Aslında hiç batıl inancım yok desem de kıyıda köşede kalmış bir takım kırıntılar hala var. 2013 yılına girerken 13 rakamının hep söylenegelen uğursuzluğundan mıdır nedir, sanki o yılın kötü geçeceğine dair bir his oluşmuştu içimde de fazla önemsememiştim. Öteden beridir sevmiyordum yeni yıl kutlamalarını, hiç bir farkı yoktu benim için diğer günlerden. Çok geçmeden 9 Ocak katliamıyla sarsılınca -ki ondan sonra bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmadı- 13 rakamına karşı bir antipati oluştu bende. 2013’den sonra gelen her yeni yıl eskisini mumla aratırken, katliamlara ve soykırımlara tanıklığımiz hiç bitmedi. Bir yandan Türk devletinin askeri ve siyasi operasyonlarla sürdürdüğü topyekûn savaş, diğer yandan direnen Kürdistan. 90’ları da geçtik; yaşanan 1938’den başka bir şey değil. Bu devlet aynı katil devlet, değişen sadece iktidardaki yüzler.
13 Şubat... Cîzir’deki soykırımın en üst noktaya ulaştığı şu günler büyük komplonun da yıl dönümü. Avrupa’daki yurtsever halkımız kinini ve öfkesini kuşanıp akın akın Strasbourg’a akarken Apê Kâzım’ın ölüm haberiyle bir kez daha sarsılıyorum.
Hepimizin Kâzım amcası Apê Kâzım, PKK’nin kurucu kadrolarından Çağdaş Kawa Mazlum Doğan ile ilk gerilla komutanlarından Delil Doğan’ın babası.
Daha geçen yaz hep birlikteydik. Dep (Karakoçan) Belediyesi’nin ikincisini düzenlediği Mazlum Doğan Doğa, Kültür ve Sanat Festivali dolayısıyla epeyce heyecanlıydı. Festival geçen yıl Mazlum Doğan’ın Dêrsim’in Mazgirt ilçesine bağlı, Dep sınırındaki Goman köyünde start almıştı, bu seferde öyle olacaktı. Suruç’da yaşanan katliam dolayısıyla festival iptal edilince küçük bir anma yapma kararı alınmıştı. Festivalden önce de sonra da Dêrsim’den, Amed’den ve diğer çevre şehirlerden halk Mazlum Doğan’ın mezarına gelmeye devam ediyordu. Apê Kâzım, Kebire Ana ve kızlarıyla birlikte gelen herkesi “Mazlum’umun misafirleridirler” diyerek karşılıyor, evinin kapısını açıyor, ikramlarda bulunarak onları ağırlıyordu.
Eski evleri heyelan dolayısıyla yıkılma gerçeğiyle yüzyüze kalınca, önce evin hemen yanı başındaki Mazlum ve Delil Doğan’ın mezarlarını başka yere taşıtmış, sonra da mezarlar orda yapayalnız kalmasınlar diye hemen yakınına yeni bir ev yaptırmışlardı ailece. Mezarların etrafına ziyarete gelen konuklar yiyebilsinler diye Tunceli Üniversitesi öğrencileriyle birlikte her türden meyve ağaçları ve üzüm bağı dikilmiş, bir de ayrıca çeşme yapılmıştı. Sonrasında bu etkinlikte yer alan öğrenciler 12 yıla kadar varan cezalarla yargılansalarda bugün orada koskocaman bir meyve bahçesi gururla konuklara her türlü yemişini ikram etmeye devam ediyor.
Her gelen konukla söz elbette ki Mazlum’dan ve Delil’den açılıyordu. Onlar bıkmadan usanmadan birbirinin benzeri sorulara cevap veriyor, “herkesle görüşmeyin, bunun polisi var, MİT’i var” diyenleri umursamıyorlardı.
Apê Kâzım da, Kebire Ana da, çocukları da her bahar memleketleri Dêrsim’e koştular ki Mazlum ve Delil’in misafirlerini onlara yaraşır bir biçimde karşılayabilsinler. Onlar her konukta Mazlum’u ve Delil’i gördüler. Aldıkları her nefeste tüm Kürdistan’a mal olmuş bu iki büyük devrimciye bağlı kaldılar, onların mücadelelerini sahiplendiler. Evlerinin kapısını da yüreklerini de her zaman açık tuttular.
Suruç katliamında şehit düşen Cebrail Günebakan’ın cenaze töreninin görüntülerini Arife Abla’ya gösterdiğimde biraz burukluk, biraz gururla şunları söylemişti: “Biz Mazlum’un cenazesini getirdiğimizde yanımızda sadece bir kaç kişi vardı, şimdi Kürt halkı korkusuzca ve kahramanca şehitlerine sahip çıkıyor.” Apê Kâzım vasiyeti gereği oğlu Delil Doğan’ın ilk gömüldüğü mezara gömüldü. Yanında Mazlum’u Amed Zindanı’ndan alıp getirdiği günkü gibi bir kaç kişi değil, koca bir halk vardı.
O, yıllar sonra mezarda da olsa çocuklarının kokusunu duyumsayacağı için eminim ki hiç olmadığı kadar mutlu olmuş, hiç olmadığı kadar heyecanlanmıştır.
Devri daim, yolu ışık olsun. Başta Kebire Ana olmak üzere bütün ailesinin, Goman’lıların ve Kürdistan halkının başı sağolsun...