Macaristan'ın, sınırlarını tel örgü çekerek mültecilere kapattığı 2015 yılında, Avusturya üzerinden trenlerle Almanya'ya düzenli olarak mülteciler geliyor ve bu durum Alman halkını oldukça kaygılandırıyordu. Alman ırkçıların öncülüğünde örgütlenen PEGİDA (Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) adlı oluşumun üye sayısı bu süreçte aniden yükselerek, ülkenin birçok şehrinde örgütlendi ve haftanın bir günü (genellikle cuma akşamı) birçok büyükşehirde düzenli bir şekilde yabancı karşıtı eylemler yapılmaya başlandı. O günlerde olan biteni sessizce bir köşede izleyen ve demokrat olduğunu iddia eden Almanların bir kısmı şöyle diyordu:
"Mültecilerin Almanya'ya gelmesi çözüm değil. Suriye'de veya dünyanın başka bir yerinde bir sorun varsa, bu sorun yerinde çözülmelidir. Almanya sınırlarını tel örgü çekerek mültecilere kapatamaz, çünkü biz demokratik bir ülkeyiz. Sınırları kapatmak bizim demokratik kimliğimizi zedeler. Sınırlarımızı kapatmamalı ama mültecileri de başka ülkelerle işbirliği yaparak durdurmalı, Almanya'ya gelmelerini kesinlikle engellemeliyiz.”
İşte bu dönemde en büyük işbirliği, ekonomisi çöktüğü halde Suriyeli mültecilere kapılarını sonuna kadar açan Türk devleti ile yapıldı. Türkiye elbetteki gelen mültecilerin kaşına gözüne hayran değildi. Sayısı üç milyonu geçen Suriyeli, hiçbir alt yapısı olmaksızın yerleştirildikleri kamplarda Türk devletinin elinde büyük bir koza dönüştü ve isteklerinin reddedildiği her seferde “kapıları açalım da görün!” denilerek, Almanya başta olmak üzere bütün demokratik (!) Avrupa ülkelerine büyük bir baskı yapıldı. Türk devletinin kabuk tutmayan tek yarası “gözünü kapatırsan yoktur” dediği, ama gözünü açsa da kapatsa da var olan Kürtler olduğu için, pazarlığını her defasında Kürt halkının kazanımları üzerinden yürütüyordu. Bu nedenle, Alman devleti bütün kritik dönemlerde çıkarları yüzünden Türk devletinin yanında yer aldı. Almanya'da yaşayan Kürt halkını ve onların demokratik taleplerini görmezden gelerek, özgürlük mücadelesi veren bu halkın tüm yasal ve demokratik haklarını ya kısıtlamaya başladı ya da yok saydı. Almanya'da 26 Kasım 1993'te başlayan PKK yasağı, son dönemde Türk devletinin baskıları doğrultusunda farklı şekillerde güncellenerek, Kürt halkının demokratik hakları gitgide gasp edilmeye başlandı.
Örneğin; geçen yıl 24'üncüsü gerçekleştirilen artık gelenekselleşmiş Kürt Kültür Festivali daha önceden Köln Rhein Energie Stadyumu'nda yapılması planlandığı ve gerekli izinler alındığı halde, Alman polisi tarafından güvenlik sorunu öne sürülerek, stadyum izni son anda iptal edildi ve festival Rhein Nehri kenarında açık havada yapıldı.
Bu yıl yine Köln'de gerçekleştirilen 25'inci Kürt Kültür Festivali'nde alanda yiyecek-içecek dahil, hiçbir şeyin satılmasına izin verilmeyerek, yaşlı-çocuk demeden Avrupa'nın dört bir yanından gelen katılımcılar mağdur edildi. Kürt halkına karşı açık açık bir baskı ve yıldırma politikası uygulandı. Alman devleti bu baskı ve yıldırma politikalarıyla aslında festivali tıpkı Mazlum Doğan Gençlik Festivali'nde olduğu gibi Almanya dışına itmeye çalışıyordu.
Kırkın üstünde Kürdistanlı, Türkiyeli ve Alman kurum tarafından organize edilen ve 4 Kasım günü Almanya'nın Düsseldorf kentinde gerçekleştirilecek olan Avrupa Merkezi Yürüyüşü'ne yine Türk devletinin baskısı üzerine Alman devleti tarafından yiyecek-içecek ve kitap standlarının kurulmasına izin verilmeyerek, yürüyüşte giyilecek ayakkabıdan, taşınacak flamanın boyuna kadar yasaklamalar getirildi.
Kürtlerin sembollerini ve Kürt Halk Önderi'nin flamalarını hukuksuz bir şekilde yasaklayan Alman devletinin, Düsseldorf'ta bulunan silah fabrikası Rheinmetall eliyle Türkiye'de silah fabrikası kurma girişimi olduğu biliniyor. Bunun dışında Almanya yıllardır Türk devletiyle silah ticareti yapıyor.
Demokrat olduğunu iddia etmekle kimse demokrat olmuyor. Almanya, Türkiye ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmeli ve bir halkın özgürlük mücadelesini görmezden gelmemelidir.