Anneannem, ‘masal’ gibi anlatırdı köyünü, evini, bağını, bostanını… Anlatırken yeniden yeniden yaşardı geçmişini.
“Kocaman bir evimiz, alt bodrumda kilerimiz vardı, kışlık erzaklarımızı oraya koyardık. Biliyor musun benim odam çok güzeldi, perdeler kupür, yatak örtüleri danteldendi, hepsini de kendi elimle örmüştüm, bir de misafir odamız vardı, hiç boş kalmaz, avlumuz insanlarla dolar taşardı, büyük masalar kurar, dostlarımızı ağırlardık, tanrı misafirlerinin de payları her zaman ayrılırdı.” diye anlatırdı. Anlatırken de gözlerinin içi gülerdi, anneannem sadece köyünü, gençliğini, evini anlatırken yüzü ışıldardı, onun dışında pek görülmezdi güldüğü.
Öyle bir anlatırdı ki, çocuk aklımla kocaman bir ev hayal ederdim. Kapısındaki oymalı tokmakları, tavandaki tahtaları. Hele o muhteşem bahçesini, bostanını. Rüyalarımda o bahçelerde meyve ağaçlarının üzerinden hiç inmezdim.
İstanbul’un bir mahallesinde apartman dairesinde yaşıyorduk, bir çocuk için zulümdür apartman daireleri ama ona rağmen gün boyu sokaklardaydık, o yıllarda sokağın efendisiydik biz çocuklar. İstanbul’un sokakları bugünkü gibi korkunç binalarla dolmamış, iki katlı evler ve bahçeler hala çoğunluktaydı.
Çocukluğum boyunca anneannemin köyünü hep hayal ettim ve bir gün mutlaka o köye gitmeyi kafama koymuştum. Çok uzun yıllar sonra çocukluğumu epey bir geride bırakarak anneannemin köyüne ilk defa gittim. Gittiğim köy anneannemin bana anlattığı köyle uzaktan, yakından hiçbir alakası olmayan bir köydü. Sora sora anneannemin evini buldum. Kırık, dökük, virane bir ev çıktı karşıma. Hayal ettim ama hiç anneannemin bana anlattığı o devasa eve benzemiyor. Topu topu üç tane odası var ve belli ki bir zamanlar kiler olarak kullanılan küçücük karanlık bir odadaha.Avlu gibi bir şey var ama bin şahit lazım avlu demeye, bahçe, bostan ortada dahi yok.
Anneannem, çok dürüst, asla yalanı, dolanı, abartıyı sevmeyen bir kadındı ama neden böyle abartmıştı ki! Yaşadığım hayal kırıklığını hatırladıkça hala yüreğim acır.
Benim o köye gittiğim yıllar 90’lı yıllardı. Oysa anneannem 40’lı, 50’li, 60’lı yılları anlatmıştı bana. Aslında anlattıklarında hiç bir abartıda yoktu, sadece köprünün altından çok sular akmıştı. Savaşlar, yıkımlar, zulümler görmüştü o köy ve o köyün sakinleri.
Oysa anneannemin anlattığı insanlar şen, şakrak insanlardı ama benim gördüğüm insanların hepsinin yüzünde acının izlerini görmek mümkündü. Bırakın ağacı, çiçeği tek bir ot bırakmamışlardı.
Köyü gezdikçe bütün şiirlerin eksik, bütün şarkıların yarım kaldığını, savaş artığı insanların kederlerini derinden hissettim.
Ben anneannemin köyüne gitmeden önce de öyle çok mutsuz köy ve köyler görmüştüm ki; vakti zamanında sahip oldukları mutluluk mutsuzluk örtüsüyle örtülmüştü. Ne istemişlerdi istilacılar bu güzel insanlardan? Ta uzaklardan gelip anneannemin küçük ama mutlu yuvasını dağıtmışlardı. Onlara ait ne varsa yok etmişlerdi; dilini, kültürünü, inancını ve yaşamlarını.
Anneannemin köyünden içimde canımı fazlasıyla acıtan sızı ile ayrılmıştım. Çocukluğum ve gençliğim kapanmayan çok büyük yaralar almıştı. Sonrasında da o yaralara çok tuz bastılar…
Kendi yerinden yurdundan göçen her insanın trajikhikâyesi gibi anneannemdegeride bir hikâye bırakarak; acılarını sırtlamış, bilmediği, tanımadığı, sonrada hiçbir zaman alışamadığı diyarlara sürülmüştü. O acılarla da göçüp gitti.
Bugünlerde yine aynı sızıyı duyuyorum, aslında tarif edemediğim bir acıtıcı anılar gelip gelip gidiyor. Yeni acılar biriktiriyoruz yine. Sur, Gever, Silopi, Şırnax, Nusaybin, Cizre, Hezex ve Farqin’debildiğim ve bilmediğim ve öğreneceğimizyeni acılar birikiyor.
Belki gün gelecek bu insanlarda tıpkı anneannemin bana anlattığı gibi torunlarına evlerini, bahçelerini anlatacaklar. ‘Buda bizim hikâyemiz’ diyecekler.
Bu topraklarda; Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Yahudiler, Ezidiler, Aleviler ve Kürtler hep aynı hikâyeyi yaşadı. Hepsi arkasında gözyaşı bıraktı, özlem bıraktı, sahipsiz kalan mezarlar bıraktı. Torunları geri dönüp atalarının yaşadıkları yerlere baktıklarında bir mezar yeri dahi bulamadılar.
Benim kuşağım çok acılar yaşadı, benden önceki kuşağın devamıydı aslında yaşadığımız acılar. Kelimelerin çoğaldığı, cümlelerin uzadığı ve ağırlaştığı bir süreçten geçiyoruz.
Artık böyle olmamalı. Ne olursa olsun yeni kuşaklar bizim büyüdüğümüz hikâyelerle büyümemeli. Bizim yaşadığımız acıyı ve hayal kırıklığını yaşamamalı. Yaşadığımız topraklar, yaşam, Ermeniler, Asuriler, Aleviler, Ezidiler, Lazlar, Rumlar, Romanlar ve Kürtler varsagüzeldir.
Dersim Gazetesi’ninTemmuz-Ağustos 2016 sayısında yayımlanmıştır…