Biz yurtdışında yaşayanlar, ülkemizden ne kadar uzakta olursak olalım Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşananları en derinden hissediyoruz. Yaşadığımız ülkeden çok, geldiğimiz ülkenin gündemini takip etmemiz son derece normal. Çünkü köklerimiz orada. Çocukluğumuzu, düşlerimizi, canlarımızı ciğerlerimizi, mezarlarımızı, ziyaretlerimizi bırakıp gelmişiz. Bu o kadar kolay mı? Bir çoğumuz dönme umuduyla geçiriyoruz günlerimizi, döndüğümüzde hiç bir şeyi bıraktığımız gibi bulamayacağımızı bilsek bile. Bu yüzden de Kürdistan ve Türkiye’de olup bitenlerle yakından ilgiliyiz. Genellikle de bu konularda yazıyor, çiziyor ve okuyoruz.
Peki o zaman neden geldik sürgüne? Biz mi kendi küçük köylerimize sığmadık? Biz mi dedik hadi savrulalım hep birlikte?
Sürgünde yaşayanların bir çoğunun 90’lı yıllarda kendilerine yöneltilen devlet teröründen dolayı dışarı çıkmak zorunda kalan yurtseverler olduğu bilinen bir gerçek. Beyaz Toroslar, JİTEM, failli devlet onca cinayet ve gözaltında kaybettirilen insanlarla Kürdistan’da yaşayan halka resmen bir travma yaşatıldı. Birçok insan bu acılarla yüzleşmek ve devleti de yüzleştirmek için hala mücadele ediyor. 1990’dan günümüze 26 koca yıl geçsede bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durum hiç de o günleri aratmıyor. Hatta şu anki durum doksanlardan bin beter. Türkiye artık “yüzde elli“nin memleketi diyebiliriz. Diğer yüzde elli ise yok. Kimseyi bırakmadılar, sesini çıkaranı aldılar/alıyorlar. Devlet yöneticilerinin iki renkli açan çiçeğe bile tahammülleri yokken, farklı fikirlere nasıl tahammül göstersinler? Türk devleti bütün renkleri yasaklayarak kendi rengini de belirledi: Siyah... Normal siyah da değil üstelik, zifiri karanlık. Bu karanlığın aydınlanmaması için mümkün olan her şeyi yapıyorlar. “Minareyi çalan kılıfını hazırlar“ sözü sanki Türk yetkilileri için söylenmiş. Ellerinde her hukuksuzluğa kılıf olarak kullandıkları bir OHAL var. Batı ülkelerinden hızla uzaklaşan Türkiye, bir Arap ülkesi olma yolunda bilerek ve isteyerek ilerliyor.
Siyasetçisinden öğrencisine muhalif olan kim varsa hepsi cezaevinde. Devrimci çizgide yayın yapan televizyonlar karartıldı, sitelere erişim engeli kondu. Kürdistan’da birçok ilde internet erişimi yok. Bütün devrimci sendikalar ve dernekler kapatıldı. Örgütlü olmamızdan korkuyorlar tabii. Diktatörlüğün önünde engel olarak görülen her kişi ve kurum OHAL kararnameleri ile bir günde etkisiz hale getiriliyor, insanlar tutuklanıyor, kurumlar mühürleniyor. Bayram ilan ettikleri 15 Temmuz’da darbe falan olmadı, bu sadece bir ön prova ve nabız yoklamaydı. Asıl darbe bundan sonra adım adım gerçekleştirildi. Hem de hepimizin gözlerinin içine bakılarak yapıldı ve 4 Kasım’da HDP’ye yönelerek darbelerini taçlandırdılar. Yakında şahit olacağımız tek şey de muktedirin taç giyme töreni olacak muhtemelen. Merak ediyorum, bu “yüzde elli“nin içinde hiç mi kimse bir zerre de olsa rahatsızlık duymuyor, hiç mi kimse yarın bir gün bu ateşin kendilerini de yakacağını düşünmüyor? Devletin elini vatandaşının kanına buladığı 15 Temmuz gibi kara bir gününün resmi bayram olarak kabul edilip kutlanmasını bu insanların vicdanları nasıl kabul ediyor? Muktedirin etrafındaki okul, üniversite okumuş “vezirler“ hiç mi kendisini uyarmıyorlar, hiç mi demiyorlar sonunuz Saddam gibi bir lağım çukurunda bitebilir? Zira orası Türkiye. Her an her şeyin olabileceği bir memleket. Bir sabah yüzlerce kişinin katliamına uyanılan, bir gecede darbe tiyatrosu tüm dünyaya izlettirilen bir ülke.
Dünyanın da gözleri Türkiye ve AKP’nin üstünde güya. Hangi Almanla konuşsam Türkiye’deki durumu “kaygı duyarak“ izlediğini söylüyor. Kaygı duyarak izlemelerinin kime ne faydası var? Sonuçta sadece izliyorlar, bir şey yaptıkları yok. Oysa Türkiye birçok uluslararası anlaşmayı ihlal ediyor ve hukuksuzlukta sınır tanımıyor. Almanya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri izledikleri mülteci politikaları nedeniyle kör, sağır ve dilsiz davranmayı tercih ediyorlar.
Her halükârda yalnız olduğumuzu biliyoruz. Fakat halk olarak büyük bir gücümüz var. Biz Şeyh Said’lerin, Seyid Rıza’ların, Besê’lein, Zarife’lerin, Bêritan’ların, Zilan’ların, Sara’ların, Arin Mirkan’ların ve adını sayamadığım daha nice kahramanların geleneğinden geliyoruz. Hangi halkın bir Mazlum Doğan’ı var? Hangi halkın bedenlerini açlığa yatırarak ölümsüzleşen öncüleri var? Onlar hâlâ bize yol gösteriyor ve güç veriyorlar. Kürt halkı olarak güçlüyüz ve direne direne kazanacağız!