Bazı anlar vardır, kendiniz yaşamasanız da sonradan ortaya çıkan görüntüsü ruhunuzu parçalar, beyninizi dondurur. Görüntülere defalarca bakar, ama gözlerinize inanamazsınız bir türlü. Kalbinize bir bıçak batar, ciğerinize devasa bir kaya oturur, boğulur gibi olursunuz acıdan ve öfkeden. Kimine şiir, kimine yazı yazdıran, kimine ise yeni kararlar aldırıp yeni çıkışlar yaptıran bu görüntüler herkesin hayatında mutlaka bir şekilde bir iz bırakır.
Şair Metin Altıok Bingöl’de öğretmenlik yaparken, bir gün yolu devlet hastahanesine düşer. Avluda beklerken birdenbire bir hareketlilik olur. Avluya askeri bir cemse girer. İçinden önce bir yüzbaşı iner, ardından da askerler. Hemen bir çember oluştururlar. Birkaç asker araçtan üstü battaniyeyle örtülmüş bir sedye indirir. Sedyeyi yere koyup üstündeki örtüyü çekerler. Sedyede gencecik bir kadın bedeni, çırılçıplaktır. Orada bulunanların kimi gözlerini kapatır, kimi dehşetle yüzünü çevirip uzaklaşmak ister, fakat yüzbaşı herkesi toplayıp cenazeye bakmalarını emreder. Orada şairle yüzbaşının arasında kısa bir konuşma olur ve yüzbaşı maksatlarının ne olduğunu açıklar. Şair eve gidince “Kimliksiz ölüler” isimli bir şiir yazar.
Vahşetin görüntüsünü bir çoğumuz ilk kez Avrupa’da yayınlanan Yeni Politika gazetesinin ilk sayfasındaki fotoğraflardan gördük birgün. Türk askerleri Hakkâri kırsalında çıkan bir çatışmada yaşamını yitiren dört ARGK gerillasının başını usturayla kesmiş, ellerinde kesik başlarla, bazıları çıplak olan cenazelere basarak “hatıra fotoğrafı” çektirmişti. Gazetenin manşetini hiç unutmuyorum: “Kürt değil, insanlık bitiriliyor – Durdurun bu vahşeti!” şeklindeydi. Sağ alt tarafta ise “İnsan’a sesleniş!” başlıklı kısa bir yazı vardı. “İnanmak istemeyeceksin. İnanmamakta direteceksin. Fotoğraflara daha da bakmalısın. O sensin!” cümleleriyle bitiyordu. O günkü görüntüler halkta büyük bir öfke patlaması yapmış, siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayan insanlar dahi bu vahşet karşısında alanlara dökülmüştü.
O fotoğraflardan kısa bir zaman sonra zırhlı araçların arkasına halatlarla bağlanarak yerlerde sürüklenen gerilla cenazeleri gördük gazete manşetlerinde ve televizyon haberlerinde. Bu görüntülerin bazıları özgür basın aracılığıyla açığa çıktı, bazılarını ise “ibreti alem” olsun diye kendileri servis ettiler.
Günümüzde bu tarz vahşet daha çok IŞİD çeteleriyle özdeşleştirilse de, kafa kesen, insan yakan, cenazelere olmadık işkenceler yapan dendiğinde çoğunluğun aklına ilk IŞİD çeteleri gelse de, bunun öncesinin olduğunu biliyoruz. Ağrı’da, Zilan’da, Dersim’de ve diğer birçok yerde olduğu gibi.
Kısa bir süre önce Kürt siyasetçi Hevrîn Xelef, IŞİD çeteleri ve uzantıları tarafından katledildi. Xelef hem Kürt hem de kadın olduğu için hedef alındı. Cansız bedeninin defalarca kurşunlandığı, kırılmadık kemiğinin kalmadığı otopsi raporuyla belgelendi. Annesi, kızının bedeninin paramparça edildiğini, çenesinden başka dokunacak bir yer bulamadığını anlattı gazetelere. Yine 21 Ekim akşamı, ateşkes anlaşmasına rağmen katledilen bir kadın savaşçının bedenine yapılan çirkin saldırılara tanık olduk sosyal medya aracılığıyla servis edilen görüntülerde.
Kalbimizi bıçak gibi delip içimizi parçalayan son görüntü, Rojava’daki hava saldırılarında yaralanan ve vücudu ağır bir şekilde yanan on üç yaşındaki Mihemmed Hemîd’e aitti. Hemîd’in gövdesinin üst kısmı korkunç bir şekilde yanmış, duyduğu acı yüzünden ve gözlerinden okunuyordu. Bu görüntüler karşısında içi yanmayan, öfke dolmayan var mıdır?
İşte Rojavalı Ali Wazir’in bedenini ateşe vermesinin sebebi, bu yapılanlara karşı duyduğu büyük öfkedir. Wazir’in eylemi dört parça Kürdistan’a birlik olma çağrısıdır da aynı zamanda. Tüm Kürdistanî partilerin aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak bir araya gelmeleri istemidir. Dört parçadan Kürtlerin bir araya gelerek yaptığı kitlesel eylemler de gösteriyor ki, halk buna hazırdır, halkın beklentisi budur.