Dersim, tıpkı türküdeki gibi dört dağ içinde bir şehirdir. Bütün dağları heybetli ve asidir. Hemen hemen her dağın eteğinden hırçın nehirler akar. Derler ki bu nehirler o dağların gözyaşlarıdır. Bu doğrudur. Dersim'in dağları zamanında çok ağlamıştır, öyle ki kan ağlamıştır bazı vakitler ve bu zamanlarda bu nehirler sadece kızıl kan akmıştır. Çünkü bizim dağlarımız çok ölüm, çok zulüm, katliam ve soykırımlar görmüştür. Anne karnında süngülenen bebeklere, sulara atılıp boğulan insanlara, zoraki göçlere şahit olmuştur dağlarımız. Düşmanın eline geçmemek için saçlarının örüklerini birbirine bağlayarak kendilerini uçurumlardan atan kadınlar görmüş, gururlanmıştır da.
Dersim’de her dağ aynı zamanda bir ziyarettir. Dersim'in insanları dağları kutsamıştır her daim, çünkü ne zaman darda ve zorda kalsa ilk çağırdığı Dersim'in ziyaretleri olmuştur ve her defasında ona kollarını açan da yine hep dağlar olmuştur. Ondandır ki her Dersimli dağlara ayrı bir anlam biçer, kutsar ve ne zaman bir dağın adı geçse sağ işaret parmağını öpüp önce alnına götürür, sonra yüreğine basar. Ne kadar uzakta olursa olsun, bir Dersimli’nin yüreği hep dağda ve dağdakilerledir.
Sevgiyle kucak açan karlı dağlar
Dersim'in dağları da sevdalıdır Dersimli’ye. Her zaman gözü üstünde olmuştur halkının. 1938 soykırımında zaten olabildiğince yoksul olan halk, düşman dört bir yandan kendisine yönelince çözümü yine dağlarına sığınmakta bulmuş. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı düşmüşler yola. Elde avuçta hiç bir şey yok, bir yandan can korkusu, bir yandan olanlara anlam verememe. Aç-susuz dayanmışlar dağlara. O zaman dağlar sevgiyle kucak açmış halkına ve basmış bağrına Dersimli’yi. Çeşit çeşit bitkiler filizlenmiş dağların en zirvelerinde. Mevsim baharmış, Nisan- Mayıs arası. Dağların güneş vuran kısımlarında karlar erimiş, zimag denilen yamaçlarda ise hala karlar varmış ve halk buna "belek berf" (benekli kar) dermiş. Kar eriyen yerlerde bir bitki yeşermiş. "Gûlik" ya da "Xelige" demişler Dersimliler bu bitkiye ve Gûlik o zaman binlerce insanın hayatını kurtarmış.
Çok eskilerde Dersimli kadınlar bu bitkinin köklerinden ve yapraklarından uyuz ve romatizma başta olmak üzere birçok hastalığa karşı kremler ve ilaçlar yaparlarmış. Kendi kültürümüze o kadar da çok sahip çıkmadığımızdan bu gün bunların nasıl yapıldıklarını bilmesek de, bu bitkinin birçok derde deva olduğunu biliyor Dersim halkı.
Yoksulun geçim kaynağı
Gûlik pırasaya benzeyen, ama ondan çok daha lezzetli ve besleyici bir bitki. Nisan sonu Mayıs başı en bol olduğu zamanlar. Bu bitki sadece Dersim, Bingöl ve Muş taraflarında dağların doruklarında yetişiyor. Ordaki yoksul halk için geçim kaynağıdır da. Dağların doruklarında binbir emekle topladıkları bu değerli otu katırların sırtlarına yükleyerek daha kar erimemiş bölgelere götürerek ihtiyacı olan ürünlerle takas ederlerdi eskiden. Benim çocukluğumda mesela, köyümüze katırlarıyla Nazımiye'den, Ovacık'tan gûlik getiren kişiler bunu un ile takas ederlerdi. Bir leğen gûlike karşılık bir leğen un. Para geçmezdi o zamanlarda. Çerçiler gelirdi örneğin, birçok şeyi şeker, yağ veya un karşılığı takas eder giderlerdi. Şimdi nerde bu? Artık gûlikleri katır sırtlarında köylere götüren insanlar kalmadıysa da, şehir merkezlerinde kurulan pazar yerlerinde bulmak mümkün bu lezzetli bitkiyi.
1938'te gûliki çiğ çiğ yiyip kurtulmuş Dersimliler ve sonrasında bu bitkiye öyle çok değer vermişler ki hayatlarını kurtardığı için, hala günümüzde bile uzak şehirlerden gûlik istenir memlekettekilerden. Gûlikin birçok yemeği yapılır. Örneğin; bulgurlu çorbası, yumurtalı kavurması, sarmısaklısı, yoğurtlusu, çökeleklisi, böreği, vs… Şimdi çokça alıp temizleyip pişirdikten sonra derindondurucuya konulunca her mevsim bulmak da mümkündür.
Geçen günlerde ülkeden gelen eşim kendisiyle gûlik getirince çocukluğuma götürdü bu kutsal bitki beni ve bu yazıyla gûlike olan vefa borcumuzu ödemek istedim bir nebze de olsa...