Son iki ayda Almanya’da üç kadın evli oldukları “adam”lar tarafından saldırıya uğradı ve bunlardan biri çocuklarının gözleri önünde bıçaklanarak, diğeri ise karnında taşıdığı dokuz aylık bebeğiyle başı tuğla ile ezilerek katledildi. Bıçaklandıktan sonra boynuna bağlanan iple araba arkasında 250 metre sürüklenen kadının ise tedavisi hala sürüyor.
İki ay içinde bunca saldırının üst üste yaşanması elbette ki tesadüf değil. Bu yaşananlar bir ilk de değil, sadece son süreçte olduğu için gündemini koruyan saldırılar.
Çok iyi biliyoruz ki dünyanın her yerinde, hemen hemen her evde kadınlar erkek egemen devlet sisteminin ve bu sistemin sürdürücüleri olan erkeklerin saldırılarına uğruyor. Ancak bu, sadece ve sadece bir kadın katledildiğinde açığa çıkıyor. Ailelerin kız çocukları üzerinde uyguladığı psikolojik baskı ve şiddeti asla gözardı etmemek gerekiyor, bu da bir cinayettir. Bununla da kadının ruhu katlediliyor.
Her zaman olduğu gibi evde yaşanan baskıyı ve şiddeti saklamak ya kadının kendisine ya da annesine düşüyor. Yüzyıllardır “aman kimse duymasın, rezil oluruz, elalem ne der sonra” denilerek kadınlar susuyor veya susturuluyor.
Oysaki bütün cinayetler açık bir şekilde geliyorum diyor.
Günümüzde kadınlar en çok eşleri tarafından öldürülüyor. Çünkü kadın yaşadığı baskı ve şiddeti sineye çekmeyip boşanmak istediğinde karşısına ilk önce kendi ailesi dikiliyor. Evliliğini sürdüremeyeceğini anlayarak ana-baba evine dönen kadın, anne-babası tarafından defalarca caydırılarak geri evine yollanıyor ve bu her defasında cinayeti bir adım daha yaklaştırıyor.
İnsanlar ne kadar “devrimci”, “ileri görüşlü” ve “aydın” olurlarsa olsunlar, o kahrolası feodal yanları devrimciliğiden de, aydın duruşundan da daha güçlü bir şekilde açığa çıkıp kendini dayatıyor.
Bütün gücünü evde ve işte harcayan kadın kendisini eğitip geliştirmeyince daha da yalnızlaşıyor. Bu yalnızlık da kadını iyice güçsüz düşürüyor.
Kürt kadınları olarak bu tür haberleri okuduğumuzda öfkeleniyor, dizlerimizi dövüyor ve bir sonraki katliama kadar konuyu unutuyoruz. Oysaki kadınlar ve hatta erkeklerle ilgili çok ciddi çalışmalar yapmalı ve bir bilinç oluşturmak zorundayız.
Bugün Almanya’nın bütün şehirlerinde NAV-DEM çatı örgütü bünyesinde örgütlenen Demokratik Kürt Toplum Merkezleri olmasına rağmen ne yazık ki bunların sadece çok azında kadın meclisleri var. Geçen yıl Ocak ayında kuruluşunu ilan eden Yekitiyê Jinên Kurdistan-Elmanya (YJK-E) kadın çatı örgütünün varlığına rağmen kadınlarımız örgütlenmede sorun yaşıyor. Almanya’daki Kürt kadınları çok fedakâr ve yurtsever oldukları halde bu eksikliğini bir türlü gideremiyor.
İşte biz kadınları bu örgütsüzlük öldürüyor.
Erkek egemen devlet sistemi savaşlarda, katliamlarda ve aklınıza gelebilecek her şeyde ilk önce kadınları hedef gösteriyor, önce kadına yöneliyor. “Kadın da, çocuk da olsa gereğini yapınız” demek, onların kadınlardan ne kadar korktuklarının bir kanıtıdır. Türk devletinin özyönetim direnişleri esnasında Taybet Ana’yı katlettikten sonra cenazesini tam yedi gün sokakta bırakması, yine bu korkularını gösteriyordu. Böyle yaparak kadınları sindireceklerini düşünüyorlardı.
Bugün devrimlere öncülük yapan Kürt kadınları kadınsız bir devrimin asla mümkün olmayacağını herkese kabul ettirdi. Türk devletinin onca çabasına rağmen bir türlü bastıramadığı Ağrı Direnişi’nin hüsranla sonuçlanmasının sebebi kadınsız bir direniş olmasından kaynaklanıyordu. Dersim’de, Koçgirî’de sadece bir tane Besê ve Zarife değil, binlercesi olsaydı ne Dersim, ne de Koçgirî katliamları olacaktı.
Öyleyse Kürt ve devrimci-demokrat kadınlar olarak acil gündemimiz bulunduğumuz her yerde kadın meclislerimizi ve böylece örgütlülüğümüzü oluşturmak olmalıdır. Kararlı ve cesur olmalıyız. Örgütlü kadınları bırakın erkekler, bütün dünyanın güçleri bir araya gelseler yenemezler.