Lütfen bekleyin..

Av. Aysel Öztürk

IŞİD, Türkiye’nin yeni ordusu

13 Ağustos 2016, 12:06

14-15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana Türkiye’de ilan edilen OHAL devam etmekte. Bu zaman diliminde yüzlerce asker, rütbeli, savcı ve hakim cemaatci olduğu iddası ile tutklandı. Bunlar yaşanırken Türkiye halkı paralel yapıdan kurtulup, derin devletin tasfiye edildiğini ve bunun sevinci ile meydanlarda nöbet tutmayla dayanışma gösterdiğini düşünmekte. Kendimizi kandırmayalım. Türkiye tarihinden bu yana devlet daima kendi düşmanını yaratma geleneğine sahiptir. Sistem değişmedikçe de derin devlet hep var olacaktır. Geçmişte de olduğu gibi terör örgütünün ismi değişiyor sadece yani kısaca devletin katilleri el değiştiriyor. Yakın tarihte nasıl ki hükümetin bilgisi dâhilinde Hizbullah Türkiye’de Türkiye vatandaşlarını katlettiyse, FETÖ da aynı şekilde halkın başına bela edildi. Çiller’in nasıl kiralık katillerine güvenip ellerimizde liste var deyip cinayetler işlettiğini unutmadıysak halk Erdoğan’ın da aynı sözlerle FETÖ’cülerine IŞİD’cilerine cinayet işlettiğini unutmayacak. Bugün halkın büyük bir kısmı farkında olmasa da ilerde bugünleri kara gün olarak hatırlayacaktır. Biraz geçmişi, yani 90’lı yıllardan itibaren yaşanan süreci birlikte hatırlayalım. 

Halk dilinde Sofikler (sahte sofiler) ya da Hizbul-Kontra diye anılan Hizbullah örgütü 90’lı yıllarda devletin kiralik katilleriydiler. 

Hizbullah örgütü 1979 yıllarında Diyarbakır’da Abdulavahap Ekinci’ye ayit Vahdet kitapçısında başladı. Kitapçıda insanlar örgütleniyordu. Toplantıları (90’lı yıllarında Batman’a kaçırılıp öldürülen) Fidan Güngör ve (01.07.2000 tarihinde Beykoz hücre evinde öldürülen) Hüseyin Velioğlu düzenleniliyordu. 1981 yılında Güngör, Menzil kitapçısını kurarken, 1982 yılında Velioğlu ise İlim kitapçısını kurup Ekinci’nin müslüman kardeşlerine sempati duyması nedeni ile fikir ayrışması oluşmuştu. 1987'de Velioğlu İlim kitapçısını Batman'a taşıdı ve orada paramiliter bir yapı oluşturdu. Bu yapı Silvan’dada çok etkiliydi. Uzun bir zaman Yolaç köyünü merkez üssü olarak kullanıyorlardı.

Halktan Zekât ve fitre adı altında halkın malını gaspediyorlardı ki PKK’nin buna müdahele etmesiyle Kürdistan’da PKK ve Hizbullah çatışması başladı. Özellikle 1990'lı yılları en yoğun catışma süreçi idi. Batman, Nusaybin, Cizre ve Silvan’da domuz bağı gibi ilkel ve vahşi metodlarla insanlara işkence edip öldürüyorlardı. Kaçırılan birçok kişinin cesedi yıllar sonra Hizbullah'ın hücre evlerinin altına kazılmış toplu mezarlardan çıktı. 

O dönemlerde hiçbir üyesinin tutuklanmaması Hizbullah-devlet ittifakını aleni kılıyordu. 

Tabii ki Hizbullah’ın derin devlet ile bağlantısı çok güçlüydü. Eski Emniyet İstibarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu Adana Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Cingözen’in Velioğlu ile 1991 yılında sıkça görüşdüğünü söylemişti, ki Hizbullah’ın Adana’da Çevik Kuvvet Merkezinde eğitildiği sonradan tespit edilmişti zaten. Eski bakan Fikri Sağlar, Siyah-Beyaz gazetesine yaptığı itirafta da, Hizbullah örgütünü kurup sponsorluğunu üstlenme kararını 1985 yılında alıp uyguladıklarını söylemişti.

Örgüt Hizbullah’ın derin devlet bağlantısını ifşa eden birçok liberal, demokrat, solcu yazarında katiliydi. 1992 yılında Halit Güngen (2000'e Doğru), Namık Tarancı (Gerçek), Hafız Akdemir (Özgür Gündem) katl edilen muabirlerden sadece birkaçı. JİTEM'in kurucusu ve Türk Kara Kuvvetleri'nden emekli Albay Arif Doğan, 17 Ocak 2011'de Ergenekon davasında Hizbullah'ı kurduğunu itiraf etmişti. 

20.000 militana sahip olan Hizbullah İran ile ittifak yapıp, Türkiye’ye sırtını dönmesi ile Velioğlu’nu Beykoz hücre evinde operasyon sonucu öldürüp, orda bulunan arşivin büyük bir kısmını yakmışlardı. Delil karartma ve yok etme nedeniyle devlet arşivi bilinçli yakmiş olması uzun zaman tartışma konusu olmuştu. Sonrasında bugün de Gülen’cilere yaptıkları gibi 100’lerce Hizbullahçı tutuklamıştı. Balyoz ve Ergenekon davaları süresince Erdoğan kendisine biat edebilecek kadroya sahip olmadığı için Gülen ile ittifak yapıp cemaatın kadrosundan yararlandı. Sonra da “beraber yürüdüler bu yollarda”.

Ergenekon'dan boşalan yere Erdoğan FETÖ’cüleri atama ile üst kadrolara yerleştirildi. Özellikle 2010 referandumundan sonra yargıda ve emniyette büyük sayıda atamalar yapılmıştı. 

Gülen hareketini kurmadan önce Erbakan, Abdullah Gül ve Erdoğan’ın da yer aldığı gibi Nur’cu cemaatine mesuptu. Gülen dinler arası dialog adı altında ciddi bir Türk-İslam sentezi takipcisi ve Pan-

Türk’cüdür. Türkiye içinde kendine biat eden kadrolarını yerleştirmek büyük hedeflerinden biridir (paralel yapı). Faaliyeti "Işık Evleri" ile başlamış sonra da birçok eğitim kurumu kurumuştur. (Üniversite ve dershaneler de buna dahil). Burada öğrencilere maddi destek sağlayıp okumuş kadrosunu oluşturdu. Aktuel duruma göre 91 ülkede yaklaşık 489 eğitim merkezi vardır ki cemaatin en büyük finans kaynağıdır da budur aynı zamanda.

Gülen yapılanmasının TSK’ya sızması ise 1971 yılında başlamıştı. TSK içerisine yerleştirilen öğrencilerin birçoğu şu anda kurmay albay veya general rütbesindedir. Eski Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı Hâkim Albay Ahmet Zeki Üçok Nisan 2016’de Hürriyet Gazetesi’ne şöyle bir açıklama yapmıştı:

“Yaşar Büyükanıt, 1986 yılında Kuleli Askeri Lisesi Komutanıyken askeri lise sınavlarında yaklaşık 250 öğrenci, Türkçe sorularını tam yapıyor. Yapılan inceleme sonucu soruların cemaat tarafından çalındığı ve bu öğrencilere verildiği tespit ediliyor. Bu öğrencilerin 50-60 kadarı atılıyordu.”

15 Temmuz darbe girişiminde sonra gözaltına alınan ya da tutuklananların 103 generalden 76’sı tuğgeneral rütbesindeydi. Bunun sebebi ise bugün tuğgeneral ve albay rütbesinde olanların okullara giriş tarihleri Fethullah Gülen Cemaati’nin askeri liseler ve harp okullarına yoğun olarak yöneldiğinin iddia edildiği tarihlerle örtüşüyor. 

28 Şubat 1999 yılında Pensilvanya’ya Gülen tedavi gerekçesi ile kaçmıştı ve 18 Haziran 1999'da yayınlanan bir kasetle ılımlı din yerine asıl niyetinin rejimi değistirmek ve laikliği kaldırmak olduğu ortaya çıkması ile kaçma nedeni kamuya da açıklanmıştı. 

15-16 Temmuz 2016 tarihlerindeki darbe girişimde yer alan bir gurp askerin cemaatçi olduğu iddia ediliyor. Bu girişimciler yukarda bahsedilen cemaatin rütbelileridir ve Erdoğan cemaatçi olduğunu bilmesine rağmen Güneydoğu'da operasyonlar için grupta dokunulmazlık çıkartıp Kürdistan’da halkın üzerine saldırmışlardı. Özellikle Nusaybin, Cizre, Sur ve Silopi'de hükümetin bilgisi dahilinde akıl almaz bir vahşet yaşatılmıştı. İşte bu güç ile tankları batıya sürmeleri çok anlaşılmaz bir durum değil. Şimdi ise OHAL’ın ilan edilmesinden sonra habire OHAL’ı uzatıp hem elleri ile yerleştirdikleri cemaatçileri toplayıp tutukluyorlar, hem de darbe girişimine karşı tavır göstermelerine rağmen tüm liberal ve solcu siyaset izleyen kesimi.

Hizbullah’çılar da yakın tarihte tutuklanmışlardı, fakat Erdoğan bir yasa çıkartıp (CMK madde 102) hepsini 2011 yılında tahliye ettirip Hüda-Par partisini kurdurtmuştu. Bu partinin AKP’ye biat ettiği ve Erdoğan’a saygıda kusur etmediğini her seçimde gördük. Yani tarihe bakdığımızda bugünü karşılaştırsak Cemaat’ın cezaevinden çıkması sadece Erdoğan’a biat etme sözünü vermeye bakar.

Peki, şu an Erdoğan cemaatten vazgeçtiğine göre demokratik bir sistem ve özellikle Kürt sorununda en ufak ılımlı bir yaklaşım görülmezken -ki solcuların tutuklamasından bu anlaşılıyor- Türkiye’yi neler bekliyor?

Tabii ki yine yeni bir düşman yaratma Erdoğan’ın hedefidir. Türkiye düşmanı için tek bir seçenek kalıyor. Bu da şüphesiz IŞİD terör örgütüdür ki zaten AKP-IŞİD ittifakı defalarca tartışma konusu olmuştur.

IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) ya da eski adı ile DAİŞ 2.000.000.000 Dolar finans gücü ile dünyanın en zengin örgütüdür. IŞİD örgüt lideri Ebu Bekr el-Bağdâdî kendisini Halife İbrahim diye ilan etmiştir. Finans kaynaklarının büyük bir kısmı Doğu Suriye'deki petrol kaynaklarından elde ediliyor. Petrol’un Türkiye’ye aktarılması defalarca tespit edilmiştir. Sadece Kasım 2015'te Türkiye sınırı yakınlarında 16 bin 260 adet petrol tankeri görüldü ve petrol sevkiyatı Batman ilindeki bir rafineride yapılmıştı. IŞİD ayrıca pamuk ticaretini Türkiye üzerinden yapmakta. Ayrıca Türkiye’den silah ve IŞİD’ci Suriye’ye sevk ettiği hakkında birçok rapor ve tespit var. İran ve Irak, Suudi Arabistan ve Katar'ın IŞİD'i finanse ettiğini defalarca açıklamıştılar zaten. Bunun yanı sıra Suriye'nin kuzeyinde elektrik satarak ve ayrıca gasp ile de gelir elde etmekte. Bu konuda sayısızca kaçırma, alıkoyma, rehin alma olayları var. 

IŞİD’ın hedeflerinden biri Şia gücünü kırmak ve kendi kanunlarıyla bir İslam devleti kurmaktır. Genelde militan savaş tarzı ile savaşmazlar. Yerine bomba yüklü araçlar kullanıp intihar bomba eylemleri gerçekleştirirler. Amnesty International'ın raporlarına göre Kuzey Suriye’de örgütün gizli işkence merkezleri bu bölgelerde bulunuyor. Musul’da çok etkiliyken YPG ve YPJ tarafından IŞİD Suriye'de Kobani kent merkezinden püskürtüldü. Fransa, Suruç ve Ankara’da yaşanan patlamalarda 100’lerce sivil insan katledildi. Bu patlamalarda devlet halen şaibelidir. Böyle bir ittifak simdiden söz konusu iken, derin devletin yeni ismi bizce belli oldu. Cemaatçi kesimin bir müddet cezaevinde dinlendirme süresinde IŞİD av kopeği rolünü üstlenecek. Zaten bu rolünü darbe girişim gecesinde askerlerin kafasını keserek,  sokakta idam isteriz diye haykırarak çoktan halka ilan ettiler.

 

Bu haber 982 kere okundu
  • Bu haberi paylaşın:
UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.