Neredeyse her gün yazılı ve görsel basında kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ile ilgili birkaç haberlerle karşılaşıyoruz. Medyaya yansıyanlar kadar yansımayan, bilinçli bir şekilde basına yansıtılmayanların olduğu da ne yazık ki bir gerçek. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Haziran 2019 Raporu verilerine göre 2019 yılının ilk yarısında 214, sadece Haziran ayında ise 40 kadın sadece kadın olduğu için erkekler tarından öldürüldü. Raporda 2 kadının ekonomik bahaneyle, 9’unun da boşanmak istedi diye öldürüldüğü açıklandı.
Kadın katillerine sorulsa elbette onlarca bahane ileri süreceklerdir, fakat hiçbir bahane bir insanın/canlının hayatını sonlandırmak için mazeret olarak gösterilemez, gösterilse bile kabul edilemez. Zira, kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin gerçekteki tek sebebi erkeklerin çağlardır kadınlara karşı duyduğu nefrettir.
Kadına yönelik nefrete misojini denir. “Misojini – Dünyanın En Eski Önyargısı” adlı eserinde Jack Holland, erkekte cinsel arzuyla nefretin aslında içiçe geçtiğini, erkeğin içindeki bu çatışma nedeniyle kadın üzerinde tahakküm kurmaya çalıştığını veya ona zarar verdiğini yazar. Holland’a göre diğer bir sebep de insanın doğasındaki farklı olana karşı önyargı duyma güdüsünün erkeklerde kendilerine hiç benzemeyen kadına karşı korku yaratıyor olmasıdır.
Holland, mizojiniyi erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu iddia eden düşünce ve inanç sistemi olarak tanımlar ve misojininin kadınlara erkeğin tamamlayıcısı olacakları kişiliksizleştirilmiş bir rol biçtiğini ileri sürer. Bundandır ki erkekler her çağda kadınları evlere kapatarak, eve kapatamadığında örtülerin arkasına hapsederek denetim altında tutmak ister. Çünkü kadına duyulan nefret ve düşmanlık kadın bedeniyle de yakından ilgilidir.
Holland’a göre misojini milattan önce 8’inci yüzyılda insanların bütün günahlarının kadınlar yüzünden olduğunu öne süren söylencelerin anlatıldığı Doğu Akdeniz’de, Antik Yunan ve Antik İsrail’de ortaya çıkar. Holland, dinlerin ortaya çıkışının da mizojini tarihini önemli ölçüde etkilediğini belirtir. Tevrat’taki cennetten kovulma hikayesinde bütün suç Havva’nın üstüne atılır. Eski Yunan söylencesinde Pandora yeryüzündeki bütün hastalıkların ve mutsuzluğun sorumlusu olarak gösterilir.
Yazar, kadına duyulan nefretin başka bir göstergesi olarak onun doğurganlığının tahakküm altına alınmasını işaret eder. Çağlar boyunca dinler ve dinleri temsil eden kiliseler kadınların gebelikten korunmanın ölümcül bir günah olduğunu öğretir ve kadınlar bu haktan yoksun bırakılır.
Kadına yönelik nefret yaşadığımız bu çağda da dehşet verici boyutlarda. Bilim çağında hüküm süren cehalet o derece korkunç bir düzeyde ki, hala kız çocuk doğuran kadınlar sadece kız doğurduğu için küçük görülüyor, aşağılanıyor ve baskı görüyor. Birkaç gün önce Hindistan’ın Uttarakhand eyaletinin Uttarkashi bölgesindeki 132 köyde son üç ayda dünyaya gelen 216 bebek arasında hiç kız çocuğu bulunmadığı ortaya çıkınca cinsiyete göre gebeliğin sonlandırıldığı şüphesiyle soruşturma başlatıldı örneğin. Kadınların da bu suça alet edilmesi veya buna mecbur bırakılması ne korkunç!
Günümüzde kadınlar eril zihniyete karşı yürüttüğü amansız mücadele sonucunda bazı belli haklara sahip olsa bile kadın kazanımları akılalmaz saldırılarlarla karşı karşıya. Kadınların yaşam hakkı başta olmak üzere her türlü hakkı ve kazanımı büyük tehdit altında. Kadınlar yeni kazanım elde etmek yerine kazanılmış haklarını savunmak zorunda bırakılıyor uzunca bir zamandır, sadece kadın olduğu için saldırıya uğruyor ve öldürülüyorlar. Kadın başarısı istenmiyor, başarılı kadınlar görmezden geliniyor ve yokmuş gibi davranılıyor. Bunun altında sadece ve sadece kadına yönelik nefret yatıyor.
Eril zihniyet kadın özgürlük mücadelesinin önüne yüksek duvarlar örerek kadınları durdurmak, onların mücadelesini geriletmek istiyor, ama kadınlar her daim farkında oldukları özgüçleri, kendini donattıkları bilinç, inanç ve sürdürdükleri soluksuz direnişleriyle aşılamaz zannedilerin o duvarları da aşacaktır.