Fethullah Gülen: Eğer eskiden yaptıkları gibi (sözde Musul ve Kerkük'ün Lozan'da verilişini anlatıyor, kastediyor.) 'Burayı da verelim!' derlerse, bu defa da arkadan Türkiye'de, Kızılbaş gayilesi gelir. Oralarda açtığımız okullarda bunlarla diyalog kurabiliyoruz. Bir ölçüde bu dalgaları, septikleri (yani mikrop) kırma imkanımız oluyor.
Türkiye’de 1970’ten beri kendine mahsus dinsel taassubu çerçevesinde faaliyet yürüten Muhammed Fethullah Gülen (d.1947), 1999 yılından beri Amerika’da yaşıyor. Gülen Cemaati’nin iddiasına göre temel kökleri, Said Kurdî’ye dayanıyor. Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Nur Köyünde dünyaya gelen “Bedi-üz Zamân (Zamanın güzelliği)” ve “Said-i Kurdî (Kürt Said)” lakaplarıyla da anılan Said Nursi (1878-1960), Türk öğrencilerine, devasa bir külliyat sermayesi bıraktı. Said Nursi’nin bir bendesi olduğunu, onun yolunda gittiğini ve onun bilgi sermayesini kullanarak bu günlere geldiğini söyleyen Gülen, “Said Nursi’nin bir Kürt olduğunu öğrendiğinde ise çok üzüldüğünü!” açıkça itiraf etmekte beis görmemiştir. Lakin ona göre Kürtlerden böylesine bir alimin çıkması imkansızdı!
Örgütlenmeye başladığı ilk yıllarda “Said-i Nursi Hareketi, Nur Haraketi, Nurcular” ve benzeri isimleri kullanan Gülen, zaman içinde kendi adıyla anıldı. “Gülen Hareketi”, “Fethullah Hoca Cemaati”, “Gülen Cemaati” ve benzeri isimler sayılabilir.
‘Alevilik sapık bir mezheptir!’
Gülen’in Türk siyasi tarihine girmesiyle birlikte hakkında geniş kapsamlı bir neşriyat yapılmış ve sonuç itibarıyla Gülen, tüm dünyaya tanıtılmış popüler bir figür olarak karşımıza çıkarılmıştır. Özellikle 1990’lı yılların koalisyon dönemlerinde, istikrarı bozulan devletin içinde, iyice palazlanma fırsatı bulmuştu. Devletin tüm organlarında yeraltı gölgesi oluşturarak günümüze kadar serpilmesine tüm yetkin siyasiler tarafından ciddi imkanlar tanındı. Ülkedeki diğer küçük dini cemaatler, Gülen Cemaati’nin gölgesinde kaldı. Ve fakat Arapların dediği gibi şimdilerde “Akibet-ül hüzzam”a uğrayan Gülen’in o yılları, altın çağına tekabül eden yıllarıydı.
Peki ama Gülen’in Alevilerle, Alevilik’le ilgili düşünceleri nelerdi?
1963 yılında Türkiye’de yaygınlaştırılan Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum şubesini kuranlar arasında yer alan Gülen, o günlerden beri Alevilere hangi gözle bakıyordu?
Benzeri soruların cevabını, aslında “kendini bilen” her Alevi bilir. Aleviler, Cemaat’in kendileri için hiç de hayırlı şeyler düşünmediğini rahatlıkla bilince çıkarmakta ve batıni gerçeği anlamaktadır. Esas itibarıyla sorunun kısa cevap anahtarı şudur: Yıllardan beri bir bulmaca gibi gizemini koruyan Gülen, Alevileri “sapık”, Aleviliği ise “bir sapık mezhep” olarak görüyordu. Konuyla alakalı, işte bazı verisel kanıtlar...
‘Sapık mezhep: Alevilik’
Zaman gazetesi, Gülen haraketinin geniş kitlelere açılan tek penceresiydi. 3 Kasım 1986 tarihinde yayın hayatına başlayan Gülen’in Zaman gazetesi, Aleviler hakkında hiçbir zaman pozitif bir düşünceye sahip değildi. 13 Şubat 1989 tarihli Zaman’da yayımlanan bir bulmacada, “Ehl-i Sünnet dışı sapık bir mezhep?” şeklinde bir soru yer almış, ertesi (14 Şubat 1989) gün verilen cevapta, bu sorunun yanıtı “Alevi” olarak açıklanmıştı. Bir Alevi tarafından gazetenin aleyhinde açılan dava, mahkeme heyeti tarafından önce “Aleviliğin bir inanç meselesi olduğu, yayında davacının hedef alınmadığı” (yani bulmacada hedef alınan Alevilik idi, davayı açan Alevi değildi?) gerekçesiyle reddedilmişti. Uzunca itirazlar sonucu, Zaman gazetesinin aleyhinde yürütülen davada, gazetenin sorumlu müdürüne 1 yıl hapis cezası verildi. Daha sonra hapis cezası, paraya çevrildi. Şimdi anlaşılıyor ki, bu dava kararlarını veren hakimler de meğerse Gülen’in çocuklarıymış! O kararaları verenler ve onların ögrencileri, şu an gözaltında yada görevlerinden uzaklaştırılmış durumda. Devam edelim...
‘Mikrop kırma imkanı’ymış!
1990’lı yıllarda çekildiği sanılan bir video görüntüsünde Fethullah Gülen, oturduğu yerde kucağında bir bebekle, Kürt sorununu ve bölge politikalarını anlatıyor: “(…) Ha sipanallah! Eğer eskiden yaptıkları gibi (-sözde Musul ve Kerkük’ün, Lozan’da verilişini anlatıyor, kastediyor.) ‘Burayı da verelim!’ derlerse, bu defa da arkadan Türkiye’de, Kızılbaş gayilesi gelir. Oralarda açtığımız okullarda bunlarla diyalog kurabiliyoruz. Bir ölçüde bu dalgaları, septikleri (-yani mikrop) kırma imkanımız oluyor.”
Sözleri manidar olsa gerek! Oralar dediği yerler daha çok Kürt Alevilerin yaşadığı bölgeler... Özellikle de Dersim’i kastediyor. Lakin Fethullah Gülen’in Dersim ile ilişkisi, 1990’lı yıllarda başlamıştı. O yıllarda Tunceli Belediye Başkanlığı’na, halka dağıtılması için kurbanlık koyunlar “hediye” ediyordu. 2000’li yıllarda ise Dersim’de fakir ailelerin zeki çocuklarını, Dersim’de açtığı okullar, kolejler üzerinden cemaati için “kurbanlık” olarak devşiriyordu. Yine esnaf ve değişik sosyal katmanlarda kendine edindiği işbirlikçilerle, Dersim’deki etkinliğini daha da kökleştiriyordu.
Yörük ve Tahtacılar...
Video konuşmasına devam edelim... Yörükleri ve Tahtacıları (-dahası Türkmen Alevilerini) Alevi olarak görmeyen Gülen, sözlerini şöyle sürdürüyor: “(…) Fakat Türkiye’de, ben Alevi demiyorum. Onlar Alevi değildir. Anadolu’daki Aleviler, Yörükler, bizim Tahtacılar, onlar bizim her zaman anlaşacağımız insanlardır. Fakat aslen Nusayri olan Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmiş, aslen Nusayri olan Tunceli civarındaki Aleviler, bu işin arkasında. Bunlar, Türkiye’de gaileler açtığı zaman devletinizle, ordunuzla bu işin karşısına çıkamazsınız. Ve bunların dinleri yoktur, Nusayri akidesi vardır. (-yani Nusayrilerin, Alevilerin anlayışına göre;) ‘Allah insandır, insan Allah’tır. Allah insanın içine girmiştir, insana itaat etmiştir.’ Bu anlayış hakimdir.”
Gülen burada konuyu çarpıtıyor elbette. Çünkü Nusayriler, onun dediği gibi, öyle Ermenilerden, Süryanilerden meydana gelmemiştir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise, Dersim Alevilerini Nusayri olarak gösteriyor ve “dinlerinin de olmadığını“ yani “dinsiz olduklarını” açıktan açığa, alenen belirtiyor.
Gülen: Hazreti Muaviye!
Milliyet gazetesinin “Alevi hareketi” başlığı altında hazırladığı yazı dizisinin 9 Temmuz 1995 tarihli sayısında Fethullah Gülen, Muaviye’ye, saygı duyulan/kutsal sayılan kimselerin yüceltilmesi için kullanılan “Hazret” ünvanını kullanarak Alevilere sesleniyor. Diyor ki, “Hz. Hasan çizgisindeyim. Hz. Hasan, Hz. Muaviye’ye karşı hilafet davasından vazgeçerek İslam toplumunun birliğini sağlamış.” Yani Aleviler, siz de gelin İslam ve Türk birliği için benim etrafımda toplanın! Zira gördüğünüz gibi ben de sizin sevip-saydığınız Hasan’ı seviyorum. Hüseyin’i sevmekten vazgeçin ve onun davasını terk edin!
Yine aynı gazetenin 11 Temmuz 1995 tarihli sayısı, Fethullah Gülen’in bazı Alevi ileri gelenleriyle görüştüğünü, Cemevi, okul, kültür lokalleri yapmalarını istediğini, kendisinin de bu girişimlere destek vereceğini bildirdiğini haber veriyordu.
Gülen’in ‘Alevi sevgisi’!
Öyle anlaşılıyor ki Gülen, 1963 yılında komünistlerle mücadele ederken, 1990’lı yıllarda ise Alevilerle mücadele etmenin yollarını keşfediyordu. İşe Alevileri sözde seviyor görünerek, onları içten içe bölerek, kendi tabanını oluşturmaya çalışarak başladı. 21 Haziran 1995 tarihli Evrensel gazetesindeki habere göre Fethullah Gülen, Başbakan Çiller’le bir gizli görüşme yaparak Alevilere cemevlerinin yapılması için maddi destek vereceğini, yardımcı olacağını belirtiyor. Her ne hikmetse 90’lı yıllarda Gülen, Alevileri sevmeye başlıyor. Aleviler arasında kendisine partner olarak da Alevi tabanı açısından sicili kara yazılarla dolu olan İzzettin Doğan’ı seçiyor. Çünkü onun geleneğinde, her devrin adamı olmak var!
Gülen-İzzettin Doğan kardeşliği
Gülen’in yolunun 25 Haziran 1995 tarihinde devlet erkanının da katılımıyla açılışı yapılan Cumhuriyetçi Eğitim Vakfı’nın (Cem Vakfı) kurucusu İzzettin Doğan’la kesişmesiyle birlikte, ülke genelinde vakfa bağlı görkemli cemevleri yapılmaya, modern bir iç dizaynla döşenmeye başlandı. Bu cemevlerinin yöneticilerinin aylarca belli merkezlerde eğitime alındığı ve ardından umre ziyaretleri adı altında Arabistan’a götürüldüğü, artık sır değil.
Bu cemevlerinde “halka namazı” adı altında kılınan namazlar, gerçekleştirilen bayram törenleri ve kutlamalar, hiçbir inanç mekanında olmayan fakat Ayin-i Cemlerde asılan Atatürk posterleri, Türk bayrakları... Bu ikilinin Aleviler içinde yürüttüğü çalışmaların bazı sonuçları bunlar. Gülen ve Doğan arasında 2013 yılına kadar birçok projenin yürütüldüğü anlaşılıyor. Bunun son örneği olarak karşımıza çıkan ise “Cami-Cemevi Projesi” oldu.
Cem Vakfı’ndan Gülen’e destek!
2012’de kendi televizyon kanallarında “Fethullah Gülen’den Alevilik’le ilgili tarihi açıklama” spotuyla Gülen, Türkiye’de Alevilerle barış içinde yaşanmasına ilişkin bir dizi açıklamada bulunuyordu. Yine cami-cemevi projesine karşı yapılan haklı eleştirilere binaen Gülen, kendi televizyon kanallarındaki muhtelif söyleşilerinde, ortağı Doğan’ı övüyor ve cami-cemevi projesindeki asıl maksatlarını, kendine has üslubuyla anlatıyordu. Buna mukabil İzzettin Doğan da aynı aşk-ı muhabbetle Gülen’e güzellemeler diziyordu. Gülen’in yazılı ve sözlü medyasındaki haberlerde “Cem Vakfı’ndan Gülen’e destek!” başlığı atılıyordu.
Doğan Nâzım’a benzetti
İzzettin Doğan’la özel sohbetler gerçekleştiriliyor ve Doğan, Gülen’in Türkiye’ye gelmesi için adım atılmasını talep ediyordu. Nazım gibi, Gülen’in de uzak diyarlarda yaşamaya mecburi bırakılmamasına vurgu yapıyordu. “Gülen’i başka diyarlarda yaşamaya mecbur kılamasınız” diyor ve devam ediyordu: “Fethullah Gülen hoca da eğer Türkiye’de yaşamak istiyorsa, bu hakkın tanınması gerekiyor. Gülen’le tabii görüştüm ama 10 seneyi geçti. Rendevu istedi, evime geldi. Valla daha çok ben konuştum, hoca az konuştu. Çok da etkilendiğini söylemişti bana. Cemevlerinin yapımına destek verdiği söylenebilir. Fethullah hocanın, ‘Camilerin yanında cemevlerinin yapılması gerekir’ düşüncesini de medya aracılığıyla zaten kamuoyu duymuş oldu.”
Bu güzelleme, Doğan’ın dilinde uzayıp gidiyordu. Dikkat edilirse Doğan, bir gerçeği kendi ağzıyla itiraf ediyor ve diyor ki, “Cemevlerinin yapımına destek verdiği söylenebilir.” Demek ki Cem Vakfı’na bağlı bütün derneklerde, cemevlerinde ve benzeri etkinliklerde Gülen, hatırı sayılır maddi katkılar sunmuş. Yoksa Cem Vakfı, bu devasa mal varlığını sadece yoksul Aleviler üzerinden elde edemezdi.
CHP’yi neden dönüştürdüler?
15 Haziran’la birlikte ortaya çıkarılan Gülen’in devlet içindeki siyasi hünerlerinin boyutu, aslında bütün boyutlarıyla ortaya henüz çıkarılmamıştır. Bu ortalığa saçılanlar, buzdağının sadece alt eteklerindeki zahiri görünümünden ibarettir. Hele Aleviler içindeki faaliyetlerinin kapsamına hiç dokunulmamıştır. Bazı Alevi çevrelerinde, onun adına çalışanların kimler olduğu, bunların nerelerde ve hangi görevlendirmeler kapsamında iş tuttukları, şimdilik deşifre edilmemiştir. CHP’nin takım kaptanlığının, yani Arapların dediği gibi “Divan-i krampon-ül deccal-i üryan”ının, Alevifobik Deniz Baykal’dan alınarak Tuncelili Alevi Kemal Kılıçdaroğlu’na verilişinin arkasındaki muamma halen gizemliliğini korumaktadır. CHP’deki bu oyuncu değişikliğinin neden yapıldığı, Aleviler tarafından teferruatlı bir biçimde ele alınmalıdır. Yine Gülen’in Kılıçdaroğlu’na tavsiyesiyle CHP’den aday gösterilen Alevi belediye başkanları ve milletvekillerinin kimler olduğu şu ana kadar açığa çıkarılmamıştır.
10 ‘Alevi derneği’ de kapatıldı
Gülen’e ait kapatılan dernekler arasında, bir federasyon çatısı altında kurulan 10 ‘Alevi derneğinin’ de oluşu, aslında Gülen haraketinin Aleviler açısından işin ne denli vahim ve inanç bazında bir o kadar da tehlikeli olduğunu göstermektedir. Askeri okullarda okuyan Alevi ya da laik-çağdaş-demokrat öğrenciler, Fethullahçı ekipler tarafından taciz edilerek çeşitli iftiralarla okullarından atılmıştır. Dışlanan bu ögrencilerin bazıları ise kendilerine yöneltilen türlü iftiralara dayanamayıp intihar etmiştir. Yürütülen kumpas soruşturmaları adı altında birçok rütbeli Alevi askerlere dava açılmış, bazıları hapsedilmiş, bazıları da yine intihara sürüklenmiştir. Devlet içinde çöreklenmiş bu Fethullahçı ekipler, Kürtleri, Alevileri, Ermenileri, solcuları acımasızca fişlemiştir. Bu cenahtan kişilerin, devlet memuriyetleri ve terfileri hep engellenmiştir. Demek ki, “Aleviler, Türkiye’de gaileler açtığı zaman devletinizle, ordunuzla bu işin karşısına çıkamazsınız” tespitiyle Gülen, Alevi sorunsallığını, yukarıda bazı başlıklar altında sıraladığımız gibi, kendine özgü, farklı yöntemlerle aşmak için çalışmalar yürütmüş.
Sonuç olarak...
“Her işte bir hayrı vardır” derler ya, işte 15 Temmuz bu yönüyle, Aleviler açısından belki de hayırlara bir vesile olur. Fakat yine dikkatlerden kaçmaması ve toplumsal hafızada tutulması gereken en önemli husus şudur: Fethullahçı cemaatin Aleviler içindeki uzantılarının henüz deşifre edilmemiş ve sonuçlarının ortaya çıkarılmamış olması, şu anda Aleviler ve inançları açısından tehlikenin devamına işaret etmektedir. Dolayısıyla şu ana kadar Cem Vakfı çevresinde konumlanan bazı bölgesel Alevilerin, dedelerin ve dernek yöneticilerinin devleti bir ahtapot gibi saran Fethullahçı cemaatin bugünlerde ortaya çıkarılan darbe girişiminin mahiyetini, Cem Vakfı ve İzzettin Doğan’ın şahsında, bir kez daha iyi değerlendirmeleri gerekmektedir. Zira yarın çok ama çok geç olabilir...