İslamiyet’in Ortadoğu’da emperyal bir dönem olarak şekillenmesi ve sunni Emevi Hanedan’ın iktidarlığı tarafından devletleştirilmesi birçok isyan ve ayaklanmaya neden olmuştu. Tabii ki burda Emevi hanedanın Ehli-Beyt’e karşı iktidar savaşı büyük bir rol oynamakta. Haşimoğullarından Abbasiler bu durumu fırsata çevirip Peygamber efendimizin aynı kanından olmasının etksiyle de İslamiyet’i komunal toplum olduğunu savunan isyancıları desteklenmiş ve 750 yılında Bağdat’ı inşa ederek halifeliği Bağdat’a taşımayı başarmıştı, lakin bu zafer halkın İslam komunal toplum talebine cevap olamadığı gibi halk sömürüsü dahada tırmandırılmıştı. Abbasiler tüccar tabakasını oluşturup, üst sınıfı yaratmış ve müslüman topraklarında bir islam-sosyetesi hakimiyetini sürdürmüştü. Bu hakimiyetin daimiyeti için Abbasi halifeleri kendilerini yeryüzünde Allah’ın gölgesi ilan etmiş ve İslam temeline aykırı olan ruhban sınıfı oluşturmuştur. Bu adaletsizlik birçok isyanın çıkmasına neden olmuştu. Bunlardan bazıları Mevâlîler, Şiîler, Haricîler, Mutezilîler, Hurufiler, Horasanlılar, Mazdek-Hürremîler-Babek, Zenciler, İsmailîler ve Karmatilerdi.
Karmatilerin isyanı yada Karmati harekatı 200 yıl kadar (870 – 1070) süren ve en yaygın hareketlerden biriydi.
Karmatiler politik-ahlaki topluma dayalı komünal sistemi savunur ve devletleşmeyi ret eder. Kendi aralarında eşitce, özellikle kadın-erkek eşitliğine önem verip yaşamını sürdürmüşler. Karmatiler yada halk diliyle İslam Kömüncülerinin kurucusu Hamdan bin Es’as El- Karmat’dır. İsmaili’lerden etkilenmiş ve aynı zamanda Başdai (Dai= hareket adına halkı İslamiyete davet eden kişi, öğretici) olarak faaliyet yürütmüştür. Karmat köle-emekçi anlamına gelir ve Hamdan’da alt sınıfında yer aldığı için Karmat ismi verildiği söylenmekte. Karmatiler hareketinde yer alanlar sosyal anlamda köle-emekçi olduğundan bu harekat de Karmatiler ismini almıştır. Karmat İsmaili hareketi ile “Gizli Davet Döneminde” tanışdı. Gizli Davet Dönemi İsmaili öğretilerini Dai’ler üstenip gizlice halka yaydığı dönemlerdir. Karmat Küfe’de ağaların topraklarında çalışıp geçimini sağlardı. Al-Huseyin al-Ahvazi adında bir İsmaili Dai’si ile tanışır ve Ismaili davasından etkilenip Abbasi Halifeliğine karşı direnmeye söz verir. O zamanlardaki daha cahil ve yoksul Karmat zamanla büyük bir bilgi edinmiş ve 880 yıllarında Başdai olarak atanmıştır. 899 yılında Karmat komünal değerlere dayanan bir yapı kurmayı hedefler ve ilk 3’lü komitesini kurar. Bu komite Abdan Belegat-ül Safa (hareketin akıl hocası, İdeoloğu), Abu Said al-Cenabi (Karmat’tan sonra gelen 2. Önder) ve Zikreveyh El-Dendani’den oluşur.
Bu komite alt komiteler kurup bu sistemi birçok bölgeye yayarlar (Ortadoğu, Mısır, Yemen ve Afrika’da birçok bölge) ve bir komünal halk örgütlenmesi ile yaşam şekillenir.
Hareketin hiraşik yapılanması ise şöyle:
1. İmam: Tanrıdan yetki alırdı; 2. Hüccet: İmamın öğrencisi; 3. Zu’l Massa: İlim İrfanı (bilimi anlayan), Hüccetten öğrenir; 4. Başdai: Dai-ül Ekber; 5. Dai-ül Mezun: Harekete Davet etme yetkisi olan; 6. El Mukalib: Dai’nin vekili;7. Mümin: Dai’nin müridi
Örgüt’de gizlilik esastı. Öyle ki kod isim ve Arapça Cifr kullanılırdı.
890 yılından itibaren Hicret evleri (Dar’ül Hicre) isimli sığınaklar, barınaklar inşa etmeye başladılar. Bu evlerde halk Abbasi iktidarından uzak ve inşa ettikleri komün sistem ile yaşam sürerlerdi ve aynı zamanda eğitim alıyorlardı. Orada kişiler 9 mertebelik bir eğitim prosedürüne tabi tutulurdu. 1. mertebe temel bilgilendirme ile başlayıp 9. Mertebe ise derin felsefik konuları (hakikat, toplum ahlakı gibi) ele alırdı.
Yukarda belirtiğim gibi Karmatiler kadın-erkek eşitliğe önem veren bir harekettir ve ahiret ile cennet kavramlarını benimsemiyor ve asıl cennetin bu dünyada olduğunu idda ediyorlardı.
Karmatiler hızla büyüyüp, güç kazandılar.
900 yılında Bahreyn’in başkenti Hacar’ı denetimlerine almışlar ve çevre bölgelerden Yamama ve Umman’a kadar egemenliklerini genişletmişlerdir. Ayrıca hareket Taberistan, Cürcan (Gürcistan), Azerbaycan ve İsfahan’a doğru genişlemeye devam ettiler. 919 yılına kadar Maveraünnehir bölgesinde de Fatımi ve Karmati öğretiler beraber geliştirmişlerdi.
Ahsa’yı kendi başkentleri ilan etmişlerdi. 924 yılında Mekke’ye giden hacıların gidiş yollarını bile engellenmişlerdir. Bunun sonucunda da 925’te ise Bağdat hükümeti hacıların geçişine izin verilmesi karşılığında vergiye bağlanmıştır.
Karmati hareketine kürtler aktif olarak katıldılar. Rey ve Horasan Karmati Dai’lerinin Musul bölgesi ile sıkı bir ilişkilenmesi ve bölgeye temsilciler göndererek Kürdistan’da özellikle Musul‘da Karmati örgütlenmesi mevcuttu.
Karmatiler Moğolların büyük istilasına kadar bir süreci kapsıyor.
Nasır-ı Hüsrev seyahatnamesinde Karmatilerin sosyal yapılanmasını şöyle anlatır “çok barışçıl bir toplum. Üretilen her şey ortak. Hiç kimsenin özeli yok. Çocuklar toplumun tümünün sahip çıktığı ortak değerlerdi. Kreş benzeri yapılarda çocuklar hem ciddi bir eğitim alıyor hem de kadın erkek herkes tarafından bakılıyor. Dışarıyla ticarette dürüstmüşler. Yüksek bir kültüre sahiptirler. Yeryüzünde insanların kurduğu eşitlikçi bir cennet. Sendikal örgütlenmeleri var. Örgütlü bir toplum.”
Hallac-ı Mansuɾ (Ebu Abdullah Hüseyin b. Mansur el Beyzavi el Hallac) (d. Ağustos 858, Tuɾ – ö. 26 Maɾt 922, Bağdat) bu hareketin en büyük alimiydi. Mansur’un baba meslegi hallacılık olduğundan Mansur’a Hallac-ı lakabı veɾilmiştiɾ. Hallacı Mansur’un babası Müslüman, dedesi ise Zerdüşt’tur. İslamiyet‘e ve özellikle Kuran-i Kerim‘e duyduğu büyük ilgiden dolayı o dönemin dini alimlerinin yanında ders almaya başlar. Mansuɾ daha 12 yaşındayken hafız (Kuran-i Kerimi ezberleyen) olur ve Kuran-ı o yaşlarda bile okumak ile yetinmemiş ve süre’ler hakkında yorum yapmaya başlamıştır. 883 yılında Hallac Basra’ya gider ve İmam Buhari’nin öğrencilerinden olan Amr El-Mekki’den ders alır. Hallac-ı Mansur 16 yaşlarında devrin büyük süfi bilgini Sehl b. Adullah et-Tüsteri’den 2 yıl kadar ders alır. Tüsteri’nin ölümü üzerine Basra’ya gider ve ünlü süfi bilgin Amr b. Osman el Mekki’den 2 yıl kadar dersler alır. Bu eğitim sürecinde yorum ve tartışmalarını daha da derinleştirir ve İslam alemin Hz. Muhammed’in getirdiği İslamiyet’den uzaklaştığını ve ihanet ettiğinin bilincine, hakikatına varır. 885 yılında Cûneyd-î Bağdadi’den ders almaya başlar ve artık bu yeni fikirlerini onunla tartıştırır. Onun yanında Nûn, Fûti, İbn Ata ve Şibli hazretleri gibi büyük din alimleri ile tanışır. O dönemler Karmatiler hareketinin ayaklamasına denk gelir ki Mansur hemen etkilenir ve döneme ilişkin olarak şu mısraları yazar “Seccademi suya sermiş bir ateşim ben. Bu yolda çıkardım tarikat hırkamı ben”
Bu dönemde süfi bilginlerinden Ebu Yakup el-Akta’nın kızı Ümmü Hüseyin’le evlenir ve bu evlilikten bir kızı ve üç oğlu olur.
Mansur 903 yılında Hac’a gider ve yaklaşık 1 yıl Mekke’de inzivaya çekilir. 907 yılında Acem diyarına ve Irak’a gidip İslam’a davet eder ve oradaki halklarla tartışmalar yürütür. Özellikle Ahza ve Horasan’da kalır. Bu yerler Karmati hareketinin merkezleriydiler.
Ziyaretlerinin sonrasında tekrar Kabeyi ziyaretinde bulunur ve bu sefer Hindistan ve Doğu Türkistan'a gider. Özellikle kast sınıflarında bulunan birçok Hinduları Müslümanlaştırır.
Hallac-ı Mansur’un düşünceleri “insan-tanrı- evren” konularını içeren, varlık birliğini savunur ve bu teori tabii ki Abbasi halifeliğin köle-sistemine ters düşer. Özellikle Ehli Beyt’in getirdiği komün sistemini Abbasilerin ihanet ettiğini ve halkı bu yönlü aydınlatması İsyancıların sayısını artırmışti. İktidar bundan rahatsız olmuş ve Hallac-ı Mansur’dan kurtulmak istemiştir. Bu nedenle Hallac-ı Mansur’un “Enel Hak” (Ben tanrıyım) sözü tutuklanması için gerekçe gösterildi. Halbuki Mansur’un Enel Hak sözünün Allah'ta eriyip yok olmak anlamında söylemiş olduğu biliniyordu.
Mansur 913 yılında Sus’ta düşmanı olan Ebul Hasan Ali b.Ahmet er-Rasimbi tarafından tutuklanır ve mahkemeye cikartılır.
Mahkeme Hallacı “Zındıklıkla “ suçlamıştı çünkü Hallac’ı asmak için gerekçe gerekmektedi. Maliki mezhebine göre de Zındıklığın tövbesi kabul olmadığından İdam kararındanda kurtuluş yoktu.
Hallac, mahkemenin düzmece olduğunu anlamış ve kadılara dönerek “Canıma kanıma dokunmanız haramdır. Dinin mubah saydığı yorumlarımı tevil ederek benim alehime kullanmanız helal değildir. Ben; dini İslam, tavrı sünnet olan bir insanım. Bunu gösteren kitaplarım çarşı-pazarda herkesin elindedir. Allahtan korkun da benim hayatıma kast etmeyin” demişti lakin bu söz çok önceden verilen fermanı değisitremedi. Mansur 8 yıl tutuklu kaldıktan sonra Bağdat’a götürüldü. Maliki kadısı Ebu Ömer Hammadi’nin fetvası ve Abasi Halifesi Muktedir’in buyruğu ile 22 Mart 922 tarihinde idam etme kararı alınır.
Önce 1000 kamçı vurulur, el ve ayakları kesilip vucudundaki tüm deriler kesilir. O haliyle canlı haça gerilip halka teşhir edildiğinin ertesi günü ölür.
Rivayete göre gövdesi kesilen her parça “En-el Hakk” diye haykırıyordu. Hallacı Mansur‘un gövdesi yakılarak külleri suya serptirdiklerinde nehrin suları “En-el Hakk “ diye haykırmış.
Bu adaletsizliğe atıf yapan birçok alimlerden biride Pir Sultan Abdal’dı.
Pir Sultan Abdal idam edilmeden önce ki son sözlerinde “ber dar” olmaktan yani Hallac gibi öldürülmekten bahs ediyor. Şöyle demişti:
Hızır paşa bizi berdar etmeden
Açılan kapılar şaha gidelim
Siyaset günleri gelip çatmadan
Açılın kapılar şaha gidelim.