Dersimlilerin çok çok büyük ekseriyeti Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmayı bir intikam boyutuyla ele almaz. Yani Dersimlilerin hak arayışları, husumet içermez.


'Etme kulum, bulursun.' dünyasında yaşıyoruz. 4 Mayısta Dersim soykırımının 80. yılını andığımız bu zamanda, o soykırımı yapan CHP'nin başında Dersimli olan Kemal Kılıçdaroğlu var. Bu yeni bir şey değil elbet, geçen yıl da, evvelki yıllar da Atatürk'ün partisinin başındaydı Kılıçdaroğlu. Durumu ilginç kılan bu değil, ulusal kimliğini ve dilini inkâr edince her şey olunabiliyor bu ülkede. Özal ve Ecevit bunun en iyi örnekleridir.

Durumu ilginç kılan, Atatürk'ün kurucusu olduğu rejimin, bir güven oylamasıyla çöpe atıldığı dönemde partinin başında, soyu sopu soykırımda kırılmış, sürülmüş yani zulüm görmüş birinin olması. Kiminin deyimiyle 'Cumhuriyetin tabutuna son çiviyi çakanın' bir Dersimli olmasıdır durumu ilginç kılan.

Sanki bir sözü sonuna götürür gibi, tabuta son çiviyi çakmada ısrarla yol alıyor Kılıçdaroğlu. Referandumda çıkan yüzde 49 HAYIR oyunu halkın iradesine saygı duymadan, kendi partisinin almış olduğu oymuş gibi davranıyor. Sokağın muhalefetini başkanlık aday tartışmalarına kurban ederek söndürmek istiyor. Parti içinde kendine muhalefet edenleri 'kapının önüne koyarım'la tehdit ediyor vesselam. Başladığı bir işi bitirmekte ısrarlı görünüyor.

Biz Dersimlilere sorarsanız, Dersimlilerin çok çok büyük ekseriyeti Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmayı bir intikam boyutuyla ele almaz. Tarihsel bir haksızlığın kabul edilmesini ve mağdur olanlardan devlet olarak özür dilenmesini ve zarar ile ziyanının tanzim edilmesini hakkaniyet içinde ele alır. Yani Dersimlilerin hak arayışları, husumet içermez. Ama Kılıçdaroğlu'nun ısrarı bir husumeti hatırlatıyor bana. Bir elinde çekiç, diğer elinde çiviyle dolaşıyor tabutun etrafında.

Soykırımı yaşayan yaşlılarımız 'Bizim başımıza gelenler çocuklarımızın başına gelmesin' diye soykırım anılarını bile anlatmadılar çocuklarına. O çocuklarını 'bizim gibi sürünmesinler buralarda, okuyup hayatlarını kazansınlar' diye okullara yolladılar. Onlardan Hüseyin Cevahir, Sait Kırmızı Toprak gibi Dersimliler çıktılar. Hayatlarını iyi, yaşanır ve adil bir dünya için feda ettiler. 12 Mart cuntasından sonra gelişen anti-faşist mücadelede ve ulusal kurtuluş hareketlerinde ne kadar Dersimlinin yer aldığını, bizatihi o örgütlerde kurucu olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Dersim dün olduğu gibi, bugün de hak ve adalet arayışına kan taşıyor.

Kılıçdaroğlu da okumaya yollanmış o çocuklardan biridir. Okudu, devlet katında önemli mevkilerde görev yaparken bir taraftan da Dersim Soykırımı'nı araştırdı. Mevkiinden dolayı önemli arşivlere ulaştı ve o belgeleri arşivledi. Seyit Rıza'nın idamını organize eden İhsan Sabri Çağlayangil'le sesli röportaj yaparak o ses kaydını tarihimize kazandırdı. Belki de onun, o çabası olmasaydı, Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam gecesinden bu kadar detaylı haberimiz olmayacaktı.

Buraya kadar olanı, ortalama bir Dersimliden bekleneni yapmıştır Kılıçdaroğlu. Her Dersimli de ömrünün bir yerinden sonra geri dönüp bakar geçmişine. Kimisi kalan ömrünü adar o geçmişe, kimisi masal eder torunlarına anlatır o geçmişi, kimisi de farkına vardıkça fellik fellik kaçar katliamdan kaçar gibi. Korkunun o asla sonu olmayan labirentinde dolaşıp durur kimisi de. Kimisi de Maraş'ta, Malatya'da, Çorum ve Sivas'ta o soykırımı yeniden yeniden yaşar. Velhasıl Dersimli olmak, soykırımdan geçmiş olmak bir halle tarif edilmez. Bizim başımıza gelen, kimsenin başına gelmesin…

Ömrünün bir yerinden sonra geriye bakan ve geçmişine ilgiyle eğilen Kılıçdaroğlu, diğer Dersimliler gibi sistemle mücadelede ibreyi ihtilalci bir karşı duruşa değil de, sistem içinde yükselmeye çevirmiştir. Bu yönelim onu, Atatürk'ün kurucusu olduğu partinin başına kadar getirmiştir.

Tam burada düşünelim. Bizim yaşlıların dediği gibi, okudu bir mevki sahibi oldu. O mevkiinin imkânlarını kullanarak gizlenmiş, üstü örtülmüş ve hala açılmamış geçmişini de aydınlatmaya çalıştı belgeler topladı. Peki, o belgeleri, o ses kayıtlarını ne yaptı. Arşivini çocuklarına, torunlarına hatıra olarak bırakmak için elinde mi tutuyor, hayır. Bunca bilgi ve belgeyi bu konularda arşiv yapan bir Dersimliye mi verdi, hayır. Bırakın içeride ve dışarıda oluşmuş bir Dersim kurumuna vermeyi, yıllardır tek tabancalı bir şövalye gibi Kılıçdaroğlu’nun dibinde, Ankara'da Munzur Dergisi'ni çıkaran hemşerisi Mesut Özcan'a mı teslim etti, hayır. Kılıçdaroğlu arşivini götürüp götürüp Dersimlilikle hiçbir alakası olmayan, Doğu Perinçek mezhebinden gelen Soner Yalçın'a vermiş. Bu kadarı yeter. Kimseyi yerip germemeyim artık.

Tam buradan başa döneyim. Bir Dersim soykırım mağduru, soykırımı yapan partinin genel başkalığına kadar yükseliyor. Ve tam da onun genel başkanlığı zamanında Cumhuriyet mi tek kişilik diktatörlük mü referandumla oylanıyor. Diktatörlük bariz ve bilinen hilelerle 'Atı alan Üsküdar'ı geçti' diyor. Bu durum karşısında Kılıçdaroğlu şapkasını önüne koyup düşünecek yerde, parti içi muhalefete tehditler savurarak adeta 'bu koltuktan inmem' diyor.

Tam burada aklıma Hasan Sabbah geliyor. Hasan Sabbah, Melik Şah’ın ölümünden sonra tahta geçen Sultan Sungur’un başucuna saplanmış hançerle “O hançeri senin yatağının başucuna saplayan, göğsüne de saplayabilir. Bizimle uğraşmaktan vazgeç.” mesajını getiriyor aklıma. Yok diyorum, ne Dersimlilerin Hasan Sabbah gibi fedain örgütleri var, ne de Kılıçdaroğlu bir feain cesaretine sahiptir. Ama Cumhuriyeti kurmuş, Dersim’de soykırımı yapmış bir partinin başında, soykırıma uğramışlardan birinin olması ve Cumhuriyetin onun eliyle sona gitmesi tarihsel bir ironi değil de nedir. Görünen odur ki, Kılıçdaroğlu Dersimin Cumhuriyetten ‘intikamı’ olacak...

ozturkfadil@artigercek.net