Savaş, dünyanın neresinde olursa olsun asla tasvip edilecek bir şey değildir. Zira savaşlar yeryüzünün üzerinde bir silindir gibi geçerek yaşama dair ne varsa hepsini gözü kapalı ezip geçiyor. Savaşlar bütün insanlığı olumsuz etkilese de çocuklar başta olmak üzere en çok kadın ve genç sivillere zarar veriyor. İnsanlar yaşamını yitiriyor, evler yıkılıyor, aileler dağılıyor. Ailesini ve sevdiklerini kaybeden savaş mağdurlarının psikolojisi altüst oluyor ve bu da toplum kıyımı anlamına geliyor. Savaş insanların yanı sıra doğada yaşayan bütün canlıları ve hatta tarihi eserleri de yok ediyor, dünyanın her yerinde ekonomik değişimleri ve politik belirsizlikleri de beraberinde getiriyor.
İkinci Dünya Savaşında sivil ölümler toplam ölümlerin üçte ikisi iken 1980 sonrası bu sayı neredeyse yüzde 90’a dayandı. Bunun nedenlerinden biri son süreçte yaşanan savaşların çoğunun birer iç savaş olmasıydı. Asker ve özsavunma yapan sivillerin karşı karşıya gelmesi durumunda siviller savaşın dolaylı hedefi olmaktan çıkıp kasıtlı hedef haline geliyor.
Savaş ve insan hakları ihlali son yüzyılda bir salgın halini alarak bütün insanların sağlığını tehdit ediyor. Savaşlardan sağ kurtulabilen çocukların ve yetişkinlerin psikolojisi bozuluyor ve bu onların başka sağlık sorunları yaşamasına da neden oluyor. Savaş bölgelerinden daha güvenli bölgelere geçen insanlar hiçbir zaman kendisini güven içinde hissetmiyor. Bu, tıpkı ölümcül bir depremin ardından artçıların beklenmesi durumuna benziyor. Savaş sendromu yaşayan insanlar dünyanın neresine giderse gitsin kendisini hep eksik ve hep tehlike içinde hissediyor. Savaşın en yıkıcı halini yaşayan insanlar gittikleri yerlerde içine kapanıyor, kendisini toplumdan izole ediyor ve ancak o şekilde kendisini güvende hissedebiliyor. Bu kişiler evden çıkmadığı, topluma karışmadığı, kendisini okula, doktora gitmekten ustaca alıkoyduğu için yaşama adapte olması mümkün olmuyor. Yaşamla koparılan bağ yeniden bağlanamadığında genellikle intihara yöneliniyor. Bugün dünyanın her yerindeki sığınma kamplarında yüksek sayıda intihar vakası yaşandığı halde bunlar görmezden geliniyor, sebepleri yok sayılıyor.
1995 verilerine göre dünyada her 200 kişiden birisi politik baskı veya savaş dolayısıyla yer değiştirmiş durumda. Savaşta ölen her bir askere karşılık bir sivil ölürken yaklaşık 15 kadar sivil yiyecek ve su başta olmak üzere diğer temel gereksinimlerini karşılayamadığından veya savaşın neden olduğu epidemik hastalıklar yüzünden yaşamını yitirmiş. İnsanların daha büyük bir çoğunluğu ise fiziksel olarak yaralanmış veya psikolojik olarak olumsuz etkilenmiş. Savaşlarda yaşanan ölüm ve sıkıntılar en çok en duyarlı kesim olan beş yaş altı çocukları etkilemiş. Çatışmalar esnasındaki çocuk ölümlerinin yüzde 5’i doğrudan travma nedeniyle, diğer yüzde 95 ise açlık ve hastalık sebebiyle olmuş. Çocuklar psikolojik ve cinsel travmaya maruz kalmış.
Şiddetle iç içe olan çocuklar bir süre sonra şiddeti kanıksıyor ve kısa bir süre içinde bir yaşam biçimi haline getirebiliyor. Dünyada en az 250 bin çocuk askerin olduğu varsayılıyor. Bunların binlercesi 15 yaş altı çocuklardan oluşuyor.
Bütün insanların barış içinde yaşaması mümkünken, barış içinde yaşamak artık gittikçe zorlaşıyor.
Son günlerde coğrafyamızda yine savaş tam tamları çalınıyor. Oy tabanı gittikçe eriyen, parti ve ülke içindeki çalkantıları durdurmak isteyen egemenler sınır dışı operasyonlardan medet umarak savaş çığırtkanlığı yapıyor. Aklı başında her insan nerede olduğuna bakmaksızın savaşlara ve işgallere karşı tavır almalıdır. Ne zamanki akrabalarımızın, sevdiklerimizin, tanıdıklarımızın olmadığı topraklardaki kıyımlara da sessiz kalmaz, onların acılarını da kendi acımız bilir, biraz olsun empati yapabilirsek ancak o zaman iyi bir insan, iyi bir devrimci, iyi bir dünyalı olmayı başaracağız.