Arapçada “vurma, dövme“ anlamına gelen “Darb“ kökünden türetilen “Darbe“ tanımı “Vuruş, çarpış! Vurma çarpışma!“ manasında kullanılmaktadır. Doğrusunu sorarsanız, 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi ve sonrasında meydana gelenler, aslında bu kavramın altını fiilen dolduracak fragmanlar içeriyor. Peki herkes, her önüne geleni darb edebilir mi? Elbette yapamaz! Lakin darb ya da darbeyi yapanların elinde bu alanda yetkin insan kaynakları ve askeri mühimat olması gerekmektedir. Bu güçleri elinde tutanlar, Ortadoğu ülkelerinde rahatlıkla darbeler yapabiliyor! Bunun en belirgin örneklerini, Osmanlı tarihinde ve son olarak günümüzde yaşananlardan görmemiz mümkündür.
Osmanlı devletinde aile içi darbeleri bir kenara bırakacak olursak ilk darbe; Padişah Abdulaziz’in, 30 Mayıs 1876’da tahttan indirilmesiyle başlamıştı. Sivil ve askeri yetkililerin darbeden 1 gün önce yani 29 Mayıs 1876 günü Yeni Osmanlılar Cemiyeti başkanı Mithat Paşa, Serasker (ordu komutanı) Hüseyin Avni Paşa ve bazı yetkililerin biraraya gelip, Şeyhülislam‘dan çıkardıkları fetva ile iş başı yaptılar. Dolmabahçe Sarayını çember altına alan askerler ve bazı siviller, Padişah Abdulaziz’i tahttan indirip, kayıkla saraydan uzaklaştırdılar. Yerine V. Murad’ı getirdiler. Nasıl olduysa Fahriye Saray’ında gözaltında tutulan Abdulaziz; 4 Haziran günü bilekleri kesilmiş halde ölü bundu. 11 Haziran günü Abdulaziz’in eşi, bu duruma dayanamayıp vefat edince, kardeşi Çerkez Hasan, 15 Haziran günü darbeci Mithat Paşa’nın konağında toplanan hükümet toplantısını bastı. İçlerinde ordu komutanı/serasker darbeci Hüseyin Avni Paşa’yı ve yanındaki 4 kişiyi öldürdü. Mithat Paşa kaçarak kurtuldu. Bütün bu yaşananlara ruhsal bünyesi daha fazla dayanamayan üç aylık Padişah V. Murat; yeni bir fetvayla tahtan indirildi ve hapse atıldı. II. Abdülhamit, Padişahlığa seçildi.
Siyasi terminolojiye “31 Mart Vakası, Olayı, Hadisesi“ olarak giren ayaklanma sonucunda, Padişah II. Abdülhamit “hal edilerek“ tahttan indirildi. Bu Onun yerine V. Mehmed Reşad (Sultan Reşat) tahta çıkarıldı. 3 Temmuz 1918‘de kalpten vefat eden Sultan Reşat’ın yerine; 36. Osmanlı imparatoruru ve 115. İslam Halifesi olarak Vl. Mehmed (Sultan Vahdeddin) çıkarıldı. Tarih 1922 yılını gösterdiğinde bir zamanlar Padişah II. Abdülhamit’in gözde komutanlarından olan M. Kemal ve arkadaşları Osmanlı saltanatını kaldırarak, İslam halifeliğini lağvetti. 17 Kasım 1922 tarihinde Osmanlının son padişahı Vahdeddin, Cumhurriyetçiler tarafından düşürüldü. Bir gemiyle önce Malta’ya sürgün edildi. Uzunca bir çileden sonra, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da, San Remo'da vefat etti.
Osmanlı İmparatorluğunda 1876’dan, 1922 yılına kadar yaşanan bu darbe geleneği, İmparatorluk üzerine kurulan Cumhurriyette de, günümüze kadar aynen devam ettirildi. Cumhurriyet tarihinde ilk askeri darbe, emir-komuta zincirine bağlı olmayan 37 düşük rütbeli subaylar tarafından gerçekleştirildi. Sözkonusu bu askeri darbe; 27 Mayıs 1960'ta Cuma günü sabah saat 5:25’de, Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in; Bayrak Radyodan darbe bildirisini okuyarak başlatıldı. Eşzamanlı olarak Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve bakanları başta olmak üzere, dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun da dahil, 200’den fazla general tutuklandı. Darbeden sonra bu subaylar ve Emekli Orgeneral Cemal Gürsel‘in oluşturduğu “Milli Birlik Komitesi“ ülke yönetimini üstlenmişlerdi. Yargılama sürecinin gelişimiyle, tutuklu olanlardan Bayar; yaş haddinden ötürü ipi kırarken Menderes, bakanları ve toplamda 15 kişi 1961 yılında idam edildi. İşte bu darbe, Cumhurriyet tarihinde askerler içinde çıkan ve emir-komuta zincirindeki yetkilileri de darbeden, belkide en gerçekçi (!) bir darbe olarak belleklere kaydedildi.
27 Mayıs’tan tam 20 yıl sonra, 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle bizzat Genelkurmay başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları tarafından, belkide ilk defa emir-komuta zinciri çerçevesinde haraket edilerek tekrar ülke yönetimine el konulmuştu. Bunlar dışında TSK bünyesinde irili-ufaklı askeri kalkışmalar-ayaklanmalar, muhtıra yoluyla hükümetleri görevden alma girişimleri de gerçekleştirildi. Arapça bir kavram olan “Muhtıra“ sözcüğü, hatıra getirmek, unutmamak için yazılan ve sunulan tezkere ya da pusulaya verilen bir isimdir. Askeri literatürde Dard, Darbe ve Muhtıra sözcükleri; Arapçadan, önce Osmanlıcaya geçmiş ve daha sonrasında ise Türkçede layıkıyla yerini almış gözde kavramlardır. İlk muhtıralardan biri; 12 Mart 1971 tarihinde verilmişti. Nitekim dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve kuvvet komutanlarının ortaklaşa Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay‘a verdiği muhtıra ile aynı gün Demirel hükümetinin istifa etmesi sağlanmıştı.
Yine yakın tarihimizde 28 Şubat 1997'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucunda yayınlanan Muhtıra ile Refahyol koalisyon hükümeti istifaya zorlanmıştı. Gelişen iletişim çağının sunduğu kolaylıkla olsa gerek, Türk siyasi tarihine “e-muhtıra“ olarak giren ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından 27 Nisan 2007 tarihinde, Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla AKP hükümetine verilmişti! Peki bütün bunlarla kıyaslandığında 15 Haziran Cuma günü yapılan, gerçekten de bir darbe miydi?