Zırhlı insanların en çok yaslandıkları üç konu başlığı; demokrasi, din ve OHAL. Konu başlıklarını arttırmak elbette mümkün, ama, şimdilik bu üçü ile yetinmeye, bunlar üzerinde durmaya çalışalım.
Osmanlı imparatorluğu ve öncekiler döneminde nasıl tanımlanıyordu bilemem ama, ömrünü tamamlamış, bunamış, ölümcül hastalıklı son versiyonunda; ‘T.C. devleti demokratik, laik, hukuk devletidir.’ denir ve % 99’nun Müslüman olduğu belirtilir.
Elbette ki, kendini tanımlamaya –yutturmaya- çalıştığı bu kısa belirlemeden sonra;
-1- Kendini tanımladığı biçime inanır, zırhına bürünür, sıcağa-soğuğa dokunmaz, yaşar gidersiniz!...
-2- Tanımlama biçimine dışarıdan bakar, ne demek istediğini –pratiğiyle- anlamaya çalışırsınız.
-3- Hangi kavramın nereden, ne zaman, nasıl alınıp kopyalandığına, üzerinde nasıl tepindiklerine bakar, devleti ve onun sistemini anlamak istersiniz.
-4- Ve elbetteki, bütün bunları yaparken, kullandığı baskı araçlarına bakar, incelemeye, neyin üstünü neyle örttüğüne bakarsınız.
Velhasıl, sorgusuz-sualsiz itaat etmenin dışında diğer bütün hallerde, kendinizi ve hatta beyninizi yormanız gerekir.
Demokrasi: Halkın kendi kendini yönetmesi anlamına geliyor, en basit yaklaşımla. Bazen öyle anlar olur ki, ‘Rayından çıkan, kendi kendisini yönetemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak için’ askeri faşist bir darbe gerekli olsa bile, bu böyledir. Arkasından Anayasa yapar, toplumun % 99’nun onayını alırsınız!...
Din: Zırhlı insanın sığındığı – gizlendiği yegane silahtır. En barbarından en sıradanına kadar; çıkarına dokunmadığınız sürece pek de sorun olmayan bir zırh... Bilim karşısında şaşkına dönmüş, kendini ifade etmekte gittikçe zorlanan, zorlandıkça çareyi ‘Allahuekber’ deyip insan boğazlamakta bulan, kendisinin dışında başka bir inanışa ve de farklılığa asla tahammülü olmayan; dünyadan habersiz birinin camiden Arapça verdiği vaazla, yetmediği zamanlarda asker-polis baskı gücünü devreye koyarak yaşayan – yaşadığını sanan bir inanış...
Ve OHAL: Açılımı Olağanüstü Hal olmasına rağmen; demokrasinin ve haliyle onun üst aklı din’in rayından çıkan yanlarını, yeniden rayına oturtmak için zaman zaman kullanılan, aslında gelenekselleşip vazgeçilmeyen –yüzünü gizleme gereği bile duymayan- esas güçtür. Yani demokrasiyi de, dini de bu dönemde daha iyi anlamak mümkündür.
Boşuna ‘Allah’ın lütfudur’ demiyor bay diktatör.
‘...kendi kendini yönetemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak için...’ ‘Allah’a karşı yapılmış darbeler’deki kasıttan, tüm bu üç başlığı çözmek ve anlamak mümkündür.
Bu her üç başlığın birarada olması tesadüfi değildir; her üçü de ZIRHA dayanır; sorgusuz sualsiz biat etmeye, boyun eğmeye, düşünmemeye, araştırmamaya...
Şunu soramazsın: ‘Yahu kardeşim, Allah’a karşı niye darbe yapsınlar, sen de - onlar da Allah’ın sevgili kulları değil misiniz?...’
Şunu da soramazsınız: ‘Allah, bütün bir evreni bırakmış da ülkenizde mi ki, kendisine karşı darbe yapılıyor?...’ Öyle olsa bile, ne zarar verirler ki kendine?... Allah bilmez mi?...
‘Allah’a karşı yapılan bir darbeden sana ne?... Sen, Allah’ın temsilcisi misin?... diye sormazlar mı?...
‘Bu ülkeye bir Komünist Partisi gerekli ise onu da biz getiririz.’ Diyen kurucusunun entrikalarını bilen biri için, onun son versiyonunun hayata geçirmeye çalıştığı entrikaları anlamamak nemümkün?...
Bir kaç insanın ölmesi, birkaç yerin bombalanması, birkaç bayrağın sallanması gereklidir elbet!... Oyunun herşeyden önce inandırıcı olması açısından... Bunun iç kamuoyu var, dış kamuoyu var, evrensel değerler var, para-pul-koltuk var, ecdad var, varoğlu var...
Bunlar daha provaları, zedelenen yerleri onardıktan sonra, asıl darbelerini vurmaya başlayacaklardır.
Onarabilir mi?... O da ayrı bir sorun...
Kürdün evi başına yıkılırken, bir tane Müslüman bayrağı alıp sokağa çıktı mı?...
Kürdün çocuğu katledilirken, bir tane İmam çıkıp vaaz verdi mi?...
Kürdün kasabası yerle bir edilirken, AKP-CHP-MHP’den biri çıkıp da ‘demokrasi nöbeti’ tuttu mu?...
Peki, bu ‘en az zararla, en çok iş yapma’ ayaküstü, aceleye gelmiş darbe ile bütün bu sayılanları unutturup, üstünü örtebilecek mi?...
Bu soruya, hem ‘evet,’ hem de ‘hayır’ yanıtı çıkıyor ne yazık ki...
Çok yazdık, konuştuk... Her insan gibi, devletler, sistemler de ölümcüldür diye...
Şimdi yüzyıllık son versiyonu ile Türk Devleti de ömrünü tamamlamış, takatten düşmüş, iki adım atsa üçüncüsünde başı dönüp yere yıkılıyor, vücut kaldırmıyor artık...
Başta bir kısım Kürdler olmak üzere, ‘aman ölmesin’ diye kendilerini parçalıyorlar!...
İnsan merak ediyor; ne kazançları var bunların diye...
Osmanlı, ‘Beylik’ meylik veriyordu Kürde; bunlar onu da yapmıyorlar... Üstelik, canı sıkıldıkça, ruhu daraldıkça ‘şurdan birkaç Kürd öldürün, kurda-kuşa atın ki görsünler devletimizin ne kadar büyük olduğunu...’ ispatlatırcasına... Anlamıyorlar...
AKP ‘Allah’ın lütfu ile’ kendini yeniden yapılandırmaya çalışırken; bu tür Kürdler de ‘Allah’ın lütfundan’ yararlanmak istercesine, darbeyi – OHAL’i ‘fırsata’ çevirmenin peşindeler... ‘Yeniden görüşelim, kanka olalım’ diyorlar...
Bunlar, açıktan söylenen şeyler; kapalı kapılar arkasında neler dönüyor, bilemeyiz!...
Din’in dışında ortak neleri var, anlamakta zorlanıyor insan. O dinle, o vaazla mezarları dahi yıkılıyor olmasına rağmen...
Kürdün diğer kanadı ise, miladını tamamlamış, çağa karşı nefes almakta zorlanan bu dikta barbarlığının son versiyonuna öyle ya da böyle bir dayanak olma niyetinde değiller...
Oyun bitmez. Demokrasicilik gider, darbe gelir; darbe durur din gelir...Türkiye’de bunlar hep birbirini besleyip durdu.
‘Din elden gidiyor’ der, yığınları katleder, bir kaşığını dahi yanına almadan sürersin...
‘Ülke elden gidiyor’ der, halkları soykırımdan geçirir, taşınmazına el koyar, zengin olursun...
‘Demokrasi –laiklik elden gidiyor’ der, darbelerle, hizaya gelmeyen ne kadar insan varsa, hizaya getirir, kul – köle edersin kendine!...
Şimdi ne yapıyorsun peki: Ülkeye, dine ve de demokrasiye(!) ‘Allah’ın lütfu’ ile sahip mi çıkıyorsun?... Ömrün yeterse, ve de yerlerse!...