildi. Söylentiler muhtelif.
Önce, Falih Rıfkı Atay’ı dinleyelim: Söz konusu olay geçesini şöyle anlatıyor; “Vekiller heyeti Atatürk’ün sofrasında toplanmıştır. Atatürk rahatsızlığını ileri sürerek çay içmektedir. Çiftlikteki ağaçların bakımsızlığının sebebini Tarım Bakanına sorduğunda, İsmet Paşa atılarak ‘Sebebini adamlarınıza sorunuz!’ şeklinde yaptığı çıkışa Atatürk, Başvekilin işitmeyeceği bir sesle Kazım Özalp’e ‘Ne olmuş buna, içmiş mi yoksa?’ diyor. Başvekil ikinci çıkışını yapıyor. ‘Ne oldu Paşa size? Eskiden böyle değildiniz. Artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız?’ demesine karşılık Atatürk, soğukkanlılığını bozmadan “Efendiler anlaşılıyor ki bugün fazla görüşemiyecegiz, siz rahatınıza bakın ben biraz dinleneceğim’ diyerek masadan ayrılıyor.’’ (F. Rıfkı Atay, Çankaya, s. 496-497)
Görüldüğü gibi burada sıradan içi boş bir tartışmaya tanık oluyoruz. Ki Başvekil İnönü’nün alkol kullanmadığı da zaten biliniyor. 1950’den sonra İnönü’yle yakın bir arkadaşlık kuran Gazeteci Haluk Besen olaya çok farklı yaklaşıyor, şöyle ki; “İsmet İnönü 20 Eylül 1937’de başbakanlıktan ayrıldı. Kendisinin muntazam bir aile hayatı vardı ve Atatürk’ün geceleri, Çankaya’da yaptığı içkili toplantılarına, pek mecbur kalmazsa katılmıyordu. Buna mukabil, Atatürk sık sık Pembe Köşke gidip İsmet Paşa ile akşam yemeklerinde buluşuyordu. İşte Çankaya’nın bu yemek sofralarının, Atatürk ve İnönü arasında bir soğukluk yarattığı ve bunun da İsmet Paşa’nın başbakanlığını istifa ile noktalamasına sebep olduğu bilinmektedir.” (Haluk Besen, İ.Paşa ve Devlet, s. 19-20)
Görüldüğü gibi bu anlatıda İnönü’nün istifanın, sadece M. Kemal’in içkili yemek sofralarına artık dayanamadığını kanıt göstermektedir. Bu durum yukarıda aktardığımız F. Rıfkı Atay’ın anlatımlarıyla çelişmektedir. M. Kemal’in sürekli yanında tuttuğu, birlikte gezdirdiği resmi tarih yazarları olarak yaşanan olaylara, konuşmalara bizatihi tanık olup ve bunları yazmasını istediği Salih Bozok ve Cemil S. Bozok’un hatıralarında konuyla ilgili geniş açıklamalar var. Olay gecesi orada olmadığı anlaşılan Bozok; “Çiftlik müdürü ile Başkatip devlet işlerine müdahale ettiriliyor ve bu konuşulanlar karar halinde bize bildiriliyor,” dedikten sonra, Bozok devamla, “…bu yemek davetlerinin, Atatürk devri içindeki önemini, Nutuk’ta: ‘Yemek sırasında yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz,’ diyen M. Kemal’in, önemli kararlarını yine yemek esnasında aldığının altını çizer.” (S. Bozok- C. S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 242-243)
Yani bu kavganın sıradan bir kavga olduğunu yansıtırken, M. Kemal’in en önemli kararlarını bile içkili yemek sofralarında aldığını yada verdiğini anlatır. M. Kemal bu durumu Nutuk’ta bile anlatır. İşte o gecede yaşanılanların da yine böyle bir içki masasında alınan kararlar olduğunu aslında ima eder.
Kılıç Ali’nin Anlatımları
Resmi Tarih yazarı İsmet Bozdağ; kendisine konu ile ilgili açıklamalar yapan Kılıç Ali’nin anlatımlarına yer verir. Bilindiği gibi Kılıç Ali, eskiden Türkiye Gazetesi yazarlarından ülkücü Altemur Kılıç’ın babası olup, M. Kemal’in güvendiği en yakın arkadaşlarından ve İstikl’al Mahkemelerinin gözde yargıcıdır. İnönü’yü pek sevmez ve M. Kemal için her şey yapabileceğini de anılarında gizlemeyen Kılıç, 1. Mecliste Gaziantep Mebusluğuna da atanmıştı. Kılıç Ali bu olay gecesinde, bir diğer odada olduğu için ancak kulağını kapıya dayayıp, içeriden konuşulanları duyduğu kadarıyla İ. Bozdağ’a anlatmıştı. A. Kılıç’ın kapı dinleme maharetiyle anladıkları ve duydukları şunlardı;
“…Atatürk’ün sesi duyuldu; ‘neydi o sofradaki afra tafralarınız Paşa Hazretleri? Ne demek istediğinizi açıkça söyleyin bakalım?’ İsmet Paşa çok yavaş sesle konuşuyordu. Dediklerini duyamıyordum. Kulağımı adeta kapıya yapıştırdığım halde, İsmet Paşanın söylediklerinden tek-tük kelimeler bana ulaşıyordu. ‘Hükümet işleri, azarlamak,’ gibi sözler çarpıyordu kulağıma. Atatürk’ün sesi tekrar yükseldi; ‘Ne demek hükümet azası…! Ya benim Devlet Reisi olarak görevim nedir?.. Ya demek öyle?! Siz bildiğiniz gibi işleri yürüteceksiniz, ben de sizin işlerinizin mühürcü başı olacağım öyle mi? Sen böyle mi anlıyorsun Başvekilliği?.. Böyle mi memleket idare edeceksin?.. Siz yorulmuşsunuz Paşa… Sinirleriniz bozulmuş… Yalnız sinirleriniz olsa yine de zarar vermez, ama düşünce sisteminizi de kaybetmişsiniz. Acele dinlenmeye ihtiyacınız var, size izin veriyorum. Yerinize kimin vekalet edeceğini yarın ajansta öğrenirsiniz…’” (İ. Bozdağ, Bir Çağın Perde Arkası, s. 72-73)
Kılıç Ali, görüldüğü gibi Çankaya’da devletin zirvesinde bir diğer odada içeride konuşulanları meraktan ötürü kulağını kapıya dayayıp ama yalnızca M. Kemal’in konuşmalarını dinleyip ve Başvekili İnönü’yü nasıl azarladığını anlatmaktadır. (!) Kılıç’ın bu anlatımlarında bir gerçek vardır ki o da İnönü’nün görevden alınışı ve yerine Bayar’ın getirildiğiydi.
Dikkat edilirse dört ayrı anı kitabında ve hemen hemen bir birileriyle temelde çelişen ve özellikle de gizlenen bir gerçek vardır. Acaba o acı gerçek birazdan vereceğimiz; Mustafa Zeki Saltuk’un anlatımlarında mı gizlidir? Çünkü bu anı, bizim açımızda oldukça düşündürücüdür. M. Zeki Saltuk 1940-41 yıllarında Ankara’da görüştüğü eski bir dostu olan sürgünler sürgünü Dersim-Erzincanlı Paşa Yıldız’a anlatmıştı. Paşa Yıldız ise Saltuk’tan dinlediklerini, yıllar sonra 1962’de köy öğretmenine anlatmıştı. Köy öğretmeninin ta o zamanlarda tuttuğu anı defterinde ve hafızasında konuya ilişkin geniş detaylara rastlamak mümkün. Ama önce Mustafa Zeki Saltuk’u bir tanıyalım. Kimdir Saltuk?
Mustafa Zeki Bey (Saltuk)
1881 yılında Dersim’in Hozat ilçesinde doğdu. İstanbul’da Harbiye Mektebi Aşiret sınıfında okuyup, Süvari Teğmen oldu. Osmanlı Ordusunda yüzbaşılığa kadar yükseldi. 1. Dünya savaşında Kafkas cephesinde Ruslara karşı savaştı. Kürtçe, Rusça, Türkçe, Arapça, Farsça bilen Mustafa Bey, Osmanlının son Meclis-i Mebusanında iken 1920’de Ankara’ya gelerek, 1. Meclisin açılışında yer aldı. 1. Mecliste oldukça aktif olan Mustafa Zeki Bey, M. Kemal’e karşı muhalif olarak 2. grupta yer almıştı. Daha sonraları M. Kemal tarafından tasfiye edildi. 2 Çocuk babası M. Zeki Saltuk, 7 Mart 1969’da hakka yürüdü. Şimdi M. Zeki Saltuk’un birinci ağızdan dinleyip ve anlattığı dostu Paşa Yıldız’ın hakkında kısa bir bilgi verelim.
Dersim Sürgünler Sürgünü Paşa Yıldız
Hak arasında kendisine saygıyla Paşo da denilen Paşa Yıldız, 1870’lerde doğmuştu. Osmanlının, Dersim’e düzenlediği “Sel Seferlerinde” (1894-96) Ailesiyle birlikte Pülümür’den, Erzincan’ın Tercan ilçesinin Pelegöz (Güzbulak) köyüne sürüldü. Bu da yetmez,1937’nin sonlarında, babasının Ermenilere yardım ettiği gerekçesiyle Balıkesir’in Manyas ilçesine sürülmüştü. Paşa Yıldız bu yüzden, kendisini “Sürgünler Sürgünü” diye tanıtırdı. 1939-40 yıllarında Paşa Yıldız, Manyas’tan kalkıp Ankara’ya gelmiş ve eski dostu olan 1. Mecliste görev yapan Mustafa Zeki Saltuk beyle görüşmüştü. Mustafa Beye; “Dersim’in neden böyle kanlı bir şekilde vurulduğunu, acımasızca bombalanıp, insanların sürgün edildiğini ve bunun suçlusunun kim olduğunu?” sorar. Mustafa Bey, dolan gözleriyle özellikle o geceye tanık olup, dinlediği bir yakın arkadaşının ağzından anlatır.
Mustafa Zeki Saltuk’un Anlatımı (Kendi ağzından)
“…o gece, (yani üzerinde kitaplar yazılan ve anı sayfalarına giren ‘İnönü ve M. Kemal Kavgası’nın olduğu 19 Eylül 1937 gecesi) Ankara Palas Otel de bir balo düzenlenmişti. Bu baloda tüm devlet ricali oradaydı. Yani Cumhurbaşkanı M. Kemal, Başbakan İnönü, Genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya başta olmak üzere tüm bakan ve mebuslar toplu haldeyken, gelen bir telgrafla sarsıldılar. Çünkü gelen bu telgrafta; ‘Dersim halkı isyan etti. Tuluk karakolu basıldı. Tüm askerler öldürüldü. Acele yardım!’ çağırısı vardı. M. Kemal bu notu okur ve Başbakan İnönü’nün burnunun uçuna dikilir. Alkolün de etkisiyle, başlar ona kızmaya, bağırıp çağırmaya… Etraftakiler yatıştırır ve sakinleştirirler. Ama salondaki herkes tedirgin ve diken üstündedir. Derken az sonra bir telgraf daha gelir ve ‘Dersimlilerin yol boyu tüm karakolları yakıp-yıktıklarını ve Elazığ’a doğru hareket ettiklerini… Acele yardım!’ Bunun üzerine M. Kemal, iyice kızar ve elindeki dipçiğiyle çizmelerine vurarak, İnönü’nün yanına gelir ve bağırarak ‘Çabuk meclisi topla ve Dersim vurulacak, anlıyor musun İsmet! Dersim vurulacak!’ der. Yine yanındakiler sakinleştirmeye çalışırken İnönü de, bir kez daha okur telgrafı ve M. Kemal’e ‘Siz hiç merak buyurmayınız, hemen araştıracağım ve kim suçluysa onun yakasına yapışacağım. Zaten elebaşlarını yakaladık şu an elimizdeler! Hem Dersim halkı geçmişte Şeyh Said isyanına katılmamış ve Ruslarla savaşmış fakir bir zümredir. Bundan sonra gerekli önlemler alınmış ve Dersim zaten Cumhuriyete kazandırılmıştır. Siz sakin olun lütfen!’ der, demesine de, zaman fazla geçmez ve bir 3. telgraf daha gelir, ‘İsyancılar Dersimi düşürdü. Elazığ’a girmek üzereler.. Acele yardım!’ (Hatırlanacağı gibi; Elazığ da o tarihte Seyid Rıza ve arkadaşları yargılanmak üzere tutulmaktadırlar. Buradaki Elazığ vurgusu, güya Dersimlilerin Seyid Rıza ve arkadaşlarını kurtarmak için hareket ettiklerine vurgu yapılmaktadır). M. Kemal, İnönü’nün karşısına dikilir. Bu defa silahını çeker ve İnönü’nün şakağına dayar. ‘Yeter artık İsmet! Başvekil sensin, topla hemen meclisi ve karar al! Dersim vurulacak! Bu sana son ikazımdır! Bunun üzerine büyük bir kargaşa olur ve İsmet İnönü, balo salonunu terk edip oradan uzaklaşır. Fevzi Çakmak, Celal Bayar, Şükrü Kaya başta olmak üzere M. Kemal’i yatıştırırlar. İnönü ise hemen eşini de alıp, başvekilliğini Ankara’da bırakıp, apar-topar ilk trenle o gece İstanbul’a döner (…). Aslında bu bir kaçıştır! Mustafa Zeki Saltuk’un bu anlattıklarını o gece, baloda bulunan çok yakın bir arkadaşı, Mustafa Zeki Beye böyle anlatır. M. Zeki Bey’de ilk defa bunları eski dostu olan, güvendiği Paşa Yıldız’a aktarır. Yine son bir yorum olarak, Mustafa Zeki Bey; ‘İnönü’nün, Seyid Rıza ve arkadaşlarının yakalanmasından sonra Dersim’de bu denli orantısız bir savaşa girişmek istemediğini, hatta Seyid Rıza ve arkadaşlarının idamını da istemediğini, buna karşın M. Kemal’in bütün bunları bilip-sezdiği için, o zaman diliminde düzmece telgraflar yollattığını ve dolayısıyla İnönü’yü başbakanlıktan almasına bir gerekçe bulduğunu da (…)” anlatır. (M. Zeki Saltuk- Paşa Yıldız, İbrahim Yalgın Bir Öğretmenin Not Defteri 1961-62)
Küçük bir Hatırlatma;
Bilindiği gibi, Gazetelerde çıkan haberlere göre Seyid Rıza’nın 13 Eylül 1937 yakalandığı yazılır. Yerel kaynaklara göre ise 5-10 Eylül günlerinde yakalandığı bilinir. Çok ilginç bir detaydır; İnönü ise 19 Eylül gecesi başbakanlıktan alınır. İnönü; Seyid Rıza ve arkadaşları yakalandıktan sonra, Dersim’le ilgili son açıklamasında; "Dersim meselesini ortadan kaldırdık, son verdik; Dersim sorunundan kurtulduk, Dersim'i her türlü askeri hareketlerle temizledik!" demişti. Ama bu yetmemişti…
Görülen o ki Ankara’da Seyid Rıza’nın kellesi ve Dersim’in vurulması için kıyasıya “Osmanlı Oyunları” sergileniyordu. M. Kemal’e göre bu işi en iyi yapacak olan, bu defa İnönü değil, Bayar’dı. Bayar, M. Kemal’in yeni ve rakipsiz gözdesiydi. İnönü, gözden düşmüş ve M. Kemal’e göre artık Onun işi bitmişti!
Türk tarihçisi, Kürt Camal Kutay (1909-2006) bu ilişkiyi şöyle dile getiriyordu. “Mustafa Kemal, Bayar’ı çok severdi. 1) İzmir Suikastından dolayı (!). 2) Milli Komitacıydı. 3) İş Bankasından dolayı severdi. İnönü’den çok severdi. Halefi oydu (…) Celal Bayar, 4 Aralık 1936 yılında M. Kemal’e sunduğu “Şark Raporunda” Bugün dahi doğuya tamamen yerleştiğimiz söylenemez…” diyor. (…) M. Kemal hiç bir arkadaşı için Nutuklarında yer vermemiş, Bayar için övgüyle söz etmiştir. Bayar, Mustafa Kemal’in her dediğini tatbik ediyordu..” (Cemal Kutay, ATV- Siyaset Meydanı, 29.12.1999)
Zaten Bayar; yıllar sonra anılarında, “Atatürk, sorumluluğu üzerime alıyorum. Dersim vurulacak!” dedi ve Dersimi vurduk! (…) Taş üstünde taş bırakmadık!” itirafını değişik zamanlarda dile getiriyordu. Bu durum, Cemal Kutay’ı doğruluyordu. Çünkü 20 Eylül 1937 tarihli gazetelerde İnönü’nün; rahatsızlığından dolayı istifa ettiği ve yerine Bayar’ın getirildiği manşete çıkarılmıştı. Sonra Başbakan Bayar, Cumhurbaşkanı M. Kemal’in emir ve direktifleriyle, Dersim’de kendi deyimiyle “büyük bir temizlik” faaliyetine başlar. İşte Dersim’in vurulması, Seyid Rıza ve arkadaşlarının asılması, Dersimlilerin sürgün edilmesi, Ocakların dağıtılması, ateşlerin söndürülmesi, kız çocukların Türk eğitim sistemi içerisinde öğütülmesi, toplumsal hafıza kaybının yaşatılması ve dolayısıyla Türk-İslam sentezinin burada layıkıyla uygulanması vs. böylece başlamış olur…
Düşürülen Başbakanlar
Çok ilginçtir; Şeyh Said Ayaklanmasını bastırması için M. Kemal, yetersiz kaldığı için Başbakan Ali Fethi Okyar’ı istifa ettirmişti. 2 Mart 1925 tarihinde, İstanbul’dan çağırtıp, tren istasyonunda bizzat karşıladığı İnönü’yü, Başbakanlık koltuğuna oturtmuştu. Eylül 1937’ye kadar İnönü, tam 12 yılda çok işler başarmıştı. Şimdi ise artık İnönü olaylar karşısında yetersiz kalıyor, duygusal davranıyor ve elbette gitmesi gerekiyordu. Zira Onun yerine Celal Bayar hazırdı ve zulada bekliyordu.
Dersim’de istenilen hedefe ulaşıldıktan sonra Ankara’daki o balolu geceye art arda gelen bu telgrafların hiç birisinin de doğruyu-gerçeği yansıtmadığı anlaşılmıştı. Bütün bunların sadece bir oyundan ibaret olduğu, asıl amacın Dersim’i tümden vurup, sahibinin deyimiyle temizlik yapmak için uydurulan bir kılıftı. Belki de İnönü, bu planı uygulamada biraz esnek davranmıştı ve M. Kemal bunu sezdiği için, İnönü’yü istifaya zorlayıp yerine Bayar’ı getirip, onunla yarım kalan bu işi bitirmek istemişti. Bunun üzerine de İnönü hemen Ankara’nın bu puslu havasından bir an önce kurtulup, kendisini İstanbul’a atmıştı. İnönü bu olaydan sonra Ankara’ya bir daha da geri dönmedi. M. Kemal, İnönü’ye dargın ölmüştü. M. Kemal’in ölümünden bir kaç gün sonra cenazeye katılmış ve onun yerine Çankaya’ya çıkmıştı. Böylece Cumhuriyet “Tek Adam” dan “Milli Şef”e geçiş yapmıştı. Cumhurbaşkanlığı Çankaya Köşkü, Ermenilerin köklü ailelerinden Kasapyan ailesinden el konularak alınmıştı.