Yandaş gazeteleri okuyunca bir bakıyorsunuz bütün dertlerinizi unutmuşsunuz. Zira okudukça içinde bulunduğu mevsimin sonbahar olduğundan bile şüpheleniyor insan. İlkbaharda zannediyor kendisini tarifsiz bir neşe içinde. Şu “densiz” ağaçların yapraklarını sarartıp teker teker yere düşmesi kesinlikle dış güçlerin işi demekten kendinizi alamıyorsunuz. Dış güçlerin bunda bir parmağı yoksa, olay “psikolojik”tir kesin. Hele bir de bu “şaşkın ve dengesiz” ağaçların kışın ortasında çiçeklendiğine şahit olmuşsanız, bir başka görünüyor her şey gözünüze.
Türkiye’nin iç ve dış arenada yaşadığı büyük ekonomik krizle ilgili en son Türk Adalet Bakanı Abdulhamit Gül “ekonomik kriz yok, olay psikolojik” dedi. Normalde bir Adalet Bakanı’nın adaleti ilgilendiren konular hakkında konuşması beklenir ama nerde?
Hollanda’da geçen yıl altı cezaevi kapandı. Daha önceden de Hollanda’da 2009 yılında 8, 2014’de ise 19 cezaevinin kapısına yeteri kadar mahkum bulunmadığı gerekçesiyle kilit vurulmuştu. Hollanda devletinin cezalandırma yerine rehabilitasyon çalışmalarına yönelmesi ve tahliye sonrası suçlulara iş sağlaması bunda oldukça etkili olmuş.
Türkiye’de ise tam tersi. Hatta çok daha feci.
Devlet yetkililerinin seçim zamanlarında gittiği çoğu yerde oraya cezaevi açma vaadinde bulunduğu ve bunu söyleyenin çokça alkış aldığı bir ülke Türkiye. Okulların hızla kapatılıp büyük bir iştahla cezaevlerinin açılması son derece normal görülüyor. 2023 yılına kadar açılması planlanan 228 cezaevinden 38’i faaliyete geçmiş durumda. Bunun sebebi belli bir sayı kapasitesi olan koğuşlara daha yüksek sayıda konulmuş tutukluların daha insani koşullarda yaşamasını sağlamak değil elbette.
Siyasi tutukluların bulunduğu cezaevlerinde yaşanan baskı, şiddet ve hak ihlalleri artık Türkiye’nin rutini haline geldi. Tutsaklara gazete, kitap ve mektupları verilmiyor, onların yazdığı mektuplar dışarı çıkarılmıyor. Ailesinin yaşadığı kentten çok uzaktaki cezaevlerine gönderilen ve ikide bir bir bahane bulunarak sürgün edilen tutsaklara her seferinde onur kırıcı bir uygulama olan çıplak arama dayatılıyor. Dayatmalara karşı çıkan siyasi tutsaklar açlık grevleri yaptığı halde, sesini dışarıya duyuramıyor. Kıt koşullarda çocuklarının ve yakınlarının ziyaretine gidebilen aileler jandarma ve gardiyanların engelleme, hakaret ve kötü muamelelerine maruz kalıyor.
Türkiye’de son bir yılda ahlak düzeninin şiddetle reddettiği, toplumun çok büyük ahlaki tepkiler gösterdiği rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, inancı kötüye kullanma, hileli iflas gibi yüz kızartıcı suç oranı yüzde 73 artmış durumda.
Çocuklar artık kendi küçücük köyünde, evinin önünde oynarken “birden bire” ortadan kayboluyor, bir süre sonra cansız bedeni ya bir kuytuda bulunuyor ya da hiç bulunamıyor. Suça meyilli insanlar kontrol altında tutulmuyor, suç işlemiş kişiler rehabilite edilmiyor, bireyi suç işlemekten alıkoyan hiç bir tedbir alınmıyor. Önlenebilinir suçlar konusunda parmak kıpırdatmayan devlet müjdeleye müjdeleye cezaevi yaptırıyor, güle oynaya cezaevi açılışı yapıyor.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de ısrarla gündeme getirilen af konusu var. Teklif edilen af tasarısı kimleri kapsıyor? Rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık başta olmak üzere her türlü yüz kızartıcı suça bulaşmış olanları. Normalde devlet sadece kendisine yönelik suçları affedebiliyor, ama hazırlanan tasarıda birçok suç af kapsamına girerken devlete karşı işlenen “suç”lar kapsam dışı bırakılmış. “Kadına yönelik şiddet veya kadın cinayetleri” ismini ağzına almasalarda toplumun bir kesimine “şirin” gözükmek için eril şiddet kapsam dışı bırakılmış. Erkek şiddetinin temel kaynağı cezasızlık olduğuna ve bu af tasarısıyla diğer şiddet suçları cezasız bırakıldığına göre tasarının kabul görmesi durumunda kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri daha da artacak demektir.
Görüldüğü gibi bütün bu sorunlar Türk Adalet Bakanı’nı zerre kadar ilgilendirmiyor. Onun şu anki en önemli görevi halkı bir ekonomik krizin olmadığına ikna etmek.