Anul Maalouf “Semerkant” adlı kitabında Alamut kalesinde uyuşturucu ve kadın alemlerinin yaşandığını kesinlikle ret ederken, Marco Polo seyahatnâmesinde ve birçok farklı tarihçi Haşhaşilerin madde bağımlısı olduğunu, uyuşturucunun etkisinde kadın alemleri ile cenneti tattırmak adına göz boyayıp kendilerine bağladığını yazmakda.
Tabiki Marco Polo`nun hiç Alamut kalesine gitmediği ve bu tür yalnış bilgilerlerle Sabbah`ı Batı`ya yalnış tanıtdığını, aslında Sabbah`ın eşitçe bir yaşam yaratmak için savaşdığını, fedailerinin bu davaya inancından dolayı suikast emrini yerine getirmek için canını vermekden kaçınmadığını iddia eden taraf gerçeğe daha yakındır, lakin ortak bir fikrin halen olmadığını, ayreten iki bakışda iki ayrı uçda durduğununda kabul etmek gerekir. Bizim ise tartışmak istediğimiz dinin etkisi ile yapılan suikastlardır. Yine kabul edilmesi gereken şudur ki, İsmaili fikri insanın üzerinde çok baskın olmasıdır. İmam`a biaat etmeyen dinden çıkar gibi vazgeçilmez ilkelerininde mevcutdiyetini kabul etmek gerekir. Ayretten tartışılmaz gerçeklerden biride Hasan Sabbah`ın kendini son peygameber Seyduna olarak ilan etmesi ve ona verilmiş kudret ile fedailere cennetin kapılarını açacağını vaad etmesidir ve mutlaki biaat edilmesi gerekirdi. O dönemlerde 50`e yakın suikastlar gerçeklestirilmişler ve suikastı gerçekleştirdikden, sonra emir edildiği gibi olay yerinde kalıp paramparça edilmelerini beklerlerdi.
Özellikle suikastlar halka açık ve genelde yoğun olduğu pazar, carşı gibi yerlerde gerçekleştirilirdi. Buradaki amaç tabiki Hasan Sabbah`ın herkese muritlerinin efendilerine ne kadar sadakat ile bağlı olduğunu, onun için canını verbileceklerini ve ölümden korkmadıklarını göstermekdi. İşte bu methotlar Hasan Sabbah`ı halkın gözünde yenilemez kılıyordu.
Tarihde Hasan Sabbah`ın methotlarına ters düşen insan sevgisi ve şairliği ile bilinen İran, Nişabur`lu Ömer Hayyam (d.18 Mayıs 1048 –ö.04 Aralık 1131) yaşamaktaydı.
Ömer Hayyam şairliğe sevdalı olduğu gibi, Matematik, Felsefe, Doğa Bilimleri, Toplum Bilimleri, Astronomi, tasavvuf gibi konularada aşinaydi. Yeteneği ve bilgeliği Selçuklu İran Sultanı Melikşah`ın kulağina bile gitmişdi. Sultan`ın emri üzere isimli cetveli hazırlamışdı ve bugün bile halk arasında Hayyam`ın takvimi diye anılır.
Meşhur rubaileri ile taninan Hayyam hurafilere, yobazlara olan tepkilerini şiir diliyle anlatmış ve zalimliğe, adaletsizliğe isyan etmişdi. Kendisi Mutezile denilen bir akımın görüşüne sahibdi. Mutezile „ayrılanlar“ anlamına gelir. İslam’ın görüşlerinden ayrılanlar ve farklı düşünenler Mutezile görüşü altında yeni bir akım başlatmışlardır. Bu akıma göre insanın iradesi, tamamen insanın kendisine aittir. Bu bağlamda insan, iradesini kendi özgür kararlarıyla oluşturur.Mutezilcilere o dönemlerde dinsiz derlerdi, fakat konumuz ateist olup olmamaları değil. Ömer Hayyam`da Hasan Sabbah gibi sistem tarafından mağdur edilmiş bir toplumdan gelmiş bir kişidir, fakat humanist kişiliğini her daim muafaza eden, insanın özgürlüğünü savunan ve bu uğurda verilebilecek savaşın, Sirf İmam`a biaat eden kişilerle değil, özgür irade ile mümkün olduğunun kanısındaydi ve hayatının sonuna kadar bunun mücadelesini vermişdi.
Ömer Hayyam doğru yaşam için kişisel tutkuları ve hırslarına köle olmuş kimselerin buyruğu altına girmenin doğru olmadığının kanısındaydı ve bu nedenle sarayda vaad edilen makamları kabul etmediği gibi Alamut kalesine davet eden Sabbah`ın tekliflerinide ret etmişdi, çünkü Hayyam`a göre iki tarafda hırsların kölesi olmuşdu.
Gençliğinde Isfahan`da Ömer Hayyam ile tanışan Hasan Sabbah`da Hayyam`ın bilgeliğinden haberdardı ve tabiki yanında yer almasını istemişdi. 1090 yılında Alamut kalesinde örgütünü kurup müritlerinin efendisi oldukdan sonra Hayyam`ı kalesine davet ederek büyük vaadler karşılığında ortak hareket etmeyi teklif eder. Ömer Hayyam ise hiç düşünmeden ilkelerine sadık kalacağına ve din istismarı ile insanların kanına girmeyeceğini, zalime karşı mücadelesinde asla zalim olmayacağını belirtip orayı terk eder. Bu görüşme onların son görüşmeleri olmuşdu. Hayyam ise kanaat eden bir kişiydi ve gücünü hayata, yaşama ve insanlara olan sevgisinden aliyordu. Sevgi ve aşk ile Hayyam insanların kalplerini feth edip ölümsüz olmayı başarmışdı.
Atıflarındaki sert eleştiriler:
Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde: Senden ayığız bu sarhoş halimizde. Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı: İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?"
Cennet vaatlerine bir çift söz:
"Yaşamanın sırlarını bileydin Ölümün sırlarını da çözerdin; Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: Yarın, akılsız, neyi bileceksin?"
Her ne kadar Sabbah şiiliği (İsmaili) sonradan benimsemiş olsa bile günümüzdeki İran`ın Molla rejiminden ve özellikle yakın tarihde (1964`lerda) Şah tarafından sürgün edilen ve 1979`larde devrim yapıp İran iktidarını ele geçiren Ayetullah Humeyni`den pek farkı yok demek çok yalnış bir tespit olmaz. Öte yandan ateist olarak bilinen Ömer Hayyam humanist kişiliği ve insanlara yaklaşım biçimi ile alevilerin yaşam felsefesine daha çok benzeyen bir yaşam sürdürmüşdü.
Aleviliğin yaşam felsefesi sevgiye, kardeşliğe dayanir. Toplumsal kardeşliği savunan, din, dil, irk, mezhep ayrımı yapmayan bir komün sistemidir. Alevilik, bağımsız düşünceye, özgür davranışa, çağdaş olmaya uygun bir yaşam biçimidir. Bu bakış açısı alevilerin yaşam felsefesini oluşturur. Adaletsize, zalime karşı Hayyam`ın rubailerini yazması gibi alevi toplumuda türküler, deyişler ve ezgilerle tepkilerini dile getirirler.
Tarihde Ömer Hayyam işte bu ilkelere Melikşah`ın sunni otoritesine karşı koymuşdu. Sabbah`ın intikamcı çabalarına bir alternatif yolu seçmişdi Hayyam. Kin, nefret ve intikam duyguları yerine insanların içinde özgürleşme arzusunu,sevdasını, insanı tedavi edercesine, uyandırıyordu. Zalime karşı insan sevigsinde ısrar en etkili silahdı şüphesiz. Moğollar 1256 yıllarında İranı ve tabiki Alamut kalesini kuşattıkdan sonra Haçlıların yardımları ile Haşhaşiler Suriye’ye yerleştiler. Haçlılar bu örgütü Müslümanların aleyhinde kullanıp Halep’i ele geçirdiler ve bunun karşılığında Haçlı ordusu Simak dağında ikamet etmelerine müsaade ettiler. Kullandılar derken Sabbahcılar para karşılığında suikast gerçekleştiriyordu. Bu nedenle Mısır seferlerinde Sultan Selahaddin Eyubi ile karşı karşıya gelmişlerdi.
Sultan Selahaddin Eyübi (Melik el-Nasır Ebu'l Muzaffer Selahaddin Yusuf bin Necmeddin Eyyub) Mısır seferindeyken Haclılar yine Sabbahcıları devreye sokar. Hatta birkeresinde ordu komutanları ve devlet adamları ile son derece korunan sarayda kalan Selahaddin’i Eyyubi; kapısında fedai askerler nöbet beklerken yatak odasında sabah uyandığında yastığının üstüne kanlı bir hançer ve bir not bırakıldığını görür. Notta şunlar yazıyordu:
“Ey Selahaddin! Ne kadar kapalı kapılar arkasına saklanırsan saklan, ne kadar nöbetçi koyarsan koy eninde sonunda hak ettiğini bulacaksın. Adın kadar emin ol buna, haddini bil”.
İşte böyle bir not ile tehdit edilirken Eyubi Haclilara karşı savaşmakdan vaz gecmediği gibi savaşında kardeşlik ve adalet ilkelerinede sadık ve bağlı kaldı. Özellikle Mısır`ı feth ettikden sonra hıristiyan halkına zarar vermeden Mısır`ı terk etmelerini sağladı. Bu erdemlik Haclıları ve tüm hıristiyan alemini kendisine hayran bırakmışdı.
900 yıl önce Sultan Selahaddin Eyubi, bugün ise Şengal ve Kobani direnisleri IŞİD ve DAİŞ`in gücünü yine kardeşlige, özgürlüğe ve insanlara olan sevdaları ile ve en önemlisi özgür iradeleri ile yıkdı .
Kin, nefret ve hırsın pan zehiri Ömer Hayyam `ın rubaileri iken, günümüzdede IŞİD ve DAİŞ cetelerinin pan zehiri alevi toplumun aşk, sevgi ve kardeşlik ilkeleridir. Irkci, nefret ve kin tohumlarini ekmelerine izin vermemenin tek yolu insani ilkelerde ısrardır.
Topluma bu çeteler virüs gibi yayılırken toplumu koraybilmek için alevi toplumu öncü rolünü oynamalıdır. Alevi toplumun halen fikir birliğini oluşturamaması güçünü zayıflatdığı gibi eylemlerindede sınırılı bırakmışdır. Bu handikab ile yüzleşmeleri ve güçbirliğinin öneminin farkına varmaları hayati önem taşımakda.
Belirtiğimiz gibi Alevi halkı ne kadarda kırım, genozid ve baskı yaşamıs olsa bile hiçbir zaman ve hiçbir isyanda zalimin kılıcını çekmediği gibi ırkçılıkdan, kin ve nefretden uzak durmuşdur. Her daim barış ve kardeşlik türkülerini, zalime isyanını ezgilerinde dillendirdiği gibi semahlarındada döndüler. En büyük güç kin ve nefretin yaşandıgı bu dünyada halen kardeşlik ve barış isteyen yüreğe sahip olmakdır.
Alevi toplumu bu erdemlik için güçünü Hz. Ali`den, Alişer`den ve Pir Sultan Abdal`lardan alır. Bu güçü zırh gibi üstünde taşır ve her mazlumn savaşında yerini aldığı gibi bu onur savaşındada Xizir aleyselamın eli ile yerlerini halkın yanında almalılar.
bitti...