Kitap büyük oranda fay hattının doğusunda kalan Devrimci Yol’dan arkadaşlarımızla yapılmış kapsamlı söyleşiler içermektedir.
Erdinç’i yetmişli yıllarda örgüt içinde tanımıştım. Sessizce Elazığ’a örgüt toplantılarına gelip giden, yere sağlam basan sakin bir arkadaşımızdı. 1984 yılında Elâzığ 2 Nolu Askerî Cezaevi'ne getirilinceye kadar gerçek adını da kod adını da bilmiyordum. Bu da illegalitenin bize bir lütfuydu. Bu nedenle, her arkadaşımızla birinci defa örgüt içindeki kod adıyla, ikinci defa yattıkları cezaevlerinde ve yargılandıkları mahkemelerde gerçek adlarıyla tanışmış oluyorduk.
1984’de Erdinç’in 2 Nolu Askerî Cezaevi'ne getirilmesi ile örgüt dışında karşılaşmıştık. O zamanlar kendi çapımda resim çiziyordum. Erdinç’in ve hiç tanımadığım Nurhan’ın vesikalık fotoğraflarını bir araya getirerek, biri dışarıda, diğeri içeride olan iki sevgiliyi kâğıt üstünde bir araya getirmiştim. Nurhan boş durmamış, zamanı aşan bir vefa duygusuyla yıllardan sonra bu eylemime misilleme yaparak benimle eşim Berrin’in resmini yaparak karşılık vermişti.
Erdinç, anılarını kitaplaştıracağını dillendirdiğinde Tarihle Söyleşiler kitaplarında yapıldığı gibi kendi anılarını yazacağını sanmış, yine de olumlamıştım. Geleceğe yaşadıklarımız üzerinden bir şeyler bırakmak vicdani bir duruştu bana göre. Ancak Erdinç’in yazma eylemi ilerledikçe sadece kendi anılarını değil, o dönemi beraber yaşadığı diğer arkadaşlarımızı da Türkiye ve Avrupa’nın değişik ülkelerinde bulup söyleşiler yaparak dallandırıp budaklandırdığını fark ettim. Bu emek isteyen çabaya Yalçın Bürkev’in editöryal katkısı dahil oldu, kitap genişledi ve bir nevi Doğu Devrimci Yol kitabına dönüştü. Bu anlamda emeği geçen herkese ben de kendi adıma teşekkür ediyorum...
Bizde olduğu gibi bütün siyasetlerde Karadeniz’den Akdeniz’e, yukarıdan aşağıya bir fay hattından bahsedilir. Bu hat aynı zamanda o dönemin siyasetlerinin de bir nevi fay hattıdır. Her siyasetin bir batı yakası, bir de doğu yakası vardır. Döneme yukarıdan bakıldığında görülen durum aynen böyledir. Adına ‘ortak örgütlenme’ ya da ne denirse densin, ‘Doğu’, batıdaki mücadeleye entegre edilmesi gereken bölge olarak algılanmıştır demek yanlış olmaz.
Sivil faşistlere karşı direniş sıkıyönetim ve askerî cunta ile beraber gittikçe devlete karşı mücadeleye dönüşürken, 12 Eylül Askerî Darbesi’nin geleceği öngörüsü ve uyarılarına rağmen ona uygun yeni bir politik çizgi oluşturulamadı ve cunta sonrasında asıl öne çıkması gereken ‘Doğu’ kendi başına kalmış oldu. O kendi başına kalmanın sonuçlarını o günden bugüne yaşıyoruz. Geçmişte dünya sol kutuplaşmalarının dışında kalarak bağımsız bir çizgi oluşturmuş, Direniş Komiteleri gibi özgün örgütlenmeleri hayata geçirmiş bir hareketin bundan çok daha fazlasını yapması beklenirdi. Erdinç’in yazdığı Yüreğim Sol’madan tam da bunun neden yapılamadığı konusuna odaklanıyor ve soruna ‘Doğu’nun cephesinden bakıyor.
Bu anlamda, kitap büyük oranda fay hattının doğusunda kalan Devrimci Yol’dan arkadaşlarımızla yapılmış kapsamlı söyleşiler içermektedir. Mesela; herkesin bir önyargısı olduğu, Mahir Çayan’ın başsağlığı dileklerini yolladığı, Malatya’dan Kürt Mehmet (Mehmet Tekin) ilk defa kendi ağzıyla olanca samimiyetiyle o döneme ışık tutuyor. Benim bile ona ilişkin uzaktan oluşan bazı yargılarımı yıktı dersem ne demek istediğimi anlarsınız. Daha ortada hiçbir şey yokken Ankara’da Nasuh Mitap’la hareketi toparlamak için yaptıkları sohbeti, Oğuzhan Müftüoğlu’na gidişlerini merak edin derim. Taner Akçam’ın nasıl ve kimler tarafından yurt dışına çıkarıldığının ayrıntılarını da bu kitapta bulacağınızı söyleyebilirim.
Mehmet Biter hocamızın döneme ışık tutan anlatım ve değerlendirmelerini kendi anlatımıyla okuyabilirsiniz. İlkokuldan beri arkadaş olduğumuz Nazım Doğan’ın (Kürt İsmail) Elazığ’dan Dersim, Diyarbakır ve Adana’ya uzanan yolculuğunu, oradan da Suriye’ye geçişini, oradan tekrar Türkiye’ye dönüp bir süre sonra da yurtdışına çıkmak durumunda kalışını yine kendi anlatımıyla okuyacaksınız. Bu kitapta, Sedat Kesim’i, Mahmut Memduh Uyan’ı, Yaşathak Arslan’ı, İbrahim Ulutaş’ı, Ziya Uncu’yu, Ali Alfatlı’yı, Ali İhsan Pektaş’ı, Ali Demiralp’i, Muharrem Düzova’yı, Yasin Ketenoğlu’nu, Mehmet Ali Yılmaz’ı, Melih Pekdemir’i, Haşim Aydıncak’ı, Cemil Bal’ı, Hüseyin Çuhadar’ı ve bölgeye ilişkin değerlendirmelerini bulacaksınız.
İnsanlar olunca şehirler, ülkeler olmaz mı? Salihli, Ankara, Eskişehir, Erzincan, Malatya, Elâzığ, Dersim, Diyarbakır, Erzurum ve Kars’ın da ayak izlerini bulacaksınız bu kitapta. Erzurum’da Mahmut Yıldırım’ın anılarının sizi dipdiri karşılayacağını göreceksiniz.
Erdinç’in Necdet Erdoğan Bozkurt’a ‘Sen okuldaki çatışmalara gelme. Çatışmada sen vurulursan Dev Genç lideri vuruldu, ben vurulursam Tek Der Başkanı vuruldu diyecekler.’ Demesini, Necdet’in bu teklifi gülümsemesi gözlerinden bütün yüzüne yayılarak kabul etmesini okuyacaksınız.
Erdinç’i Aşkale’de çocukluk arkadaşı bir subayın kendi evinde neden misafir ettiğini ve lise yıllarında tanıdığı bir kız arkadaşının nişanlısı tarafından öldürüldüğünde mezar ziyaretine gitmesini ve dönerken geriye neden bakmadığını da öğrenmiş olacaksınız.
Tıpkı her birimizin yaptığı gibi, Erdinç’e verilmiş bir hayatı onun bin bir çabayla nasıl devrimcileştirdiğini okuyacaksınız bu kitapta.
* Bu yazı aynı zamanda Yüreğim Sol’madan kitabının sunuş yazısıdır.