Bermuda Şeytan Üçgeni olarak anılan saha, Atlantik Okyanusunda Kuzey Karibik, güney Florida, Porto Rico ve Bermuda arsındaki alanın adı.
Bu coğrafik alanın en ilgi çekici yönü kendi alanına giren cisimleri(Gemi, Uçak v.b.) iz bırakmayacak şekilde yutması, yok etmesidir.
Bermuda üçgeninin tahribatları lokal, yani bütün dünyaya zarar veren, bu vesileyle bütün dünyayı ilgilendiren bir sorun değil.
Buna karşılık izim yaşadığımız ‘Şeytan’ üçgeni Ortadoğu ise, cereyan eden her olayı, her negatif ve pozitif gelişmesiyle bütün dünyayı etkiliyor, harekete geçiriyor.
Bir diğer fark, Bermuda Şeytan üçgeni sınırlı ve uzun aralıklarla can ve mal kaybına sebep olurken, Ortadoğu üçgeni toplu katliam, soykırım, zulüm, baskı ve yok etme sürekliliği olan bir tahribat merkezi.
Ortadoğu halkları için Zaman, Mekan ve Yaşam sadece bir kavramdan ibaret. Bu kavramların reel yaşam içindeki yeri ve anlamı oldukça geçersiz.
Bu coğrafyada yaşayan, alt tabaka olarak ifade olunan insanlar küçük ölçekte, yaşadıkları ev, Köy ve Şehir üzerinde bir hak sahibi olmayan insanlardır. Büyük ölçekte ise ‘’Ülke,’’ ‘’Vatan’’ v.b. kavramlar için ölür, fakat özerinde yaşadıkları, ‘tapulu’ sınırları dahi olan bu toprak parçası üzerinde hiç bir hakka sahip değildirler.
‘’Ülke’’ ve ‘’Vatan’’ denen alanda kullanılacak hakların tümü yerelde bölgesel iktidarlar, uluslararası alanda ise, bölgesel güçlerin işbirliği halinde olduğu Emperyal güçler kullanır.
Yukardaki tanımlama Ortadoğu üçgeninde Sistem(Devlet) olma hakkını elde etmiş coğrafyada yaşayan halklar için ortak bir durum tespiti. Ama birde bu coğrafyada yaşayan, emperyal güçlere bağlılık temelinde de olsa dahi kendi devletleri olmayan halklar var. Kürtler gibi.
Ortadoğu ‘Şeytan’ üçgeninin yuttuğu, iz bırakmadan yok ettiği, yada yutulması ve yok edilmesinde geriye kalan bütün dünyanın sessiz kaldığı işte bu ‘’devletsiz,’’ korumasız ve sesini bir yere duyurmayan halklardır.
Kürt halkı bu halklardan biri ve en mağduru. Zira Kürtlerin Ortadoğu coğrafyasındaki ‘Şeytan üçgeni Türk, Fars, Arap sömürgeciliğidir. Bu Şeytan üçgeni Bermuda Şeytan üçgeninden binlerce kez tehlikelidir.
Bermuda Şeytan üçgeni bütün hava ve deniz taşıtları için tehlikeli saha olarak ilan edilerek bu sahada seyir halinde olan bütün araçlar uyarılır. Fakat Kürtlerin Şeytan üçgeni sahası uluslararası güçler tarafından korunaklı özel saha statüsüne alınmış. Bu sahada insanlık dışı gelişmelerin mücibi güçler kollanır ve korunur.
Katliam, Soykırım, zulüm, Talan, baskı ve insanlığa karşı suç işleme bu sahadaki egemen sistemlerin günlük rutinleridir.
DAİŞ denen insanlık belası bu sahanın yüz yıllık egemenlik sistemleri Türk, Katar, ve Suudi devletlerinin icadıdır. Bu belanın doğumuna ve büyümesine uluslararası güçler seyirci kalmış, hatta destek sunmuştur.
Arapların mezhep savaşları, Türk devletinin Kürt düşmanlığı, ABD, AB ve Rusya’nın çıkar hesapları sonucu insanlığa maliyeti ağır olan DAİŞ faturasının bedelini devletsiz Kürtler ödemiştir ve hala ödemeye devam ediyorlar.
DAİŞ terörünün AB ve ABD’ye sirayet etmesiyle, Kürtler bu çevreler için DAİŞ’e karşı savaşma gücü, kehren de ‘partner’ statüsüne girdi. Ama sadece Kehren.
Kendi yaratıkları olan insanlık belasına karşı canı pahasına savaş yürüten Kürtler bu çevreler için gerçek bir partnerlik statüsüne ulaşamadı. Çünkü bu çevreler bölgede devlet düzeyinde var olan partnerleri mi, Kürtleri mi tercihi noktasında devlet olan partnerleri tercih ediyor.
ABD’nin Türkiye ile sürdürdüğü ‘Güvenli’’ bölge görüşmeleri, Rusya’nın Türk devletiyle yaptığı askeri anlaşmalar, İran, Irak, Suriye devletlerinin Türk devletiyle gizli açık pazarlıkları bu ‘Partener’ tercih politikalarının bir sonucudur.
Ne ABD, ne AB nede Rusya Kürtleri Türk, Fars ve Arap devletlerine rağmen ‘partner’ olarak tercih etmiyor.
Bu, bu sahada oynan oyunun ve aynı zamanda reel politikanın bir yüzü. Ama diğer bir yüz ise Kürtlerin kendisi. Daha doğrusu bu oyunun kolay oynanmasını olanaklı kılan Kürtlerin kendisi.
Ortadoğu’da Kürtler kadar parçalı, bir birine karşı kullanılır hale getirilmiş, kendisinin ortak düşmanıyla kendi çıkarları, kendi aile, yada aşiret menfaati için birleşebilen başka bir halk ‘öncülüğü’ yok gibi.
Kürdistan’ın bölünmesini kader algı haline getiren, kendi kurtuluşlarının sesli dillendirilmesinin sömürgecilerini ürküteceğinden korkan, kendi sömürgecilerinin hassasiyetini kendi köleleştirilmiş durumlarının önüne koyan, dünyada başka bir halkta mevcut değildir.
Dünyadaki çıkar hesaplı reel politika gerçekliğine ek olarak, Kürtler bu handikaplarına rağmen ‘partner olarak görülebilir mi?
Ortadoğu’nun Şeytan üçgeninde Kürtler üzerinden büyük pazarlıklar yapılıyor ve gelecek yüzyılın politikaları oluşturuluyor. ABD’nin ‘Güvenlikli’’ bölge siyasetinde Türk devletiyle anlaşmaya varmış olması, ABD’nin Kürtlerin alehine bir takım anlaşmalar yaptığının bir göstergesi. Kapalı kapılar arkasında yapılan bu anlaşmanın pazarlık malzemesinin Kürtler olduğu açık. Kürtler için anlaşılması gereken, ABD’nin bu anlaşmayla Kürtleri hangi derece harcadığı.
Opsiyonlar içinde en öne çıkanları, ABD Erdoğan’a Fırat’ın doğusuna girme, Kürt ulusallığının beyni Kandile ele geçirme, yada Şengali, Maxmuru işgal vizesi çıkarmış olabilir. Bu ABD’nin Kürtleri ilk satışı değil. Kürtlerin pazarlık malzemesi olarak kullanılması, tekrarlanan bir tiyatro sahnesi gibi. Çok olağan üstü bir durum değil. Olağan üstü ve yürek burkan, diğer tarihi momentler gibi Kürtlerin bu süreci yine bölük pörçük ve bir birine karşı Cephelerle karşılıyor olmaları.
Üç parça Kürdistan’daki talep, ‘’statüye’’ kavuşmuş parçanın siyasetiyle uyuşmuyor. Güney parçasındaki siyasi hat, belki en azından siyasi üst yapıda Kürt ulusal birliğini sağlamanın önündeki başlıca engel.
Kürt siyasetindeki çok seslilik ve çok başlılık pratiğe, çok karışık, anlaşılması zor bir seslilik olarak yansıyor.
Bu durum ciddiye alınmama, yada gerektiği kadar kullanılmak için ‘ciddiye’ alınmadan başka bir işe yaramıyor.
Bu olağan üstü tarihi koşulların net politikası olmalı. Ya bağımsız birleşik Kürdistan, bu çözümün en zor yolu. Yada parçalar bir birinin işine burnunu sokmadan, sömürgesi oldukları devletin halkıyla sorunlarını çözmenin siyasetini benimsemeli bu dolaylı ama, bu da bir çözüm yolu.
Kürtler hem avantajlarla, hem de bir yüzyılı daha bağımlılık ilişkisi içinde geçirecekleri dezavantajlarla karşı karşıya.
Avantajı zafere, dezavantajı avantaja çevirecek tek güç Kürt ulusal birliğidir. Ne var ki Kürtleri kurtuluşa götürecek bu müthiş imkandan küçümsenmeyecek kadar uzak.
Şayet Kuzey- Güney Kore, yada Doğu Batı Almanya formülünü devre dışı bırakırsak, Kürtlerin ulusal kurtuluşu ve ülke olarak bir Kürdistan’a sahip olabilmeleri zor görünüyor. Kürdistan ve Kürt ulusal kurtuluş sorunu çözümü kolay olmayan iç ve dış sorunlar yumağı gibi.
Doğu-Batı Almanya savaşın, Güney ve Kuzey Kore ise soğuk savaşın ürünü idi. Kürt sorununa çözüm arayışlarında bu formülleri hesap dışı tutmak sanırım en akıllı hesap olacak. O zaman geriye sayın Öcalan’ın önerdiği çözüm önerisi tek reel gerçeklik olarak duruyor.
O zaman bütün parçalar sömürgesi oldukları devletin sınırları içinde ve oradaki halklarla Demokrasi düzleminde buluşarak devleti demokratikleşmeye zorlamalı ve demokratik ulus zihniyetini geliştirme ekseninde bir çözüm politikasına odaklanmaları gerekiyor. Tabii bu durumda da her parçadaki Kürt mücadelesinin siyaseti, o parçada mücadeleyi yürüten halka ve onun siyasi otoritesinin inisiyatifine bırakmak gerekiyor.
Kürt siyasetçileri tercihini açık ortaya koymalı. Kürt ulusal bağımsızlığına ulaşmak için hangi yol izlenecek? Bağımsız birleşik Kürdistan’ın kurtuluşu yolu mu, Yoksa her parçanın kendi sahasında yürüteceği demokrasi mücadelesiyle bir statüye kavuşması mı?
Bu tercihler netleşirse, hem ulusal sahada, hem de uluslararası sahada Kürtlerin siyaset yapma imkanları netleşir, siyaset ve diplomatik sahada başarı şansları da artar.