Biliyor musun Tezer Özlü de bizim örgüttenmiş. Tezer Özlü’nün “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi’’sözünü kullandığı için İzmir’de gözaltına alınan T.K adlı bir öğrenciye “örgüt propagandası suçu“na delil olarak gösterilmiş. Aklıma Roboskî Katliamı’ndan sonra 5 Ocak 2012’de Özgür Gündem’e yazdığım bir yazı gelmişti. Tezer’in o sözünü yazının girişinde kullanmıştım. O yazılara da davalar açılmıştı. Ve şimdi geçen gün okuduğum bütün kitaplarını yeniden anımsadım. Ne güzel işte Tezer Özlü gibi kıymetli bir yazar da “bizim örgütten!..’’
Tezer Özlü de; yalana, yalandan oluşturulan toplum aklına, birey tipine, o tiplerin oluşturduğu AKP’ye, faşizme, tekçiliğe, sürü toplumunun bir üyesi olmaya karşı. Öyle “bizim ülkemiz, bizim devletimiz’’diyerek başkalarının ölümüne sessiz kalan biri değil Tezer Özlü. O nedenle “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi!’’demiş. Bugün de yaşasa; bu sözleri söyleyecek, “Faşizmin görüldüğü yerde tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğuna dikkat çekecek ve; Faşizme karşı insancıl direnişin geliştirilmesi gerektiğini kendine has üslubu, sözcükleri ile yazacak; belki de daha fazla deli gömleğine bağlanacaktı.
Gerçekten de Tezer Özlü ile aynı örgütten olmak gerçekten çok kıymetli. Yazdıklarını insanın benliğinde kendisinin farkına varması kadar; içinde yaşadığı topluma karşı yaşadığı yabancılaşmayı anlamlandırıyor. Toplum düşmanı, değil. Aksine toplumun kendisini yitirmesine ağıt yakar gibi yazıyordu Tezer Özlü. Bu acıyı duyumsarken kendi yalnızlığında yaşamın ucuna ilerliyor, bu yolculuğunda ise insanların kendini nasıl yitirdiklerini, nasıl kimsesizleştirdiklerini görüyordu. Çığlık atan bir yazar değil, kendi içindeki yalnızlığında kendi çektiği acıları sözcüklerle ifade ediyordu.
Yani, nasıl okursanız öyle anlayacağınız bir yazar değil Tezer Özlü... Bunaltının, kasvetin, bireyin için dünyasının kimsesizliğini, bireyin kendi içindeki azınlık duygusunu bütün sahiciliği ile anlatırken insanın kendine acıyabileceği duygusunu öğreten biri. Ve bireyin içinde yaşadığı toplumu ile tutarlı olmasını sağlayacak bir bilinç taşır sözcüklerinde. O sözcüklerden rüzgar da esebilir, güneş de doğabilir.
Şimdi içinde yaşadığımız toplum ve insanlar arası ilişkilere göz gezdiriyorum. Toplum içinde olan ve olmayan insan benliklerine. İnsanın kendisine, topluma, bir başkasına verdiği sözlere, o sözlerin yerine getirilmesi ya da getirilmemesinin insanda yarattığı duyguyu düşünüyorum. Şöyle diyordu Tezer Özlü; “Alışılagelmiş ilişkilere karşı çıktığın an, insanı yadırgıyorlar. Toplum dışı bırakmak için tüm çabalarını harcıyorlar. Toplum dedikleri kitlenin bir aradaki dayanılmaz yabancılaşmasını sanki kimse algılamıyor’’sözleriyle insanların bir birlerine yabancılaşmasına dikkat çekiyor. Çünkü bu düşürülmüş bu toplum anlayışına karşı, şunları da söyler Tezer: Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.“
Bunları bilirseniz o zaman kendiniz olduğunuzda, kendinize, karşınızdaki insana ya da toplumunuza verdiğiniz sözler için yolculuk yapabilirsiniz. Yoksa acıdan başka birşey olmaz yaşadıklarınız.
Yoksa “kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidenlerden’’biri olursunuz. Ve Edip Cansever; o da bizim örgütten. “Bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi“nde Mendilindeki kan seslerini duymuş ve;
“Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir’’ dizelerini yazmamış mıydı.
Evet yalnız değiliz. Turgut Uyar’da bizim acımızı, ahir zamanımızı duyumsamış ve dememiş miydi ki;
“güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar/ dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan kürdistan’da ve muş - tatvan yolunda bir yer kanar /muş - tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar...“
Bu kadar mı, Metin Altıok da “bizim örgütten’’olduğu için Sivas’ta yakılmadı mı. Ve onun dizeleriyle boylu boyunca giderken yaşayacağımız acıların ağıtlara dönüşmemesi için yazmamış mıydı “Bir düşün uyanık imgesi“nin devamında şunları:
“Sizse hep konuşursunuz /Sığınıp kof sözlere, Kaçarak kendinizden/ Uğuldayan hüznünüzle. Telâşla geceyi bulursunuz. Gözünüze yaş düşerim.“
Ve sizi öldüren ülkenin yurttaşı, sürgünü, tutuklusu ya da sıradanı olursunuz. İşte şimdi üzerimizdeki deli gömleklerini yırtmak, beynimize elektrik gibi verilen yalanları kusmak ve bir araya gelmenin tam zamanıdır.
Gözünüze yaş düşmeden, deli gömleklerini üzerinize geçirmeden, kendinizin ve halklarınızın gülebilmesi için Cemal Süreya’nın “555k’’şiirinin sonunu anımsayalım birlikte:
“biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
anamız çay demliyor ya güzel günlere
sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
bu, böyle gidecek demek değil bu işler
biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz…“