Lütfen bekleyin..

Av. Aysel Öztürk

Sayın Merkel, bu sefer yolculuk nereye?

18 Mart 2016, 19:23

Geçen Pazar (13.03.2016 tarihinde) Almanyanın Saksonya Anhalt, Rheinland-Pfalz ve Baden Württenberg eyaletinde meclis seçimleri yapıldı.

Seçim öncesi yapılan oy yoklamasında populist sağcı alternatif parti`nin (AFD) 17 % oy alıp meclisde yerlerini garantileyecek konusunda spekulasıyonlar vardı. AFD`ye giden oyların birçogu alman muhafazakar partisi (CDU) seçmenlerinin tepki oyları olacağı yönünde açıklamarda yapılmışdı.

Seçim sonuc tablosu şunu gösteriyor:

Baden Württenberg`de CDU 27,0% (-12%), Sosyal demokrat partisi (SPD) 12,7% (-10,4% ), Yesiller partisi 30,3% (+ 6,1%), Sol partisi 2,9% (+0,1% ) Hür demokrat partisi (FDP) 8.3 %(+3,0%) ve ilk seçimleri ile AFD 15,1% oy aldı.

Rheinland-Pfalz`da CDU 31,8% (-3,4) SPD 36,2% (+0, 5%), yeşiller partisi 5,3% (-10,1%), Sol partisi 2,8% (-0,1%) Hür demokrat partisi (FDP) 6,2 % (+2,0%) ve ilk seçimleri ile AFD 12,6% oy aldı.

Saksonya Anhalt`da CDU 29,8% (-2,7 %), SPD 10,6% (-10,9%), yeşiller partisi 5,2% (-1,9%), 

Sol partisi 16,3% (- 7,4 %) Hür demokrat partisi (FDP)4,9 % (+1,1%) ve AFD ilk seçimleri ile 24,2%, aldi.

Bu seçim sonuçları ile AFD partisi üc meclisdede ciddi bir koltuk sayısı ile meclise girdi.

Merkel seçim sonucunun açıklamasının ardından ilk sözleri şuydu: „Seçimde göçmen sorunun nihai çözüme kavuşturulamaması belirleyeci olmuşdu, fakat biz ancak avrupa kriterlerine uygun bir çözümü destekleyebiliriz. Böyle bir çözümün hayata geçirilebilinmesi içinde zaman gerektirmektedir.”

Konuşmasında kendini bu ırkçı damarının atmasından sorumlu görmeyen, burnundan kıl aldırmayan bir edayla bu seçimlerden zerre kadar ders almadıgını ve bunada niyetinin olmadığının açıkca ifadesiydi.

AFD sag popülist parti olarak lanse edilsede büyük ölçüde neoliberal-ulusal muhafazakar bir parti oldugu da söylenebilinir. AFD Euro karşıtı olarak sahalara çıktiysa da,

Özellikle yunanıstan borç krizini ele alarak Almanyanın bu borcu yüklenmek zorunda olmadığının kanısında olduğundan dolayi AB`nin borç politikasıyla mücadele edeceğini.

Ayrıca AFD AB den, Türkiye’nin AB üyeliğinin tamamen redelimesini ve üyelik görüşmelerinin durdurulmasını. Hristiyan-Batılı kültür çevresinin değer esaslarının ön plana çıkarılması gibi siyaset izlemektedir.

AFD ayrıca; Göç ve Mülteci Politikalarındada yaşlanan Alman nüfusun bakımı ve ekonominin yüksek nitelikli işgücü ihtiyacının karşılanması için arzu edilen nitelikli eleman göçünü uygun görüyor. ama AB sınır kontrolleriyle Alman sosyal hizmetler sisteminden yararlanmayı hedefleyen göçü reddediyor. 

Hatta mülteci politikalarında insani yardımın ve savaş mültecilerine desteğin sağlanmasını ve AB sınır ülkelerinin lehine mülteci politikalarından doğan yükün eşit paylaşılmasını talep ediyor. 

Bu söylemler liberal kırıntıları içinde barındırırken, aşırı sağcı, ırkçı rengini göçmen krizi ile ilgili tutumlarında belli etti. AFD göç siyasetinde almanyanın sınırlarını mültecilere kapatmasi yönündeydi, AFD Başkanı Frauke Petry“polis, yasa dışı yollarla ülkeye giren sığınmacıları vurmalı“ Şeklindeki açıklama ilen bir skandala imza atarak ırkçı yüzünüde göstermiş oldu.

Alman halkının bu ırkçı partiye oy vermesinin sebebi faşist ideolojiden etkilenmiş bilinçli bir ırkçılığın oluşu değil. Tersine, yapılan araştırmalarda seçmenlerin belirtmiş olduğu açıklamalardan anlaşılacağı üzere AFD`nin protest partisi olduğu ve oylarını partilere tepki olsun diye verdiklerini tespitini ortaya koyuyor. 

Tepki oylarının oluşması kuşkusuz Merkel`in yalnış siyasetinin sonucudur. 

Merkel in son yıllarda yapmış olduğu siyaseti inceleyecek olursak.

Yunanistanın geçirmiş olduğu ekonomik krizde; Almanya başta olmak üzere kurtarma paketi ve Avurpa mali istikrar fonları (EFSF ve ESM) ile yunanistana 241 Millar Euro kredi verildi ve bunun karşılığında acımasız bir pazarlık yapıldı. Tartişmalarda Merkel`in talebi Yunanistan`nin 2040 yılına kadar denetim altında olmasıydı. Sonuç itibari ile yunanistan artık egemenliğini kaybetmiş bir Ülke olarak varlığını sürdürecekti.

Bu acımasız ve radikal siyasete yunanistanın iktidarda olan Syrizia ve dolayısıyla Başbakani Alexis Tsipras boyun eğmek zorunda kaldı. Yunanistan artık fiilen iflas etmişti.

Merkel radikal AB siyaseti ile adeta herkese liderliğini ispatlama çabasındayken alman halkında oluşan olumsuz tepki ve sosyo-ekonomik kaygılara sessiz kaldı. 

Merkel`in seçmenlerinin almanya`nin orta sınıfının büyük bir kesimi olduğu içinde tepkiler büyük bir halk tabakasını kapsadı. 

İkinci nokta ise iflas eden entergrasiyon siyasetidir. Entegrasiyon siyaseti için proje üreten sivil kurum, kuruluşlar ve solcu kesimleri entegrasiyon fonundan çok kısıtlı yada hiç yararlanamazken almanya`da faaliyet yürüten gülen cemaati ve işidci gruplar entegrasiyon fonundan ciddi bir destek alarak almanya`da güçlü lobi oluşturdular. Hızlı bir lobbileşmeye gerekli kadroları türkiyeden peş peşe din öncüsü adı altında, imam kılığına bürünmüş faşist ve fundamentalist kişileri getirmekle tamamladılar. Almanya devleti bunun farkında olmasına rağmen bu oluşumlara “din özgürlüğü” denildi. Oysa hızla gülenci, işidci ve AKP gurupları almanyada paralel bir toplum oluşturdu. 

En son suriye meselesinde işidcilerin paralel toplumun gücü gözler önündeydi. Almanya`nın maddi destek sunduğu camilerde eğitilmiş işidciler bu devlet üzerinden ortadoğuya özellikle suriyeye gidip sonrada sorunsuzca tekrar almanyaya geri dönebildiler. Almanya`nın federal istibarat servisi (BND) dünya içerisinde en iyi gizli servislerden biri olarak bilinirken, bu gerçeği tespit edememesi imkansiz. Yanıbaşında, fransa ülkesinde bomba saldırılar yapılırken burdaki guruplara karşı ciddi bir tedbirin alınmaması toplum içerisinde korkuya yol açtı. Bu duruma mukabil halen işidcilere karşı ciddi bir tedbir alınmış değil.

Tamda bugünlerde Cizrede, Sur ve Nusaybinde ve en insanlar katliamlarla öldürülürken Merkel`in Türkiye ile dış politikası tamda bir facia.

Brüksel'de mülteci kriziyle ilgili yapılan AB-Türkiye Zirvesinde Türkiye'nin suriye göçmenlerinin türkiyeye kanalize edilmesi tartışıldı. Karşılığında Davutoğlu ve Erdoğan`ın talepleride hem 6 milyar Euro`nun türkiyeye ödenmesi, hemde Türk vatandaşlarına vizenin kaldırılması idi.

Avrupa insan haklarının hic bir kriterine uymayan türkiye`ye böyle bir hak tanınması düşünülemezken, Merkel bu teklifi kayıtsız şartsız destekledi. Başka AB ülkeleri ise bu teklife alenen rest çekdi ve Merkel`e kendi partisinden bile tepki geldi.

Türkiye`den göçmen krizi için destek istemek diplomasi partnerinin özellikle bu son günlerde yaşanan insan hakları ihlalerine susmak anlamına gelmiyormu? Şuan bu görüşmeler Erdoğan yönetimi için muhaliflere ve gazetecilere baskı uygulama, PKK’ye karşı Güneydoğu’da yeni savaşın başlatılması ve IŞİD’le şüpheli ilişkiler nedeniyle uluslararası tepkiler çoğalırken, Erdoğan ve Davutoğlu için bu uluslararsı tartışma ve anlaşma süresi iyi bir aklanma kampanyası için çok iyi bir fırsat. Bu vesile ile Erdoğan ve Davutoğlu avrupa`nın sorununu çözmek icin tekrar uluslarası sahnede yerlerini almış olacaklar. 

İlginç olan nokta ise şüphesiz Başlarda türkiye siyasti ile ilgilenmeyen Merkel Türkiye siyasi konjüktürüne Erdogan`nın despot siyaseti`nin antidemokrat uygulamaları ile ilgisi hızla gelişti. Türkiye konusunda siyasal olarak hiçbir strateji yada konzept halen oluşmuş değil yada aralarındakı var olan konzeptleri kamudan gizli tutmaktalar.  Hatırladığımız kadarı ile 1999 yılında türkiye AB üyeleri tarafından aday olarak kabul edilerek 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başlanması ve türkiye bu üyelik süreçinde AB hukukuna uygun Türkiyede ileri demokrasinin standartlarına göre uygulamaları hayata geçirmesi üzerinden anlaşmaya varılmıştı. Kürt meselesi, fikir özgürlüğü, din ve ibadet özgürlüğü vaz geçilmez ilkelerdendi. Türkiye iktidar Olan AKP ve o partiden Cumhurbaşkanlığına getirilen Erdoğanın siyasetlerinde Avrupa kriterlerine uygun bir gelişme olmamakla birlikte 2005 yılına nazaran ırkçı ve despot siyasetinin gittikçe artmasına rağmen Merkelin diplomasi flörtleşmesi Erdoğanla halen devam etmekte.

Erdoğana almanyada ciddi bir prestij kazandıran eski federal başbakanı Schröder`den sonra Merkel olmuşdur. 

Şuan avrupada göçmen krizinin başlaması yine AB ve özellikle Merkel`in ortadoğu`da izlediği siyasetinin sonucudur.

Unutmayalım ki, ileri medeniyeti temsel eden almanya`nın ortadoğuda ticari partnerleri, işid`in ve DAIS in mesken ettiği, en gerici devletler olarak bilinen Suudi Arabistan ve Khatar gibi ülkelerdir.

Daha birkaç gün önce yine 1, 5 Million Euro karşılığında Suudi Arabistana silah satıldı.

Ortadoğu ve özellikle Suriye meselesinde demokratik bir çözüm için AB öncülüğünde daha etkili olunabilinseydi böylesi bir krizin önü tutulabilinirdi. 

Merkel`in siyaseti almanya halkın sosio-ekonomik kaygılarını ve endişelerini üst düzeye tırmandırırken ırkçı guruplarınada gün doğdu. 

Şuan almanyada Nazi faşizimi kol geziyor demek doğru olmaz tabiki, lakin tarihde Hitler`in çıkışına bakıldığında ilginç benzerlikler var.

Adolf Hitler ırkçı siyasetine başlarken en etkili silahı halkın tabanına inip halkın korkularını endişelerini dinleyip buna göre siyasi propaganda yapmasıydı. O halkın endişelerini doğru bulmak ile birlikde endişelerini, kaygılarını konuşmalarında dahada büyütüp geleceğe dair hiç bir umut göremediğine halkı inandırmaya çalışıyordu. Halkın içerisine öyle bir korku yaratmışdı ki, halk Hitlerin gittiği yolun tek kurtuluş yolu olduğuna kendini inandırmış, kayıtsız şartsız o yolda yürümüşdü. Faşizime teslimiyetleri o günden itibaren başlamışdı ve bu yolda en karanlık, en feci cinayetlerinin birer tanıkları olmuşlardı. Böyle manipulatif metodlar üzerinden genelde siyaset yapan ırkçılar için, „Irkçılık bir görüş degil bir suçtur“ sözü önem kazanıyor.

Halen birçok yaşlı alman insanları o günlerdeki anılarını belgeselerde yada tartışma programlarında anlatırken sözlerinden halen olanlardan dolayı büyük utanç duydukları anlaşılıyor.

AFD`nin propagandalarını izlerken, işte aynı sahtekarlık ile karşı karşıyayız. Ekonomi kaygısı duyan halka almanyada borç krizinden ve göçmen krizinden dolayı ciddi bir ekonomi krizi varmiş gibi lanse etmekde. Geleceğe yönelik çok karamsar, cünkü yabancı uyruklu vatandaşların fazla olduğundan dolayı alman değerleri ve kültürü yok olmak ile karşı karşıyaymış. Yani sozial endişlerinde halk kaygılarında hem haklı hemde AFD`nin dilinde alman halkı ve kültürü yok olmak ile karşı karşıya. Şuan halkın ekonomik-sosyal krizin yarattığı sorunları ve korkuları büyütüp siyasi güvencesizlik, işsizlik ve gelecek korkusu gibi sorunlarıda körükleyip kullanarak, toplumun belirli kesimlerini ve özellikle göçmenleri öne çıkartıp ve asıl sosyal sorunlarıda arka plana itmişdir. 

Tabiki tepki oyların oluşup ve AFD`ye kanalize edilmesinden sadece Merkel sorumlu değildir. CDU ve CDU`nun kardeş partisi olan Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU) ile birçok konuda ve özellikle göçmen siyasti konusunda bir uyum söz konusu değildir, dahasi iki partide genelde Merkel`in siyasetini çok eleştirirler. Yani genelde bir fikirbirliğinin yakalanamaması halk içinde güvensizlik yarattı.

Almanya Sol partisinin parti içinde halen ortak bir tabanının olmayışı, kuzey ren eyalet seçimlerde oy kayıbına neden olmuşdu ve bu oy kayıbı sol partisini meclis dışı bırakmışdı. Halka bu konuda öz eleştiri vermelerine rağmen halen ortak bir taban oluşturulamadi. Çok başlılık`da sabit bir fikri ortaya koyamaz, ki nitekimde öyle oldu. Tepki oyları dünden bugüne oluşmadı. Bunların olacağının sinyalleri çok önceden verilmişdi. Sol partisi daha tolerant, eşitci, demokratik bir alternatifi ortaya koyup, halkı bu siyasetin etrafına toplayamadı, ki kayıp ettiği oylardan halkın sol partisine tepkisi bellide oluyor zaten.

Merkel ve tüm seçim partileri bu sonuçdan sorumlu ve hepsine ciddi görev düşmekde. Hamel`nin fareli köyün kavalcısı masalındaki gibi oy avına çıkılmaz elbet, fakat yöntemi iyi seçmeleri gerekir. Merkel ve CDU partisinin bu konudaki siyasi fikirlerini dinlediğimde bu masal aklıma gelmişti. Onlar AFD`ye karşı siyaseti şöyle yapmak isterlermiş: AFD temsilcilerini tartışma ortamlarına çekip, ortaya koyduklari fikirleri halk önünde çürütmeyi hedefliyorlarmış. Böylelikle halk onlara geri dönermiş. İyide halkın kaygıları ve tepkileri nasıl yok olacak peki? Buna yöneleceğine dair hiç bir parti açıklama yapmadi. Yani halkı korkularıyla baş başa bırakıp, AFD`nin manipulatif siyasetini ortaya dökmekle iç siyasetinin düzene gireceğinden endişe duyarım. Tabiki bu yöntem doğru değil, hatta halka kaygılardan kaygı, korkulardan korku, endişelerdende endişe beğen demekdir. Partiler`den beklentilerimiz evela halkın tabanına inip, halkın sorunlarını ve korkularını dinleyip empati kurmak ile başlamalı yeni siyasi rotasına. Ayreten önce siyasetciler multikültürel toplum gerçeğimizi kabul etmeli ve topluma bunun facia olmadığını, tam tersi alman kültürünün yok olması yerine dahada zenginleşdiğini anlatmak ve birlikde yaşamanın koşullarını yaratması gerekir. Entegrasıyon siyasetinin artık ertelenemiyecek, büyük önem taşıyan bir alan olduğunun farkına varmalı ve gerçek bir entegrasiyon politikası izlenmeli. Entegrasiyon siyaseti tek taraflı olmamalı, tam tersi alman halkıda böyle bir topluma entegre edilmeli. Karşılıklı empati oluşmadıkca sosyal endişe giderilemez.

AFD`nin manipulativ bir siyaseti elbette tartışılmalı ve hatta bu konuda ve genel olarak faşizim konusuda geniş kitleler arasında ciddi bir aydınlatma çalışması yürütülmeli. Hatta seçim partileride AFD ile her alanda tartışma yürütebilir, lakin tartışmaların iyi bir sonuç verebilmesi için yeni humanist, sosyal eşitliği içeren bir konzept ile sahalara çıkmaları gerekir. 

Bu görev sadece seçim partilerin görevi değildir elbet başta sendikalar, ilerici parti ve örgütlere büyük görevler düşüyor. Dahası faşizim ve fikir manipulasiyona karsı topyekün hemfikirlik sağlanabilinmelidir, hem siyasi arenada, hemde halk arasında.

Evet Merkel hanim şuan yine top sizde...

Bu haber 1137 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.