Bana sorarsanız Yusuf Cengiz hocamızın zamansız aramızdan ayrılması, eğer varsa tam bir Tanrı cinayetidir...
Bir şehirde biri vurulunca o acı hepimizin acısı olur birden. O acıyı giyeriz hemen o anda, hatıralarımız gözlerimizin önünden onu geçirir. Kimsenin çıplak gözle göremeyeceği onun acısının ağırlığı çöker omuzlarımıza. Çakılmış çivi gibi olduğumuz yerde kalırız. Sevinçlerimizin elleri önlerinde bağlı, başları öne eğik o acıya duyulan saygıyla geri çekilip öylece dururuz orada. Bıçak atsan bir damla kanımız akmaz o anlarda. O şehir birden boşalmış gibi, kendimizle baş başa kalırız.
Şehirlerin tavan araları olmadığı için o acıyı saklayamazlar. Dersim’in hiç yoktur, gözyaşlarını silecek zamanı bile olmamıştır. Bir yerde vurulmuş, bir yerde sürgün vagonunda ağlamış, bir yerde hayatına uzak şehirlerden bakmıştır. Çocukken hep karıştırdığımız nenelerimizin eski sandığında da bulumayız o acıdan izleri, biz büyüyelim diye saklanmış. O acıları sırtlayıp çok uzaklara da götüremeyiz. Öylece ardından baka kalırız. Yusuf Cengiz hocamız hiç beklemediğimiz bir anda, bizi ardında bırakıp gitti ve biz duyar duymaz çivi gibi çakıldık olduğumuz yere.
***
69-70 öğretim yılında Tunceli Öğretmen Okulu’nun yatılı bölümünü kazandığım yıl Yusuf Hoca’yla tanışmıştık, o benim gibi yatılı değil her okul çıkışı evine giden bir öğrenciydi. Mazlum Doğan ve Mehmet Ekşi’yle aynı dönemin öğrencileriydik. 12 Mart askerî darbesinin ağır baskısı ve okula dışarıdan getirilmiş faşist öğrencilerin Milli Güvenlik Hocası Fehmi Altınbilek’in de desteğiyle biz yatılı öğrencilere hayat bir cehenneme çevrilince, ikinci yılımda okulu bırakmak zorunda kalarak öğretmenlik hayallerime noktayı koymuş, çekip gitmiştim. Hayatımıza geri çekilmek dışında pek bir şansımız da yoktu o zaman.
Otellerde, kentlerde baraj şantiyelerinde çalışıp Elazığ’a döndükten sonra Tunceli’ye dışarıdan lise bitirme sınavlarına gittiğimde Yusuf Hoca’mla yeniden karşılaşmıştım. Mezun olarak öğretmen olmuş ve Töb-Der’de devrimci öğretmen grubu içinde yer almıştı. Eski okuldaşım yeni yoldaşım olmuştu. Biz öğretmen okulu öğrenciliğimizden çok, yaşadıkça yakınlaşacaktık onunla. Ve her döndüğümde onu Dersim’de bulacağımı zaman öğretmişti bana.
Bir kente verilmiş bir söz gibi durdu hayatında. 12 Eylül’ün ağır baskıcı koşullarında, Vali Kenan Güven’in kenti Sünni yapmak için her ilçeye yaptırdığı cami, çocukların toplatılıp imam hatip okullarına yollandığı dönemlerde bile kendi derdine düşerek kenti terk etmeyip, naif ama asla boyun eğmeyen tavrıyla durdu orada.
Bu karanlık dönemin ardından, biz cezaevlerinde yazarlığa daha yeni adım atarken, o hepimizden önce ‘Her Yönüyle Tunceli’ kitabıyla yazarlığa bizden önce başlayan bir arkadaşımızdı. 12 Eylül’ün yarattığı inanç erozyonu karşısında Dersim’in inançları, ziyaretleri, efsanelerini toplayarak kendince bir direnç noktası oluşturmaya çalışmıştı.
Yusuf Cengiz hocamın Dersim merkezde bir kırtasiye dükkânı açtığını cezaevinde siyah beyaz kartpostallar çizdiğimde haber almıştım. Çizdiğim kartpostalları almış, dayanışma için satmıştı. Selamını almış, selamımı yollamıştım. O zamanlar içeride bir selam almak, kalben bir hatırlamaydı, alıp selamını başımın üstüne koymuştum.
Dersim merkezdeki dükkânına gitmişseniz, onun koltuğunun arkasında sakallı haliyle bir siyah beyaz fotoğraf görürsünüz. Yusuf Hoca’nın okuduğu okul jandarmaya devredilince anıları orada bitirmemişti, o binada günlerce sorgulanacak, insanlığından çıkarılacaktı. İşte o fotoğraf oradan çıkar çıkmaz çektirdiği fotoğraftır. Fotoğrafı sorsaydınız ona, siyah beyaz duygularla değil, gözleri gibi renkli ve gülen bir yüzle anlatırdı size, üstüne insanın içini ısıtan iki de kahkaha atardı.
Biraz daha geriye gidersek, Fatsa’da Terzi Fikri’nin belediye başkanı seçildiği seçimde Dersim’de de Devrimci Yol’dan arkadaşlar olarak Seydali Güneş’i belediye başkanlığına aday göstermiş, seçimi 13 oyla kaybetmiştik. O özlediği hayatı bilinmez bir zamana ertelemeden bugünden yaratanlardan biriydi. O, yaşayıp geldiği bir geçmişi hedefine koyduğu bir geleceği olanlardandı. Varlığı kimseye yük değildi ama yokluğu hepimizin eksikliği oldu.
Yine o dönemler, babam benden dolayı Mardin’e sürgün edilmiş ardından Danıştay’da açtığı davayı kazanınca tayinini Tunceli merkeze aldırmıştı. O zamanlar babamın benimle arası limoni olsa da arkadaşlarımla ilişkileri balım gülümdü. Dersim’deki bütün arkadaşlarım gibi Yusuf Hoca da babama arkadaş olmuştu. Babam yetmemiş, tayini Dersim’e çıkan öğretmen kardeşim de eklenmişti bu arkadaşlığa. Ben oradan ne kadar uzaklara gitsem de bizi durmadan yakınlaştıran bir halin içinde yaşıyorduk Yusuf Hocam'la.
12 Eylül sonrası, bizler cezaevlerinden çıktıktan sonra eski arkadaşlarımızın kurucuları oldukları ÖDP’nin Tunceli İl başkanlığı görevini üstlendi. Kendini ne gizledi ne de başının çaresine bakmanın yoluna gitti. Durduğu yeri ve savunduğu durumların kendince meşruluğunu öne çıkarırdı. Devletin her katında yaptığı ziyaretlerde ve görüşmelerde Dersim’i, Dersim’in sorunlarını o meşrulukla konuşur, aktarır, çare arardı.
94 gıda ambargosu ve köy boşaltma döneminde Dersim’i terk etmeyen mevsimler gibi hiç sitem etmeden hep oradaydı. Munzur üstünde barajların yapılmaması çalışmalarının sorumluluğunu omuzlarına alıp Türkiye’yi şehir şehir, Avrupa’yı ülke ülke dolaştı. Bir araya gelmeyecek gibi duran bütün kurum ve kuruluşları bir amaç için bir araya getiren de yine onun birleştirici kişiliğiydi.
Issız köy yollarında yaptırdığı çeşmelerden su içen terli yolcular ve kuşlar fısıltıyla da olsa eminim teşekkür etmişlerdir ona. Oralarda, o çeşmeler kurumayıp aktıkça, akan su gibi berrak bir biçimde hep yaşayacaktır sevgili hocam.
Geleni karşıladı ve hakkıyla ağırladı. Gideni uğurladı. Bu yetmezmiş gibi gittiği şehirlerde mutlaka dostlarını bir yemekte bir araya getiren yine oydu. Takılır, şakalar yapar ardından kahkahasını basınca kalbimiz dost sevgisiyle ısınır, yüzümüzde güneşler açardı. Şimdi onun yokluğunu koyacak yer bulamıyorum.
İlkinden tutun da sonuncusuna varıncaya kadar Munzur Festivali’nde bizleri ilk karşılayan ve uğurlayan olmuştu her zaman. Biz bir sarkaç gibi gidip gidip dönerken Dersim’e, o dalına kuşların tünediği bir meşe ağacı gibi hep oradaydı ve her gittiğimizde serin bir gölge gibi bizi karşılardı. Gölgesini de alıp beraberinde götürdü, kaldık gölgesiz.
Evet vurulup sere serpe yere düşerek dünyasını değiştirmedi, ömrünü doldurup da gitmedi. Önünde daha hep beraber yaşayacağımız günlerimiz, gecelerimiz, sevinç ve hüzünlerimiz vardı. Bana sorarsanız Yusuf Cengiz hocamızın zamansız aramızdan ayrılması, eğer varsa tam bir Tanrı cinayetidir...
(*) 11 Mart 2018 günü hayatını kaybeden, Tunceli Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Cengiz’in oğlu Hüseyin Cengiz tarafından yayına hazırlanan, sanatçı ve yazar dostlarının onunla ilgili yazıların yer aldığı ‘Ailemizin Yusuf Hocası’ kitabı için yazığım yazıyı, anısına saygıyla sizinle paylaşmak istedim.
Yusuf Cengiz 1. yıldönümünde, 11/03/2019 Pazartesi Günü saat 12:00'de Dersim’de mezarı başında anılacaktır.