Günümüzde iki koltuk için mücadele veriliyor. Biri Atatürk, diğeri de Abdülhamid koltuğu. Son yıllara bakınca Abdülhamid koltuğuna yerleşen, atı alan Üsküdar'ı geçti, diyerek jet hızıyla giderken, bizim Kemal Kılıçdaroğlu kendisinden korktuğundan sünepe haliyle oturduğu koltukta daha da küçülüyor. Siyaset boşluk kabul etmez. En ufak deliğe bile amipleşip girer siyasetçiler.
Ayrıca siyaset hem de cesaret gerektirir. Bizim Kemal'de bu medeni cesaret de maalesef görülmeyince, hayıflanıp duruyoruz. Yıllar yılı devlet memurluğu yapan biri zaten sisteme angaje edildiğinden farklı öngörüsü de olamaz. Gittiği yerlerde yediği yumruklar ile kalıyor. Doğrusu Dersimli bir Kürt olarak Kemal Kılıçdaroğlu'na acıyorum. Ah Kemal vah Kemal keşke kendin olarak kalsaydın. Keşke arada bir o cennet Köyün Bolciye'ye gidebilseydin.
Kemal'in aşireti Kuresu da 1938 de soykırım gördü. Bava Duzgin'in (Kutsal Duzgin) eteklerinde makineliye vuruldular. Cesetleri kurda kuşa, yılana çiyana bıraktılar. Ben kırklı yılları iyi anımsıyorum. Kemal'in Babası Qemer Efendi maliye memuruydu. Ama Kürtler ona „Kamçurci Qemer Efendi" derlerdi. Bir de Kureşan aşiretinden olduğu için kendisine „Kamçurci Bava Qemer" de dediklerini bilirim. Galiba kırımdan sonra askere alınan ve orada biraz Türkçe öğrenen Qemer Efendi, memur yapıldıktan sonra hayvan sayımına çıkıp kimin kaç keçisi var, kaç koyunu var, büyük baş hayvanı varsa ona göre kamçur topluyordu.
Şu anda tam hatırlamasam bile, küçükbaş hayvanlar için o zamanın parasıyla 40 veya 60, büyükbaş hayvanlar iöin ise 80 kuruş vergi verme zorunluğu vardı.
Eh siz varın bir düşünün. Bir kaç yıl önce soykırım gören, on binlerce insanını kaybeden Dersim zar zor yaşam kavgası verirken, parayı nereden bulup versin?
Size yüzde yüz bir gerçekliği arzetmeme izin verin. Ben dahil çocuklar, sığırların peşinden gider, onların gübresinden arpa veya buğday tanesi arardık. Bava Qemer gelince herkes hayvanını bir yerlere sürer götürür, veya ahırda özel yerlere saklardı. Bildiğim kadarıyla Bava Qemer devlet memuru olmuştu, ama devletin zalimi olmamıştı. Gözünü kapatırdı.
Bizim Kemal ise, milletvekillikleri düşürülen Kürtleri görmeyecek kadar kör olmalı ki, sadece kendi partisinin milletvekilinden söz ediyor. Elma dalının altına düşer, derler ama, bizim Kemal acınacak bir durumda düştüğü daldan korkuyor. Ne Kürt, ne Alevi olduğunu söyleyebiliyor. Akşehir'den gelme olduğunu yaydı durdu. Akşehir nire, Bolciye nire?
Bunca kendisinden, soyundan sopundan korkan, devlet memuru karekterini içselleştiren biri, Atatürk'ün koltuğuna oturmuş, doldurabilir mi o koltuğu?
Hırsızlık yapamıyorsan, oğluna paraları boşalt diyemiyorsan, Hanefi mezhebine geçip 35 vakit namaz kılsan bile, Türk halkı seni o koltukta görünmez hale getirir. Nitekim giderek küçülüyorsun. Türk halkı; hırsız, yalancı ve dolandırıcıya şapka indirir. Köşeyi dönene paşam der. Sen halkı tanımıyorsan, yapacağın politika da bukadar olur.
Kemal, sen sen ol sözlerime kulak ver. Bırak o Atatürk koltuğunu, cesur bir Türk yapsın o işi. Senin korkaklığınla bu iş yürümez.
Bak Selahattin Demirtaş adında bir yiğit Kürt çıktı. O para çalmadı, sadece saz çaldı. Yıllardır zindanda. Gültan Kışanak Hanımefendi ne yaptı? Kendisini inkar etmedi, aslıyla kaldı. O da zindanda. Daha binlerce binlerce Kürt siyasetçisi içerde. Öldürdükleri ise, Abdulhamid zamanının Ermeni pogromlarını andırıyor. Dün senin o çok sevdiğin milletvekilin, Leyla ve Faris ile zindana atıldı, bugün okudum ki senin ırkçı bırakılmış, adını anmadıkların da Kürt oldukları için içerde.
Sonuç olarak, sana sevgimi kabul et ve en acelesinden çekil o kanlı koltuktan. Zaten Abdülhamid koltuğu senden daha iyi milli ve yerli. O hem Abdulhamid'in hem de Atatürk'ün yarım kalan işini yapıyor. Kürtlerin soykırımını nasılolsa yapan var, senin elinle olmasın.