Üstünde kırmızı bir kazakla poz vermiş cezaevi fotoğrafçısına. Sol eliyle cezaevine aldırmadan çiçeklenmiş bir ağacın incecik dalını tutmuş, sağ elini hayatını bıraktığı boşluğa bırakmış.
Arkasındaki pencerenin demirli olmasından anlıyoruz fotoğrafın çekildiği yerin cezaevi olduğunu. Adı Nurcan Bakır, üstünde kırmızı bir kazakla poz vermiş cezaevi fotoğrafçısına. Sol eliyle cezaevine aldırmadan çiçeklenmiş bir ağacın incecik dalını tutmuş, sağ elini hayatını bıraktığı boşluğa bırakmış öylece. Üstünde bedeninin biçimini almış, yakası açık, incesinden kırmızı bir kazak var. Geride gökyüzü değil, renksiz, dilsiz duvarlar var. Dikkatli bakıldığında arka planda yıkanıp ipe asılmış, rüzgâr esse sallanacak yine kırmızı bir kazak ve siyah bir pantolon ipte donmuş gibi duruyorlar, rüzgâr yok. Yaşasaydı binlerce özgürlük mahkûmu gibi çoğumuzun ondan haberi olmayacaktı...
“Her gün rüyasında katledilen çocukları gördüğünü, bu zulme karşı sessiz kalmayacağını” yakınlarına not bırakarak yaşamına son verdi. Ölümüyle hepimizi artık yaşamadığından haberdar etti Nurcan Bakır. Biliyoruz ki bu ne ilk ne de son olacak. Her ölümle yaşayan birini kaybettiğimizi anlamaya devam edeceğiz. Nurcan Bakır’ın hayatı Kürt kadınının hayatını babalarından, kocalarından, abilerinden, aşiret ve geleneklerden alıp kendi hayatı yapanların ortak tarihidir. Ki o kadınlar var olmakla kalmayıp Rojava’da bir destan yarattılar ve dünyanın alnında bir ışık gibi duruyorlar.
Uzun uzadıya Nurcan Bakır’ı yazmayacağım burada. Üzülmem, öfkelenmem bir kenara; parmakla sayılacak kadar az kadının omuzlarında mezara taşınan cenazesi insanlar gömülse de acılarının gömülmeyeceğinin delili olarak kaldı bana. Artık sadece Kürtlerin değil tüm insanların omzundadır o tabutun ağırlığı...
Her olay insanı geriye götürüp anılarla baş başa bırakıyor. Belki de her geriye gidiş ileri atılmak için referans noktası aramaktır. Gariptir Nurcan Bakır Dibabo (Babaanne) dediğim nenem Kıwar’ı (Kibar) getirip koydu önüme. Yaşadıkça değerini her gün daha iyi kavradığım, neşesiyle, inat ve ısrarıyla, kılamlarıyla Kürt kadın kahramanımı hatırlattı bana.
Şimdi Elazığ’ın Gülmez mezarlığında yatan Kıwar nenemi yazayım size. Elazığ 2 Nolu Askeri Cezaevinde anadilde konuşmamıza yasak getirilmişti. Görüş gününde biz ya da görüşçümüz Kürtçe konuştuğu anda bir taraftan biz, diğer taraftan görüşçülerimiz yaka paça sürüklenerek görüş yerlerinden atılıyorduk. Bu aylarca sürdüğü için ihtiyaçlarımızı karşılayamaz hale gelmiştik. Cezaevinde yatan tüm mahkumlar 20 dakikalık görüşümüzün 15 dakikasını Türkçe, kalan 5 dakikayı da Kürtçe konuşma kararı almıştık, ama son beş dakikalık Kürtçe konuşma zamanımızı asla sonuna kadar kullanamamıştık. Kürtçeye başlar başlamaz ortalık karışıyordu. Her seferinde slogan atarak tepkimizi ortaya koysak da, görüşmecilerimiz yaka paça dışarıya atılıyordu. Bu aylarca böyle sürmüş, sonra cezaevi yönetiminin süngüsünü düşürmüştük.
İşte o görüşmelerden birine nenem Kıwar da annem ve kardeşlerimle birlikte gelmişti. Nenem inadına Türkçe konuşmayan biriydi. Dedem öldükten sonra babam nenemi Elazığ’daki evimize getirmiş, bizimle yaşayan olmuştu. Daha gençlik içinde ulusal uyanışın başlamadığı yıllardan bahsediyorum, orta okula gittiğim yıllardan. Annem mahallenin Terzi Güllü’sü olduğu için eve gelen gideni eksik olmazdı. Nenem de ufacık boyu ile evin içinde bir çocuk gibi dolaşıp dururdu. Evin Kürtçe öğretmeniydi nenem, onunla konuşmak Kürtçe pratik yapmaktı. Biz ona Türkçe cevap versek de o bize Kürtçe karşılık verirdi. Bunu ince bir inatla yaptığını köyden komşumuz İnco (İnci) ile baş başa kalınca birbirlerine Türkçeyi ne kadar bildiklerini sorguladıklarında anlamıştı kardeşlerim. Kapı çalınınca ‘Kim o’, biri eve gelince ‘Hoş geldin’ dendiğini karşılıklı sorularla uzayıp gitmiş sınavdan her ikisi de başarılı çıksalar da nenem diline verdiği söz gibi asla Türkçe konuşmadan yaşadı. Hatta bir seferinde ufacık boyu ile iki elini beline koyarak, ki bu durumda boyu uzuyordu nenemin, annemi sorgular bir biçimde gelen müşterilerini kast ederek ‘Sen neden onların dilini konuşuyorsun, onlar senin dilini konuşsunlar’ diye uyarmaktan da geri durmamıştı...
Kürtçe konuşanlara karşı özel bir yakınlık duyardı nenem. Arandığım yıllarda beni evde aramaya gelen polisler nenemin bu zaafını bildikleri için yanlarında Kürtçe bilen polis de getiriyorlarmış. Bu nedenle 15 dakikayı geçmeyen gece ev ziyaretlerimi neneme görünmeden yapardım. Neneme yakalandığım ziyaretlerimde ‘aman eve geldiğimi kimseye söyleme’ uyarılarıma rağmen eve baskın yapan polisler nenemle Kürtçe konuşunca ‘Fadıl geldi ve gitti’ demeyi keyifle sürdürmüştü. Kürtçe konuşan kim olursa olsun, görevi beni yakalamak olsa bile umurunda değildi nenemin. Kürtçe konuşanı aileden, akrabadan, dosttan sayar olanları tüm yalınlığıyla anlatırdı...
Annem bu durumun önünü almak için nenemi bir kenara çekerek “Bu dilinle Fadıl’ın başını yakacaksın. Polisler eve geldiğinde onlara ‘kaynanam sağır ve dilsizdir’ diyeceğim, polisler senden ne sorarlarsa sorsunlar cevap verme onlara” demiş. Bir gece yarısı (ihtimal komsuların ihbarıyla) evi basan polislerin burnunun dibine dikilenlerden biri de nenem olur, annem ‘Kaynanam sağır ve dilsizdir ona bir şey sormayın’ deyince nenem Kürtçe ‘senin anan sağır ve dilsizdir, ben niye sağır dilsiz olayım’ demiş ve annemin beni koruma duvarını çökertmiş. Tek çarem başarabildiğim oranda neneme görünmeden ev ziyareti yapıp çıkmaktı...
Kafasına koyduğunu yapan biriydi nenem Kıwar. İçeriye yiyecek alınmadığı uyarısına rağmen kırıp ipe dizdiği bademlerden bana getirmeyi kafasına koyuyor. Bir iplik bademi cebine koyup görüş yerine geliyor, aranma sırasında yiyecek yasak olduğu için bademlerine el koyuluyor. Bu durumu bana anlattığında ‘yiyeceğin yasak olduğunu, yemiş kadar mutlu olduğumu’ söylememle bitmiyordu nenemin bana badem getirme derdi. İkinci görüşte tecrübe ile bademleri cebine koymayıp giysilerinin altından koluna sarıp üstüne giysilerini giyip geliyordu, üst aramasında o bademleri de yakalatıyordu her seferinde. Ben nenemi kendimde, kendimi nenemde gördüm çoğu kez. Tıpkı direnen Kürt kadınlarının karakterinde olduğu gibi Nenem Kıwar’ın da pes etmek gibi bir derdi yoktu. Bir oyayı ince ince işler gibi kendi hayatında yol alarak yaşadı ve öldü.
Nurcan Bakır da keşke nenem gibi yaşlanarak ömrünü tamamlasaydı. Ölümün bir seçenek olmayacağı zamanlara özlemle...
...
Kocaman bir iğne ve kalın bir iplikle
beceriksiz, dikiyor ceketinin düğmelerini.
Konuşuyor kendi kendine:
Yemeğini yedin mi? İyi uyudun mu?
Konuşabildin mi? Avuç açmak mı?
Pencereden bakmayı düşündün mü?
Kapı çalındığında gülümsedin mi?
Ölüm varsa da her zaman ikinci gelir
Çünkü her zaman en başta özgürlük.
... (*)
(*)Yannis Ritsos: Her Zaman En Başta Özgürlük