-kırmızı bültenle arıyor diktatör
arasın, daha çok arasın, belki bulur
ben, her zaman durduğum yerdeyim-
-hesabımız bitmedi seninle
kendini de yorma, beni de
ya sen, ya ben; dahası yok, teslim ol
giderayak, daha çok cana kıymadan
rengimi çalma, heyyy barbar soyu
heyyy, o piç tarihin o piç karası yalan
birimizden birimiz ancak diyorum sana
anla, anlamıyorsan da anla
sen, girinceye o kara toprağın altına
hesabımız, tümden görülür o vakit-
çıkmışım kırmızı bültene, çıkarın bakalım
başka da renk yokmuş gibi
sürgünde yirmi yıldan sonra, hem
gözlerimde ne çok büyütmüşüm hasreti
tam, on beş ila
yirmi iki buçuk yıl arasında
ancak kıymet biçmişler adiler
kırmızı da olsa, sıçayım bülteninize
bundan gayri
memlekette, bir derenin ağzında
balık tutmak için, çadır açma özlemi de
bir kalemde çıkmış oldu elimden
bir kaç yılı devirdikten sonra ancak
bakabilirmiş bir avukat
yani, daha da kabarıncaya dosya
iyice artıncaya deliller ve deliller
ya da ben, iyice bozuncaya
ağzımdan çıkıp, dökülen bütün harfleri…
sıralayıncaya tane tane, arka arkaya…
yerleştirinceye yerli yerine…
…
bi de bakmışım ki, yani
meşru meşhur olup, çıkmışım
zoraki bir hakimin karşısına
umarım, kadındır hakim; sistemden bihaber
kısa kesmiştir saçlarını
ve eteği dizüstüdür, dize gelmiş dizüstü
elbet, bir-iki lafım olur kendine…
erkekse eğer o hakim, erkekse eğer
daha da çok diyeceğim olur elbet
daiş karası sakalından tutup…
sürtünceye toprağa…
annem, bilmiyor henüz, bilmiyor
çıkar, giderim diye birgün
bekliyor annem, bekliyor sabırla
bekliyor hasretle, sevgi ile
umut besliyor annem, kendince
direnmek için umut
yaşamak için umut
görmek için umut
sevmek için umut illaki
inadına umut, büyür yüz yıldır
umut büyütüyor sürgünü…
ve kadını elbet…
asıl, bende de var ve dahası, sürgünüm
kahrolası sürgün
koca bir ömür karası
büyütüp çıkarmadan gün yüzüne
nazlı bir bebek gibi, çaktırmadan
asi, munzur yüzlü, hasretle beslediğim
öylece uyumak, bir yetim gibi
yaslanarak annemin göğsüne
hiç kimseye dokunmadan
bakmadan hiç bir piçin suratına
ve öylece ölmek de var, oracıkta
sessizce, ağız dolusu gülerek
beslediklerimin arasında, öylece
kimsesizce, güle güle, öylece ölmek…
iyi ki diyorum arada bir, iyi ki
kalem çıkmamış izimden ve dilimden
ve ben durmuşum sözümde ve kalemimde
ve namus bilmişim elbet
onur bilmişim verdiğim her sözü
ve dahası, yüz yıldır, kara yüz yıldır
kalem kızmamış, küsmemiş yüzüme hiç
burun bükmemiş, off-puff etmemiş yani
ve iyi ki elimde hala, elimde bir meşale
ve iyi ki de sivriltiyor ucunu hala
ve iyi ki de gürlüyor alevi durmadan
ve iyi ki de yanıyor canım, yansın
benzin dökmüş gibi ateşe
ve kalem sızlıyor ardımdan, sızlasın
ve döküyor gözyaşını… ve ben ağlıyorum
yaşıma başıma aldırmadan
bu kalemle ben, bu kalemle ben
hala yan yana isek eğer, kol kola isek bugün
daha çok hesap yaparım ben, daha çok
gülerek ve ağlayarak elbet, ağlayarak
ama diz çökmeden zalime
soy-sopun izini sürerek ve sorarak hesabını
hem bu kafa ile yaşadıkça bir yetim gibi
öylece öksüz, sahipsiz öylece
elbet, daha çok dert açarım başıma
daha çok dert, daha çok düşman demek
bilirim, bilirim elbet
ve daha çok namlu ezerim elbet
eritirim dişlerimin arasında zalimi
ve daha çok sınır delerim, delerim kanunu
nizamı, ve bin bir çeşit köleliğini bu çarkın
ve daha çok tükürürüm ağız dolusu
ve küfür ederim açıkça, sakınmadan kimseden
ve korkmadan elbet, korkmadan, en önemlisi
yumruğumu kaldırırım daha, daha yükseğe
güneş yüzü görmemiş o küfürleri
yüzlerine, yüzlerine hem de ağız dolusu
bütün o canilerin, ve o katillerin…
ve o çorbacıların da elbet
ve o çorbacıların da…sırtımızdan geçinen
bizden – sizden demeden, renk renk
yani, kendini ucuza satan o adilerin de
hesabını göreceğim elbet…
göreceğiz hep beraber…yürüyerek…
Ercan Cengiz
(Şafağa Gülen Ülkeyim)