Suriye sınırında Türkiye hava sahasını ihlal eden Rus savaş uçağı, Türk F-16'ları tarafından düşürülünce düşman kesilen Rusya ve Türkiye, şu anda can ciğer kuzu sarması durumunda. Efrîn işgalinde Türkiye'ye hava sahasını açan Rusya'nın Türk devleti ile ilişkilerinin son derece içli dışlı olmasının sebebi, Mersin'e 140 km uzaklıkta Akdeniz'in hemen kıyısındaki Akkuyu Mevkii'nde bir ara yapımına karar verilip sonra iptal edilen Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin inşa edilecek olması. Ve kim bilir iki ülke arasında henüz ortaya çıkmamış olan ne çok kirli pazarlıklar daha vardır.
Türkiye ve Rusya nükleer güç santralinin inşaatı ve işletmesinde “yap-sahip ol-işlet” şartı ile işbirliği yapıyor. Bunun için Ankara'da Akkuyu Nükleer Anonim Şirketi adıyla bir şirket de kurulmuş durumda. Akkuyu'da yapılacak olan bu ilk nükleer santral için Rusya'daki Novovorenej-2 Nükleer Güç Santrali'nde uygulamakta olan AES-2006 projesi seçilmiş. Santralin tasarımını da “Atomenergoproekt” adlı Rus şirketi yapıyor. Bu projenin “dünyanın en güvenilir ve emniyetli projesi” olduğu söylense de bunun açık bir ticaret işi olduğu bal gibi anlaşılıyor.
Türk devletinin tek başına bir nükleer güç santrali kurmaya gücü yetmediği için Rusya ile ortaklık kurmak ve bunun için de birçok taviz vermek zorunda. Sonuçta kurulacak olan santralin en ucuz ve bu nedenle de çok daha tehlikeli bir nükleer güç santrali olacağı şüphesiz. Ayrıca yarın öbür gün Rusya nükleer atıklarını Türkiye'de depolamaya kalkışırsa, Prof. Dr. Aziz Sancar ile UNESCO ödüllü bilim kadını Prof. Dr. M. Bilge Demiröz'ün yer aldığı kamu spotunu izleyip de nükleer santral kurulduğunda Türkiye'nin “ışıl ışıl aydınlanacağını” zannedenler hiç şaşırmasın.
Mersin Valiliği, Akkuyu Nükleer Santrali'nin temel atma töreninin gerçekleştirildiği gün kentte bir gün boyunca her türlü eylem ve etkinliği yasakladı, olası protestoların önüne geçebilmek için yolları kapattı ve bölgeye gitmek isteyen Mersin Nükleer Karşıtı Platform üyelerinin gitmesine izin vermedi.
Günümüzde birçok ülke radyoaktif atıkları atacak yer bulamadığından ve gelecek nesillere yaşanılabilir bir yeryüzü bırakılması gerekliliğinden sahip olduğu nükleer enerji santrallerini kapatmayı tasarlıyor. Örneğin; Almanya'da şu an 18 aktif nükleer santral reaktörü bulunuyor ve bunların iptal edilmesi için ülkede sivil toplum örgütleri tarafından sık sık karşıt eylemler yapılıyor. Alman devleti tarafından 2021 yılında nükleer enerji kullanımına tamamen son verilerek, yenilenebilir enerji kaynaklarına dönülmesi planlanıyor.
Nisan 1986'da o zamanki SSCB bünyesinde olan Ukrayna'da bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nde çıkan yangın sonrası radyoaktif sızıntı meydana gelmiş ve bu olay birçok ülkeyi ciddi anlamda etkilemişti. En çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye'ydi. O tarihten sonra özellikle Karadeniz Bölgesi'nde kanser hastalığı baş göstermeye başlamış ve birçok çocuk fiziksel ve ruhsal engelli olarak doğmuştu. Türk devletinin yaptığı tek şey ise çayda radyasyon olduğu iddialarını yalanlamak ve tehlikeli olmadığını ispatlamak için Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral'a kameralar karşısında çay içirmek olmuştu. Bu dahiyane fikri de Japonya'daki tsunami sonrası Tokyo valisinin tehlikeli olmadığını göstermek için gazetecilerin önünde şebeke suyu içmesinden (ç)almışlardı. Şu anda bile guatr hastalığı en çok Karadeniz Bölgesi'nde görülüyor ki, bunun da sebebi Çernobil Nükleer Santralindeki patlamada açığa çıkan radyasyondur.
Türkiye'de nükleer enerji konusunda hiç bir bilgi birikimi ve bilinç yok. Kendisine mikrofon uzatılan sıradan vatandaş “başka ülkelerde yüzlerce nükleer güç santrali var, neden bir İslam ülkesinde bir tane olmasın?" diye yanıt verebiliyor. Olası bir nükleer santral patlaması veya sızıntısı durumunda görünen o ki insanların yapacağı tek şey “Allah'a sığınmak” olacak. Daha bir maden ocağında gerekli önlemleri almaktan aciz olan bir devletin nükleer güç santralinde nasıl davranacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Ne de olsa “fıtratında var.”