8 Nisan 1950 günü, mahpusluğunun onikinci yılında, bu haksız gidişe bir son vermek için açlık grevine başlayan şair Nazım Hikmet Ran, Türkiye kamuoyuna bir bomba gibi düşen bu kararını, “millete verdiğim açık istidaya canımı pul yerine kullanıyorum” diyerek açıklamıştı. “İstida” kelimesinin “dilekçe” anlamında kullanıldığını ve o zamanlar verilen dilekçelere 15 kuruşluk Damga Pulu ile 1 kuruşluk Tayyare Pulu yapıştırılmasının zorunlu olduğunu belirtirsek, konu daha da anlaşılır olacaktır.
İnsan canının gerçekten de bir mektup pulu kadar değerinin olmadığı Türkiye’de, ilk açlık grevini yapan Nazım Hikmet’ten bu yana, sayısız açlık grevi direnişi yapıldı. Devlet yetkililerinin duyarsız yaklaşımları sebebiyle yüzlerce devrimci yapılan açlık grevi direnişlerinde ya şehit düştü, ya da gazi oldu.
Açlık grevi direnişi, tarihten günümüze insanlık dışı uygulamalara karşı ortaya konan pasif, ama en etkili direniş oldu. Eylemciler, yapacak hiç bir şeyi kalmadığında, canını ortaya koyarak direnilebileceğini herkese gösterdi ve birçok açlık grevi direnişi büyük kazanımlarla sonuçlandı. 14 Temmuz 1982 tarihinde, Amed Zindanı’ndaki tutsaklara hiç bir aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği ağır işkenceler eşliğinde dayatılan ihanet ve teslimiyet politikaları, Mehmet Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in öncülük ettiği ölümüne direnişle boşa çıkarıldı. Yine 67’nci direniş gününde sayın Öcalan’ın çağrısı üzerine sonlandırılan 2012 yılındaki büyük açlık grevi direnişi sayesinde Kürt Hareketi Önderiyle görüşme yolu açılarak, anadilde savunma konusunda önemli adımlar atıldı. Zaten üç ay kadar sonraki çözüm süreci de böylece başlamış oldu.
15 Mart 2017’den bu yana cezaevlerinde 5’er gün süreli dayanışma açlık grevleri dalga dalga yayılarak sürerken, neredeyse 50’nci güne dayanan süresiz dönüşümsüz açlık grevleri de kritik bir aşamaya geldi. Cezaevlerinde PKK ve PAJK’lı tutsakların, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, müzakere koşullarının sağlanması, operasyon yürütülen köyler üzerindeki ambargonun kaldırılması ve OHAL uygulamalarıyla birlikte cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine son verilmesi talepleriyle başlatmış olduğu süresiz dönüşümsüz açlık grevleri karşısında, Türk devleti ve medyası üç maymunu oynamaya devam ediyor. Devrimci, demokrat ve aydın insanları cezaevlerine kapatan devlet, Suriye’de yaşadığı hezimetten sonra, referandumda kaybedeceğinin sinyallerini aldıkça, kapalı kapılar ardında işkencelerini doruğa taşıyor.
Şu anda cezaevlerinde bulunan 700’ün üzerindeki hasta tutsağın tahliye edilmesi gerektiği halde, 5 yıldır İskenderun M Tipi Cezaevi’nde tutuklu olan ve tahliye olacağı gün yaşamını yitiren 65 yaşındaki hasta tutsak Mehmet Yıldızbakan olayında da görüldüğü gibi, Türk devleti tutsak devrimcileri hasta da olsa, ancak tabut içinde dışarı çıkarıyor.
Cezaevlerinde süren ve artık çok kritik bir aşamaya gelen süresiz dönüşümsüz açlık grevi direnişlerine destek her geçen gün giderek büyüyor. 5’er günlük dönüşümlü açlık grevine başlayan ve hala Kandıra F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan HDP Siirt Milletvekili ve HDP Kadın Meclisi Sözcüsü Besime Konca’dan sonra HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, DBP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel ve HDP Hakkari Milletvekili Abdullah Zeydan ile diğer tutuklu HDP Milletvekilinin destek amaçlı dönüşümlü açlık grevi yapacak olması iç ve dış kamuoyu oluşturmak açısından büyük önem taşıyor.
Öte yandan eylemcilerin talepleri, hepsi de Türk devleti tarafından kabul edilmesi gerekilen taleplerdir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit acilen kaldırılmalı, derhal müzakere koşulları oluşturulmalı, Kürdistan’da yürütülen operasyonlara ve cezaevlerindeki hak ihlallerine hemen son verilmelidir. Türk devletinin, hiç bir şart öne sürmeden eylemcilerle görüşmesi ve bu sorunu ölümler yaşanmadan çözmesi gerekmektedir. Akıl ve vicdan sahibi bütün insanlar da, bu kritik aşamada hiç bir siyasi kaygı gütmeden tepkisini açıkça göstermelidir.