Bir Türk atasözü der ki; “üslubu beyan ayniyle insandır.“ Bunu “dervişin fikri neyse, zikri de odur“ şeklinde de söyleyebiliriz. İnsanın içinde ne varsa, dışına da onu yansıtır. Süt kaynattığımız bir tencerede mercimek çorbası taşıramayacağımız gibi.
Okuduğum kitaplarda en çok yazarın üslubunu önemserim. Çünkü bu yazarın konuya ne kadar hakim, ne kadar donanımlı ve biricik olduğunun yegâne göstergesi ve onun duygu, düşünce ve istemlerini özel bir tarzda ifade etmesidir. Samimi bir üslupla yazan yazar okunur ve eserleri de sevilir. Zaten samimi olup olmadığını üslubundan hemen anlarsınız.
Nasıl kitaplardaki üslubu önemsiyorsam, aynı derecede kişilerin de üslubunu önemserim. Argo konuşan, küfürlü cümleler kuran insanlarla bir işim olmaz. Kullandığı üslup, karşınızdaki kişinin eğitimini, terbiyesini ve doğal olarak seviyesini de gösterdiğinden hemen onun hakkında ilk izlenimlerinizi de edinmiş olursunuz. Bu nedenle hepimizin üslûbumuza dikkat etmesi önemlidir. Hele de göz önünde bir insansanız, siyasetle iştigal ediyorsanız bu daha da önem kazanır. Mesela; bir insana milyonların önünde “ananı da al git“, “işte bir tanesi, kadın mıdır kız mıdır, bilemem“ diyemezsiniz.
Türkiye’de şu anda tek güç olan yandaş medyanın üslûbuna baktığımızda bile “başyazar“ konumundaki yazarların, argolu, küfürlü yazılarının havada uçuştuğunu görüyoruz. Görünen o ki seviyesizlik son derece prim yapıyor, çünkü kim daha çok küfür ederse o daha çok okunuyor.
Ülke yönetiminde söz sahibi olan şahıslar ve kurumlar, halklar ve inanç grupları arasında kutuplaşma yaratmak yerine onları bütünleştirmeli, insanların daha barışçıl bir şekilde yaşaması ve onların refah düzeyinin yükseltilmesi için mücadele etmelidir. Bugün Türkiye’nin genel atmosferine baktığımızda kaostan başka bir şey göremiyorsak bu kimin suçudur?
Türkiye’yi maalesef ki eğitimsiz ve tamamen donatımsız kişiler yönetiyor. Halka hitap eden politikacıların önünde promter cihazı olmadığı zamanlardaki doğal konuşmalarına baktığımızda, ne kadar gergin ve kavgacı oldukları anında fark ediliyor. İki kelimeyi bile üst üste getiremeyecek derecede bilgisiz oldukları hemen açığa çıkıyor. Bu nedenle cuma namazına bile zırhlı araçlarla giden kişilerin “bir adam gibi ölmek var, bir de madam gibi“ demelerini fazla da önemsememek gerekiyor. “Kefenini başına sararak“ yola çıktıklarını iddia eden kişilerin 3500 kişilik koruma ordusuyla camiye gitmeleri ve sonra da “adam gibi ölmek“, “şehadet şerbeti içmek“ tarzı konuşmaları halkı uyutmaktan başka bir şey değildir. Sizin çocuklarınız onun huzuru, refahı ve tek mutlak otorite olması için ölüyorsa bu sadece kendi suçunuzdur, çünkü ne demişti muktedir; “askerlik yan gelip yatma yeri degildir.“ Kendi deyişiyle; “elbette öleceksiniz, bundan doğal ne var yani?“
Tabii ki kimse ölmesin. Tabii ki savaşlar olmasın, tabii ki savaşlara harcanan paralar eğitime ve sağlık alanına harcansın. Ama nerede?
Eski Roma’da savaştan dönen zafer kazanmış komutanlar halkın sevgi seliyle karşılanırken, içlerinden özel olarak görevlendirilmiş biri “unutmayın efendim, siz tanrı değilsiniz“ dermiş. Şimdi pek de bir sevdalandıkları Osmanlılar da bir dönem bunu “mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!“ şeklinde sloganlaştırmışlar. Günümüze bakarsak sarayın parayla tutulmuş yandaşları kendisini padişah sanan zata habire gaz veriyor, eski yaraları kaşımaya devam ediyorlar. Musul örneğinde görünen de bundan başka bir şey değil.
Bir hezimetle geri dönecekler ki, bunun hesabını halklara nasıl verecekler bilemem.