İmralı Adası, Marmara Denizi'nde ve Bursa ili sınırları içinde bir adadır. Yukarıdan kuşbakışı bakıldığı zaman bir kum saatini ya da 8 rakamını andıran adanın yüzölçümü yaklaşık olarak 10 kilometrekaredir.
Osmanlı Padişahı Orhan Bey'in komutanlarından Kaptan Emir Ali adayı Bizanslılardan alınca, adanın "Kalolimnos" olan adı "Emir Ali" olarak değiştirilir ve bu isim zamanla İmralı'ya dönüşür. 20. yüzyılın başlarında adada Rum halkı yaşarken, 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması'ndan sonra 1924 yılında ada halkı nüfus mübadelesi ile zorunlu olarak Yunanistan'a gönderilir ve bunun üzerine ada bir süre boş kalır.
Adanın boşaltılması üzerine 1935 yılında Türkiye'nin ilk yarı açık cezaevi burada kurulur. Fahri Usta adındaki bir inşaat ustası hükümlüye yıkık haldeki bir kilisenin duvarları onartırılarak harabe kilise cezaevine çevrilir ve cinayet suçundan hüküm giymiş 50 tutuklu buraya getirilir. Bu mahpuslar adada tamamen serbest olarak ziraat işleriyle uğraşır ve kazandıklarıyla kendilerini geçindirirler.
İmralı Adası, 27 Mayıs 1960 Darbesi'nden sonra iktidardan uzaklaştırılan Demokrat Parti yönetiminin 1960-61 yıllarında Cunta'nın kurduğu özel bir mahkemede görülen "Yassıada Yargılamaları" davası ile Türkiye gündemine gelir. Yargılama sonucu idam cezasına çarptırılan Demokrat Parti döneminin başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan 17 Eylül 1961 tarihinde burada idam edilirler ve naaşları tam 29 yıl İmralı Adası'nda tutulduktan sonra 1990 yılında İstanbul'da yapılan bir anıt mezara nakledilir.
15 Şubat 1999 tarihinde uluslararası bir komplo ile Kenya'da kaçırılan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın adadaki Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi'ne nakledilmesiyle İmralı Adası ve buradaki cezaevi bir kere daha gündeme geldi. Sayın Öcalan'ın adaya getirilmesiyle bu cezaevi tamamen boşaltılarak tutuklular başka cezaevlerine gönderildi. Adada 1 cezaevi müdürü, 3 müdür yardımcısı, 34 infaz koruma memuru, 1 doktor ve 700 Jandarma Komando bulunuyor. İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi'nde yaklaşık 11 yıl tek başına kalan Kürt Hareketi Önderi'nin yanına Kasım 2009'da, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiş 5 siyasi tutuklu gönderildi. Dolmabahçe Mutabakatı'ndan sonra Erdoğan'ın masayı devirerek çözüm sürecini bitirmesi üzerine bu tutukluların Mart 2015'de hiç bir gerekçe gösterilmeksizin apar topar başka cezaevlerine sürgün edilmesiyle Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit farklı bir boyut kazandı.
27 Temmuz 2011 itibariyle avukatlarıyla, 6 Ekim 2014 tarihinden beri ailesiyle görüştürülmeyen sayın Öcalan'dan 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana haber alınamıyor. Ada sivillere tamamen kapalı ve adaya 5 milden fazla yaklaşmaksa yasak.
Kürt halkı gerek Türkiye’de gerekse de yurtdışında, Önderliği üzerindeki tecride dikkat çekmek için günlerce süren çadır eylemleri, yürüyüşler ve özellikle tüm cezaevlerindeki PAJK ve PKK'li tutukluların açlık grevleri yapmalarına rağmen hem Türk devleti hem de uluslararası kuruluşlar olan Avrupa Konseyi (AK) ile İşkencenin ve İnsanlıkdışı veya Onur Kırıcı Muamele ve Cezanın Önlenmesi Avrupa Komitesi (CPT) yıllardır sürdürdüğü sessizliğini koruyor. Oysaki 1987 yılında kabul edilerek 1989'da yürürlüğe giren "İşkencenin ve İnsanlıkdışı veya Onur Kırıcı Muamele ve Cezanın Önlenmesi için Avrupa Sözleşmesi" uyarınca oluşturulan bu insan hakları komitesinin İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi'ni ziyaret ederek hazırlaması gereken raporlar ve bu raporlarda yer alması gereken tavsiyelerle işkencenin önlenmesi için uluslararası bir denetim sağlaması, içinde bulunulan mevcut koşullarda herhangi bir iyileştirme yapılmaması durumunda da konu hakkında kamuoyuna bir açıklama yapması gerekiyor.
Gerek Avrupa Konseyi olsun, gerek İşkenceyi Önleme Avrupa Komitesi (CPT) olsun, bu güne kadar Kürtlere verdiği sözleri hiç bir şekilde yerine getirmediler. Daha bir kaç hafta önce Öcalan'a Özgürlük İnisiyatifi ve Avrupa Kürt Kadın Hareketi TJK-E öncülüğünde önce Fransa'nın Strasbourg kentinde Avrupa Parlementosu, ardından da Belçika'nın başkenti Brüksel'de AB Konseyi önünde günlerce çadır eylemleri yapılmış, birçok yetkiliyle görüşülerek konu hakkında dosyalar ve toplanılan binlerce imza yetkili kişilere sunulmuştu. Ki Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan bu eylemlerden o kadar büyük bir rahatsızlık duymuştu ki, 18 Mart'ta Çanakkale'de yapmış olduğu konuşmada hem eylem çadırını hem de Avrupa Birliği ülkelerini "Brüksel'de ya da AB'nin herhangi bir şehrinde bu bombaların patlamaması için hiç bir sebep yok" diyerek hedef göstermişti. Bunun üzerine önce eylem çadırı Türk faşistlerince yakılmış, dört gün sonra da Brüksel'de peşpeşe 5 canlı bomba kendini patlatarak 34 sivil insanın ölmesine, yüzlerce kişinin de yaralanmasına sebep olmuştu.
İmralı'da uygulanan tecrit ulusal hukuka da, uluslararası hukuka da aykırı ve insanlık dışıdır. Avrupa Konseyi ve CPT üstüne düşen görevleri acilen yerine getirmek zorundadır. Onların bu keyfi tutumları Kürt şehirlerini enkaz yığınına çeviren Erdoğan'ı dünya devletlerinin de başına bela ediyor ve edecektir. Türk devletinin Kürtlere dayattığı çözümsüzlük politikası artık bir son bulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki ne Türkiye'de ne de bütün dünyada Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'sız bir barış asla mümkün değildir.
314