Bir açıklamamda, ‘‘Kürtler için AKP-MHP devleti, koronavirüsten daha öldürücü” demiştim.
Bu öldürücü düşmana, Kürtlerin siyasi yapıları arasındaki grup hesaplarını da eklersek, koronavirüsün tedavisi mümkün ama Kürtler arasındaki siyasi husumetin kalkıp kalmayacağı meçhul.
Türk devleti Güney yönetiminden bazı yandaşı politikacıların desteğini de alarak Zini Werte’ye saldırdı. Bu saldırı, Kürt siyasi yapılarını tekrar bir ‘biraqujî’nin (kardeş kavgası) eşiğine getirmiş görünüyor.
Bunu, saldırının sebeplerini yorumlayan Kürt siyasi yapılarının argümanlarında görüyoruz. Umarım ki Kürtler için felaket, sömürgeciler için zafer anlamına gelecek bu duruma bütün Kürt yapıları sağduyuyla yaklaşır ve bu felaketi bertaraf ederler.
Kürt siyasi yapıları bu gelişmenin suçunu birbirine yükleme çabasından vazgeçip, bu tür saldırı ve oyunlara zemin sunan şartları nasıl ortadan kaldıracaklarına odaklanmalıdırlar.
Ailenizin içinde kronikleşmiş sorunlarınız varsa ve siz bunları çözemiyorsanız, yaşadığınız köy, mahalle ve şehirde sizinle sorunlu olan herkes sizin evinizin içindeki bu sorundan kendi çıkarları için yararlanmaya çalışır. İç işlerinize karışır, Aile bireylerinden birini veya birkaç tanesini yanına alır ve bunları ailenin geri kalanlarına karşı, aileyi içten yıkmak, ya da var olan sorunları daha da derinleştirmek için kullanır.
Bunda bir anormallik yok! Anormallik ve sorgulanması gereken, kendi iç sorunlarını çözemeyen, çözme başarısı ve ustalığını gösteremeyen Aile sorumlularının kendisidir.
‘biraqujî’ Kürdistan’ın işgal güçleri arasında dört parçaya bölünmesi sonucu ortaya çıkan sorunlardan daha ağır ve ölümcül bir sorundur. Kürtlerin kendi içindeki bölünmüşlükleri, kardeş kavgalarının ve yüzyıllık köleliğin esas sebebi olduğunu unutmamak gerekir.
Bu iç bölünmüşlüğün en çarpıcı tablosunu resimlediği için Kürdistan’ın güneyine göz atmakta yarar var.
1991 birinci körfez savaşıyla, Irak’ın kuzeyi (Kürdistan’ın güneyi) uçuşa yasak bölge (1991-2003) ilan edildi. Bu, güneyde Kürtlerin lehine gelişmelerin yaşanacağının ilk işareti, ilk belirtisiydi.
Bu gelişme, Kürtlerin parça düzeyinde de olsa, yürüttükleri özgürlük mücadelesinde yeni bir aşama ve giderek geniş yetkilere sahip özerk bir yapıya kavuşmalarının ilk adımıydı.
Ama aynı tarihlerde Kürt örgütleri arasında saha hâkimiyeti savaşı da başlamıştı. Bu savaş, Kürdistan’ın Güneyini üç gücün hâkim olduğu üç bölgeye ayırdı.
Erbil merkezli KDP, Süleymaniye merkezli YNK, Kandil merkezli Kürdistan’ın kuzey parçasına uzanan geniş dağlık sahada da PKK.
2003 Irak savaşıyla geniş özerk yetkilerle donanan, pratikte ‘bağımsız’ bir devlet gibi hareket eden Güney yönetimi hep iki merkezli oldu. Erbil ve Süleymaniye. Üçüncü merkez ise Kandil.
Bu güçler 17 yılda güneyi temsil edecek, siyasi, askeri, diplomatik ve toplumsal bir ortak yönetim oluşturamadılar. Birbirine tahammülleri hep ‘kerhen’ oldu.
1990 sonrası örgütlerin kendi aralarındaki kavgada kimi (KDP) Saddam’a, kimi(YNK) İran’a yaslanarak birbirine karşı kardeş kavgasını yürüttüler.
2003 yılından ise ortaya çıkan defakto durumu Kürt ulusunun ulusal çıkarları için kullanma yerine, tekrar hâkimiyet uğruna kardeş kavgasına tutuşup, ezeli Kürt düşmanlarıyla işbirliğine devam edildi. KDP’nin TC ilişkisi bu kavganın sonucudur.
Gelinen aşamada tekrar Kürtler arası bir biraqujînin eşiğinde bulunuyoruz. Bu kavganın başlaması halinde, bu kavgada yer alacak her Kürt kurumu, ulus tarafından ulusa ihanetle anılacaktır.
Kürtler kendi aralarındaki itilafı giderme olgunluğu ve ustalığını gösteremiyorsa, ulusal çıkarları esas almayıp kendi örgüt çıkarları üzerinden politika yürütüyorlarsa, bu hesapla hareket edenlerden birini, ya da birkaçını, Kürtlerin sömürgeci egemenleri tarafından kullanması ‘normaldir.’ Fakat anormal olan herhangi bir Kürt yapılanmasının bu gerekçeyi kardeş kavgasının haklı sebebi olarak göstermesi. Bunu hiçbir Kürdün haklı göreceğini sanmıyorum.
2003’ten sonra farklı aralıklarla Kürdistan’ın güneyine gittim. Güneyde siyasi bir iktidarda bahsetmenin mümkün olmadığını her seferinde daha çok fark ettim.
Güney esas olarak KDP ve YNK arasında ikiye bölünmüştü, hala öyle. Bu bölünme öyle ciddi boyutaydı ki, 2015’te işinsanları heyeti olarak Süleymaniye de bulunduğumuz o tarihte şöyle ilginç bir gelişmeye şahit olmuştuk. Erbil’i ziyaret etmek isteyen Süleymaniye valisine, KDP, giriş izni vermemişti.
PKK’nin kontrolünde olan Kandil’ giriş ve çıkış noktaları YNK peşmergeleri tarafından kontrol edildiği ve PKK herhangi bir giriş kısıtlaması koymadığı için, görünürde ayrı bir saha gibi görünmüyordu ama, bu alanda da PKK’nin kuralları geçerliydi.
TC’nin Zini Werte’ye yaptığı faşist sömürgeci saldırıya karşı, PKK Yürütme Konseyi Üyesi sayın Duran Kalkan, tepkisini şu sözlerle dile getiriyor:
“Bunu PKK kabul etmez, buna karşı savaşır, her şeyi de göze alır, herkes bilsin. Tüm Kürt yurtseverleri, aydınları, Güney Kürdistan halkı görmeli, suç PKK'de değildir, PKK'ye dönük bir saldırı yapılmıştır. Boş yere gelinmemiştir. Orası PKK denetiminde bir alan. KDP ile hiç alakası yok.”
Yukarıda anlatmaya çalıştığım vahim durumun kısa özeti. Bir, ‘her şeyi göze alıp savaşma!’ Kime karşı, Kürt Kürde karşı. İki, ‘Orası PKK denetiminde bir alan KDP ile hiçbir alakası yok.’ Her parçanın kendi içindeki parçalanmışlığının en açık ifadesi.
Ulusal partiler saha hakimiyeti mücadelesi değil, ulusu daha nasıl iyi idare edeceğinin mücadelesini verir.
Kürdistan’ın ulusa göre değil de siyasi parti hesaplarına göre tanımlanıyor olması, aynı zamanda ulusallıktan uzaklığının da bir ifadesi. Bu açıdan yürütülen politikada ulus hesabından çok siyasi yapıların hesabı var. Her siyasi yapının, ‘kendisi hâkim olursa Kürdistanı daha iyi kurtulur’ hesabı var. Bu mümkün mü? Hayır! Çünkü bu hesapta ulus yok ve sömürgecilere karşı ulusal birlik perspektifi yok!
PKK’yi Kürt ulusal kurtuluş karakterine en uygun örgüt gördüğüm için, sayın Duran Kalkan’dan aldığım kısa cümleleri eleştirinin ana teması olarak seçtim. Neden mi? Çünkübir PKK yöneticisinin ağzından çıkan bu sözler, halk arasında çok bilen bir söylemi hatırlattı bana.
Biraqujî kavgasına kim alet olursa, hangi gerekçe ve sebep sunarsa sunsun, Kürt ulusunun hafızasında suçlu olarak kalacaktır.
PKK ulusun birliği için mücadele eden bir yapı olarak bu oyuna alet olmamalı. Bu savaşta ölecek olan peşmerge ve gerilla bu ulusun kurtuluşu için can feda bir yolculuğa çıktılar, birbirini öldürmek için değil!
PKK, KDP ve YNK’nin başını çektiği, Güney halkının iradesini sembolize eden yönetimin iradesini kendi iradesi olarak görmeli, bu iradenin içindeki işbirlikçi hainleri, irade içinde ki yurtsever kesim ve ulusla birlikte mahkûm etmelidir. Kürtler arası savaş sadece Kürt düşmanlarına kazandırmaz, aynı zamanda Kürtleri bir yüzyıl daha sürecek köleliğe mahkûm eder. Yüzyılın Kürtlere sunduğu tarihi olanakları, sömürgecilerin Kürtlere hazırladığı tuzağa düşerek heba edilmemeli. Bunu bilmek için ne siyaset bilimcisi, ne de kâhin olmayı gerektiriyor!