En sonunda nihayet Türkiye’ye İslami (rehber edindiğini iddia eden) faşist demokrasi geldi. Elleri silahlı-bıçaklı, sakallı-cübbelli yobaz ve yandaş “insanların” Allah û ekber nidalarıyla Türkiye kurtuldu. Ya onlar olmasaydı, ne olacaktı ülkenin hali?
Şimdi her tarafta bir bayram havası var. Milli bayramlara pek de iyi bakmayan devlet yetkilileri Türk bayram literatürüne yeni bir resmi bayram daha eklemiş oldular. Böylece bundan sonra büyük ihtimalle her yıl kutlayacakları, askerin polisin birbirini öldürdüğü, yandaşların Türk askerini boğazladığı, teslim olan askerlerin çırılçıplak camilere doldurularak kırbaçlandığı nur topu gibi kanlı bir bayramları daha oldu. Kutlu olsun diyelim.
Sur’da silahsız cephanesiz, sayıları 100’ü bulmayan gençler hendek ve barikatlarda Türk güvenlik güçlerine karşı aylarca ölümüne direnip onlara bir adım dahi attırmazken, darbe yapmaya kalkışan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının tanklarla-toplarla, helikopter ve F-16’larla üç saat bile direnememesi darbeler tarihine de bir “yüz karası“ olarak geçti. Hani bir Türk dünyaya bedeldi? Bu arada ne hikmetse Kürdistan’da katliam yapan her kim varsa ya tutuklandı ya da ölü olarak ele geçirildi.
Kürdistan’daki katliamları gerçekleştiren üst düzey yetkililerin elleri kelepçelenmiş, yüzü gözü morarmış fotoğraflarını hiç gecikmeden sosyal medya mecralarında servis ettiler. Uğur Kaymaz’ı öldüren polis bile öldürüldü. Bir anda binlerce askeri hakim, savcı ve rütbeli asker hiç bir soruşturma yapılmadan tutuklandı. Yarın öbür gün kalkıp tıpkı Ergenekon Davası’nda yaptıkları gibi “bize kumpas kurdular. Kürt şehirlerini paralelciler yakıp yıktı. Yüzlerce insanı onlar katletti. Suçluların hepsini teker teker tutukladık” derlerse hiç kimse şaşırmasın. Ben hayatımda bu kadar kumpas kurulmuş, kandırılmış, mağdur edilmiş bir devlet ve devlet adamı görmedim daha. Ama nedense her kumpasta, her aldatmada adamlar hep kazanıyor. Müthiş bir senaryoyla karşı karşıyayız yine.
Bu filmde en etkileyici an, bir Türk askerinin gözü dönmüş ve din masallarıyla uyutulmuş yandaşlar tarafından boğazlandığı sahne oldu. Böylece diğer yüzde elliyi de çok yakından tanıma fırsatını bulduk. Kimine göre “18.000 TL parası olmadığı için askere giden 20’li yaşlardaki gariban çocuğu” ya da “kahraman Mehmetçik”, kimine göreyse “ne Mehmetçik’i be, bunlar vatan haini, vatan!” olan fakir çocukları, birileri saltanatını iyice pekiştirsin diye göz göre göre kurban edildi. Garipseyecek değiliz, ne de olsa bunları yapanlar kendi öz evlatlarını boğdurup perde arkasında izleyen bir ecdadın torunları. Yaptıklarıyla ne kadar gurur duysalar yine de az. Öldürdükleri asker cenazelerinin başında kurt işareti yapmalarından daha doğal ne olabilirdi ki? Endişe edecek bir durum yok yani, her şey normal seyrinde. Muhtemelen katledilen askerin ailesi de “vatan sağolsun” deyip geçecek, ama vatan haini bir evlat yetiştirmeleri de kesinlikle cezasız kalmayacaktır. Hatırlayın; “öyle bırakmam onu!” Fakat onlar varsa eğer diğer erkek çocuklarını, yeğenlerini, torunlarını vatana kurban olsun diye ellerini kınalayarak davul ve zurnalarla askere göndermeye devam edecektir. Türkiye gerçekliği işte.
Sergilenen filmde camilerin önemini ve müezzinlerin görevlerini de bir kez daha öğrenmiş olduk. İmamların örgütlülüğü gerçekten de imrenilecek bir durumdu. Derslerine çok iyi çalıştıkları gayet açıktı. Kürdistan’da keskin nişancılarını yerleştirip insanları suikastle katlettikleri camileri, bu seferde aralıksız okunan ezan ve selalarla yandaşlarını askerleri katletsinler diye çağırmak için kullandılar. Teslim olan askerler yine bu camilerde çırılçıplak soyularak ters kelepçe yöntemiyle bağlandılar. Yaptıkları ve yapacakları işkenceleri de varın artık siz düşünün.
Filmin en ibretlik anı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanı Tayyip Erdoğan’ın gözü dönmüş yüzde ellisini internet aracılığıyla havaalanlarına ve meydanlara dökülmeye çağırdığı sahnede yaşandı. Daha önceden alanlara çıkan devrimci insanları teröristlikle suçlayıp katledilmesi için emirler verdiğini, interneti yasakladığını ve onun “bir gavur icadı olduğunu” bir anda unutması hiç de iyi olmadı.
Muhtarlara filmde bir başrol verilmemiş olması da gözlerden kaçmadı, ama mutlaka kamera arkasında önemli görevlerde bulunmuşlardır. Öte yandan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içine düştüğü “içler acısı durum” var. Tamam, senaryoyu yazdınız, filmi çektiniz, ama bir devletin ordusu da bu kadar madara edilmez ki? Dost var, düşman var değil mi? Velhasıl iyi yazdılar, iyi oynadılar ve iyi izlettiler. Mağdur rolüyle asıl darbeyi de yaptılar. 1 Kasım darbesinin ardından 15 Temmuz darbesiyle güçlerine güç kattılar ve bu güçlerini canlı yayınlarla bütün dünyaya gösterdiler. “Dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke” olarak iyi bir gözdağı verdiklerini düşünüyor olabilirler, ama dış basına bakarsak kimse bu oyunu yutmadı. Boşu boşuna sabaha kadar uykusuz kalmamız da bizim karımız oldu.