Bütün semavi dinlere göre yalan söylemek büyük bir günahtır, hatta günahların en çirkinidir. İslam peygamberi “aldatan bizden değildir” dese de, aynı din yalanı üç yerde helal kılar: Erkeğin rızasını sağlamak için eşine söylediği, savaş durumunda söylenen ve iki müslümanın arasını bulmakta söylenilen yalanlar…
Siyasetçiler de her bulduğu fırsatta yalanı bir araç olarak kullanmıştır. Birçok düşünür bu konuda kafa yormuş, yalanın siyasetin özünde olduğunu öne sürerek, siyasetçilerin ve devlet yöneticilerinin “devletin bekası” ve “toplumun selameti” için yalanlar söylemelerini meşrulaştırmaya çalışmıştır. 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin Irak’a müdahalesini meşrulaştırmak için başvurduğu yalan, yine Türkiye’de Gezi Parkı sürecinde gittikçe yayılan eylemleri durdurmak ve itibarsızlaştırmak amacıyla yandaş medya üzerinden kurgulan Kabataş saldırısı yalanı gibi…
“Yalanın Siyaseti: Yalanın meşrulaştırılması, hakikatin önemsizleştirilmesi ve hileli akıl yürütme teknikleri” adlı kitabında Yalın Alpay, Post-Trut (hakikatin gizlenmesi, yalanın meşrulaştırılması ve hileye başvurulması) kavramını tüm detaylarıyla ele alır. Alpay, bu önemli çalışmasında yirmi birinci yüzyılda yalanın siyasetçi ve yöneticilerin ortaklaşa inşa ettiği bir olguya dönüştüğünü dile getirerek, yeni olanın siyasetçilerin yalanlarının değil, kitlelerin buna verdiği tepki olduğunu belirtir. Böyle bir ortamda, destekçisi olan kitlenin inançlarına ve ön yargılarına uygun olduğu sürece liderin tutarsız savlar ileri sürmesi, yolsuzluk yapması, ekonomide, dış siyasette başarısız olmasının önemini yitirdiğine değinerek, bunların tümünün iç-dış düşmanlar, terör örgütleri, casuslar, ülkenin gelişmesini istemeyen seçkinler gibi çoğunlukla ‘icat edilmiş’ kesimlere yıkıldığını söyler ve yalanın felsefede “safsata” adı verilen hileli akıl yürütme teknikleriyle yapıldığını açıklar.
Felsefede safsata, bir düşünceyi ortaya koyarken ya da anlamaya çalışırken yapılan yanlış çıkarsama olarak tanımlanır. Safsatalar ilk etapta geçerli ve ikna edici gibi görülebilen, fakat yakından bakıldığında kendilerini ele veren sahte argümanlardır.
Diyarbakır HDP İl Başkanlığı binası önünde yaşananları buna örnek olarak verebiliriz. İktidar güçleri içine düştüğü büyük ve derin siyasi ve ekonomik krizi; konumunu kullanarak karşısındakini baskı altına almak, saldırmak ve yıldırmak yöntemleriyle saklamaya ve can havliyle toparlanmaya çalışıyor. Halkın öz iradesiyle seçtiği HDP’li belediye eşbaşkanları ve meclis üyelerinin yerine hukuk dışı uyduruk bahanelerle kayyum atıyor, direnişlerin önüne geçme amacıyla da anlaşmalı elemanlarını götürüp HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önüne oturtarak HDP’yi kriminalize ve tasviye etmeye çalışıyorlar. Kontrol altında tuttukları medyasından en üst kadrolarına kadar kurguladıkları bu pis oyunu hiç bir utanç emaresi göstermeden destekliyor, bunu yaparken de kullandıkları “anne”lerin evlatlarını bombalamaktan geri durmuyorlar.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre; 18 Eylül günü HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önünde oturanlara dahil olan bir anne, 4 yıl önce ortadan kaybolduğunu söylediği oğlunun 10 Eylül 2019 günü Diyarbakır’ın Dicle ilçesindeki Görese Dağı’na düzenlenen hava harekâtında katledildiği haberini oraya gittikten 6 gün sonra alıyor ve oğlunun cenazesini teslim almak üzere “eylem”ini sonlandırıyor. Cenazeyi alan aile, oğlunu memleketinde yakın akrabalarından başka hiç kimsenin katılmasına izin verilmeyen bir törenle gömüyor ve ailenin taziye evinde taziyeleri kabul etmesi dahi engelleniyor.
Bu da gösteriyor ki, kendi çıkarları için anneleri ve kadınları kullanan, onları itibarsızlaştırmak için her türlü yalana, dolana ve hileye başvuranlara asla güven olmaz.