Ahmet Altan: Baskın
Firuzağa’da bir Korelinin çalıştırdığı bir plakçı dükkânında gençler kendi hâllerinde uluslararası bir konseri internet üzerinden izlerken birden bir grup serseri dükkâna saldırdı.
Çocukları dövdüler.
Dükkânı yakmakla tehdit ettiler.
Eşyaları kırdılar.
“Ramazanda içki içilmez” diye bağırarak gittiler.
Yakalanan üç kişi de ertesi gün mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
Bu serseriler ve onların “koruyucuları” artık Türkiye’deki yeni rejimin “dokunulmazları” olarak sokaklarda salınıyorlar.
Daha epeyce oraya buraya saldıracaklar.
Hitler’in SA birliklerinin Türk tipi olanları bunlar.
Bu saldırganları protesto etmek için bir sonraki gece Cihangir’de toplananlara da bu kez polis saldırdı.
TOMA, gaz, cop, insanların üzerine yürüdüler.
Bir yandan da ellerindeki megafonlardan “gülmeyin” diye bağırıyorlardı.
Aynı sıralarda Erdoğan da durduk yerde fevkalâde kışkırtıcı bir konuşma yaparak, “Gezicilerin kendi hayat tarzlarını diğerlerine dayatmaya çalıştığını” söylüyordu.
“Gezi’ye tarihî eser, Taksim’e selâtin camii” yapacaklarını ilan ediyordu.
Osmanlı sultanlarının “kendi keselerinden” yaptırdığı “selâtin” camilerini Erdoğan’ın hangi sıfatla ve kimin parasıyla yaptıracağını, “tarihî eser yapmak” denilen şeyin ne menem bir iş olduğunu bir kenara koyalım.
“Anayasaya uymayacağım” diyerek gayrı meşruiyet çizgisini geçen cumhurbaşkanının, polisin ve serserilerin aynı zamana denk gelen bu kışkırtıcılığının neyi amaçladığına bakalım.
Bugünkü siyasi iktidar, ülkeyi tam bir “mafya” çetesi gibi yönetiyor.
Bu tarz bir yönetimi sürdürebilmek için de iki şeye sürekli ihtiyaç duyuyor:
Belaya ve paraya.
Ülkenin dört bir yanında hiç tükenmeyen bir iştahla bela yaratıyorlar.
Güneydoğu’yu yakıp yıktılar.
Harabeye çevirdiler şehirleri.
Şimdi Batı’ya döndüler.
Kürtlerin yaşadıklarına aldırmayanlar, şimdi bir bela kasırgasının üstlerine çevrildiğini görüyorlar.
Bu kasırga büyüyecek.
Daha saldırganlaşacaklar.
Bir “çeteye” dönüştürdükleri yönetimlerini sürdürebilmeleri için ellerindeki para ise gittikçe azalıyor.
İçerde olduğu gibi dışarda da bela aramanın sonucunda Türkiye’ye bir zamanlar gürül gürül akan para kaynakları kurudu.
Şimdi parayı bulmak için içeride ne varsa talan edecekler.
Yaylaları, zeytinlikleri, nehirleri, ormanları, ovaları perişan ettikten sonra şimdi İstanbul’un Gezi gibi, Cihangir gibi değerli arazilerini “rant’’a çevirmek için yeni stratejiler oluşturuyorlar.
Hem o bölgelere konacaklar hem de AKP’li gibi yaşamayanları bir şiddet dalgasıyla bastırıp susturacaklar.
Bu yeni stratejilerini hayata geçirebilmek için ülke nüfusunun yarısından fazlasını “baskı” altına almaları, korkutmaları, sindirmeleri, çoğunu yaşadıkları bölgelerden çıkarmaları gerekiyor.
Bunu yapmaya Tophane’den dört bitirim bulmak yetmiyor.
Daha büyük bir organizasyona ihtiyaç var.
O “organizasyon” da ellerinin altında duruyor.
Şu “yok” denilen Ergenekon şimdi AKP’ye hizmet sunmak için alesta bekliyor, buna karşılık da AKP tarafından “değerli” bir “mal” gibi el üstünde tutuluyor.
JİTEM’in kurucularından olan, Susurluk’tan beri her türlü karışık işin içinde görülen emekli general Veli Küçük tekrar “protokol” sıralarındaki yerini aldı.
Veli Küçük’ün protokolde otururken çekilen fotoğrafını, benim görebildiğim kadarıyla, Yeni Hayat gazetesinden başka hiçbir gazete birinci sayfasından görmedi.
Halbuki bugün yaşananların en “keskin” örneğiydi o “protokol” fotoğrafı.
Protokol, kucağını “olmayan” Ergenekon’a açmıştı.
Tabii sadece Veli Küçük’le olacak bir iş değil bunlar.
Bütün sistemi aklamak, AKP’nin yanına almak gerekiyor.
Bunun son işaretini de Sabah ve Aydınlık Gazetelerinde gördük.
Sabah Gazetesi’nin manşetinde “Danıştay Suikastında sahte rapor rezaleti” sözleri yer alıyordu.
Alt başlıkta da aynen şöyle yazıyordu:
“FETÖ’den Danıştay saldırısını Ergenekon’a bağlamak için akıl almaz kumpas: delil diye sunulan Genelkurmay şeması sahte çıktı.”
Onun altında yazan bir cümleye ise bayıldım gerçekten:
“Savcılık sahte şemanın Genelkurmay arşivine nasıl girdiğini araştırıyor.”
Aydınlık Gazetesi de aynı haberi “Kozmik Albaya şema sorgusu” diye vermişti.
Böylece “Danıştay suikastı” de Ergenekon’dan ayrılıyordu.
Onu da “FETÖ” denilen örgüt herkesi kandırmak için düzenlemişti.
Mahallemizin “masum kızı” Genelkurmay’ın istihbarat dairelerine, arşivlerine ise “kötü insanlar” girip hep “sahte” belgeleri koymuştu.
Genelkurmay bütün safiyetiyle bu “sahte” belgeleri oralara kimlerin koyduğunu arıyor ama bir türlü bulamıyordu.
Arşivine, istihbarat dairelerine sahip çıkamayan saf ve masum bir Genelkurmayımız vardı.
Onun saflığından istifade edilmişti.
Veli Küçük’ün hiçbir suçu yoktu.
Danıştay saldırısı “münferit” bir olay ya da bir FETÖ kumpasıydı.
Ergenekon’la hiçbir ilgisi bulunmuyordu.
Gazetecilerin, Erdoğan’a hakaret etti denilen gençlerin hapislere doldurulduğu, Zirve Yayınevi’nde üç kişinin gırtlağını keserken suçüstü yakalananların ise tahliye edilip sokaklara salındığı bir Türkiye’de yaşıyoruz artık.
Ve AKP iktidarı, ulusalcı medyayla birlikte havuz medyasını şimdi bir tür “hafıza silici” olarak kullanmaya uğraşıyor.
Medya “hatırlatan” değil, aksine “unutturan” bir işleve sahip.
Hafızanızdan 17-25 Aralık’taki hırsızlıkları, bütün suikastları, darbeleri silecekler.
Bütün bunların “FETÖ” denilen bir örgüt tarafından yapıldığını söyleyecekler.
“Ergenekon yoktu, masum insanlar iftiraya uğradılar” kampanyası, Veli Küçük’ün protokole girmesine, Danıştay suikastının de “kumpaslar” arasına alınmasına kadar uzandı.
Ergenekon aklandıktan sonra o “olmayan” Ergenekon, AKP gibi düşünmeyen bu ülkenin milyonlarca insanının üstüne saldıracak.
AKP’li gibi yaşamayanların sembolleri olan Cihangir, Nişantaşı, Etiler, Bağdat Caddesi saldırılara uğrayacak, çeşitli serseri çeteleri buralara saldıracak ve serbest bırakılacak.
Buralardaki insanlar ezilerek, AKP’li olmayan herkes dehşete düşürülecek.
Devlet desteğinde yeni bir “terör” kampanyası başlayacak.
Mümkünse buralar boşaltılıp, bu bölgelerin “rantı” da yenilecek.
Gazetelere ve televizyonlara dikkatle bakın, nasıl “hafıza silici” olarak çalıştıklarını, nasıl Ergenekon’u akladıklarını göreceksiniz.
Bu kampanyayla birlikte saldırıların nasıl arttığını, faili meçhullerin çoğaldığını da unutmayın.
“Ergenekon yoktu, darbeciler yoktu” diyenler kendilerine bir sorsunlar, Tahir Elçi’yi kim vurdu?
Hurşit Külter nasıl gözaltında kayboldu?
Can Dündar’a ateş eden adam nereden çıktı?
Firüzağa’yı basan serserileri kim yolladı?
Bela, dağdan yuvarlanan kartopu gibi büyüyerek Türkiye’nin üstüne geliyor.
Herkesin gerçekleri bir daha düşünmesi, kendi müstakbel katilini aklayan ahmakça yanılgılardan kaçınması ve el ele vermesi gereken bir zamandan geçiyoruz.
Hiç unutmayın, “Ergenekon yoktur” diye diye Veli Küçük’ü protokole yeniden çıkaranlara yardımcı olmak, kendi geleceğinizi yok etmektir.