Tayyip Erdoğan ve AKP sivil diktası büyük bir korku ve panik içinde. Tayyip Erdoğan ve beraberindekiler "her an iktidarı yıkılacakmış ve kendisi ile birlikte yakın çevresi derdest edilecekmiş korkusu!" yaşamaktadır. Oysa bugün Türkiye'de Tayyip Erdoğan'a biat etmiş ya da biat etmiş gibi görünen yüzlerce televizyon kanalı, radyo istasyonu ile onlarca günlük gazete var. Tayyip Erdoğan bir yerde konuşunca yüzlerce kanal canlı yayına geçiyor. Gazeteler onu manşet yapıyor. Ama Tayyip Erdoğan'a bu yetmiyor. Yine de korkuyor. Bunun için de muhaliflerini, korku ve endişe duyduğu ne varsa ortadan kaldırmak ve susturmak istiyor. Yani çocuklara yönelik yayın yapan Zarok Tv, Alevi toplumuna yönelik yayın yapan TV 10, işçi ve emekçilere yönelik yayın yapan Hayatın Sesi Tv, Kürtçe'nin Zazakî (Kirmançkî) lehçesinde yayın yapan Jîyan TV, diğer yerel kanallar ve radyo istasyonları ile Avrupa'da yayın yapan Med Nûçe TV'yi susturmak istemesi bu korkunun ürünüdür.
Herkes diyor ki Tayyip Erdoğan yönetimi çocuk televizyonu Zarok Tv'den ne istiyor? Alevilerin kanalından, işçilerin kanalından, yerel yayın yapan Tv kanallarından ve Zazakî yayın yapan kanallardan niye korkuyor? Korkuyor çünkü bu Tv ve radyo kanalları Tayyip Erdoğan'ın kendisi için varlık gerekçesi yaptığı "Tek dil, tek millet, tek devlet" zihniyetini alt üs ediyor. Çocuklar Tayyip Erdoğan'ın konuştuğu dilden değil kendi anadilleri ile dünyayı tanıyor. Kendi varlık ve özgürlük sorunlarına çocukluğundan başlayarak sahip çıkıyor. Toplumun diğer kesimleri için de öyle. İşçiler, Aleviler, kadınlar, gençler yaşadıkları sorunları ve çözümlerini Tayyip Erdoğan'ın tekçi ve kirli havuz medyasından değil, kendi değerlerini savunan bu kanallardan izliyor, öğreniyor ve diktatörlüğe boyun eğmiyor. İşte mesele tam da budur.
Ama Tayyip Erdoğan cuntasının özellikle Med Nûçe Tv'den korktuğunu belirtmekte fayda var. Çünkü Med Nûçe Tv, Türkiye ve Kürdistan'daki devrimci ve demokratik muhalefetin temel dinamiklerini doğrudan ekranlarına yansıtan bir Tv kanalı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin açıklamalarının yalan olduğunu anında belgeleri ile ortaya koyabiliyor. Yani Kürdistan ve Türkiye'deki savaşın ve toplumsal muhalefetin bütün özelliklerini kendi ekranlarına taşıyabiliyordu. Türkiye'deki Tv kanalları RTÜK'ün yasakları ve yayın yasakları nedeni ile bir olayı etraflıca veremiyordu. Ancak Med Nûçe birçok olayı bütün yönleri ile izleyicileri ile paylaşıyordu. Kürdistan'daki savaş, Türkiye'deki devrimci ve demokratik muhalefetin görüşleri, düşünceleri Med Nuçe ekranlarında kendisini ifade edebiliyordu.
Şimdi Med Nûçe'yi susturarak bu gelişmelerin kendilerini ifade edeceği önemli bir zemini kurutacağını düşünüyor, Tayyip Erdoğan ve ekibi. Ve ne yazık ki demokrasi, özgürlükler için tarihsel bir birikime sahip Fransa'nın şirketi Eutelsat ise, Tayyip Erdoğan'ın bu oyununa rüşvet ile boyun eğiyor. Sermaye ilişkileridir denilebilir. Ama Tayyip Erdoğan'ın DAİŞ çeteleri ve MİT eli ile Avrupa'da ve özellikle Fransa'da kan döktüğü biliniyor. Buna rağmen Eutelsat şirketi kendisine ve devletine verilen siyasi ve ekonomik rüşvet ile hareket ediyor.
Med Tv, Medya Tv, Roj Tv ve Nuçe Tv de daha önceki süreçlerde Türk devletinin verdiği rüşvet ve tavizlerle kapatıldı. Sonradan bu kapatmaların skandal olduğu ortaya çıktı. İngiltere'nin Med Tv'yi kapatması, Fransa'nın Medya TV'yi kapatması arkasında büyük askeri ve siyasi ihaleler olduğu görüldü. Danimarka'nın Roj TV ve Nuçe Tv'nin yayınını NATO pazarlıkları nedeniyle durdurmak istediği Wikileaks belgelerinde ortaya çıkmıştı. Yine o dönem Eutelsat şirketinin uydu yayınlarını durdurmasında büyük ihalelerin el değiştirdiği de belirtiliyordu. Ve bütün bunlar yapıldığında Türk devletinin Kürdistan ve Türkiye'de sivilleri katlederek, köyleri ve kentleri bombalayarak, yüz binlerce insanı işinden ve evinden ederek mağdur ettiğini bilmek durumundayız. O nedenle izleyici, dinleyici ve okurlar sahip olduğu bu kurumların değerini iyi bilmeli ve sahip çıkmalı. Bu kurumlarda çalışan bizler yaşadığımız eksikliği, yerine getirmemiz gereken sorumluluğu iyice bilince çıkarmalı halkımızı, toplumumuzu, çocuklarımızın varlık, özgürlük sorunlarını giderecek ölçüde tutmalıyız. Yani "nasıl olsa kapanır yenisi açılır!" demek yerine "varolanı kurumsallaştırıp sürdürmeyi" esas alan bir çalışma, eylem ve diplomasi yürütmek gerekmektedir.