İnsanlığın ortak hafızasında yer alan acı meselesini, onu görmezden gelerek hallettiğini sanan yaklaşımlar, hayatın ve özellikle güncel politik gelişmelerin ışığında meselenin çok boyutlu ve çok katmanlı yanlarını görmeyi ihmal eder
Mehmet Uçar
Terry Eagleton tek romanı Azizler ve Alimler’de “İrlandalılar geçmişi anımsamak zorundalar, çünkü İngilizler unutuyorlar” der. Acıyı çektirenler, unutmak isterler. Acıyı çekenler ise unutmak değil aşmak ister acıyı…
İngilizler İrlanda’yı sömürgeleştirirken, onlara yeni bir hayat değil, yeni bir ölüm vermişlerdi. İşgalciler insanların hayatını değiştirmekle kalmaz, onlara yeni bir geçmiş de yazar, unutmak da bunun parçası olurdu.
Güney Afrika’da beyazlar unuttuğu için siyahlar anımsamak zorundaydı. Beyazlık renk değil iktidar zihniyetiydi orada. Amerikan yerlileri de soluk benizlilere karşı anımsamak zorundaydılar, bugün anımsayacak pek yerli kalmasa da ortada.
Bizim topraklarımızda, Türkler unuttuğu için Kürtler anımsamak zorundalar Zilan’ı, Koçgiri’yi, Dersim’i. Sünniler unuttuğu için Aleviler anımsamak zorundalar Pir Sultan’ı, Maraş’ı, Madımak’ı. Erkekler unuttuğu için kadınlar anımsamak zorunda ‘namus’ cinayetlerini, tecavüzleri, ev-içi köleliği. Zenginler unuttuğu için yoksullar anımsamak zorunda bu dünyada her gece bir milyar insanın yatağa aç gittiğini, dünya kaynaklarının büyük kısmının bir avuç kapitalistin kasasında biriktiğini. Ve insanlar unuttuğu için dereler, ormanlar, soyları tükenen hayvanlar anımsamak zorunda. Ancak bu sayede kendini yeniden var eder dünya.
Anımsamanın amacı intikam değildir. Çünkü Bacon, intikamın zalim bir adalet olduğunu çok eskiden söylemişti. Nikaragualı bir halk lideri (sonra İçişleri Bakanı oldu) Tomas Borge de, “Bizim intikamımız affetmektir” diyerek, hayata böyle bir anlam yüklemişti. (Dünya tarihinde devrim yapar yapmaz idam cezasını kaldıran ilk iktidar olma şerefini Nikaragualı devrimcilerin taşıması bu yüzden tesadüf sayılmaz.)
Affetmek unutmak değil, kendini ve karşındakini yeniden var etmek, hayata yeni bir anlam sunabilmektir. Bu anlam, insan ufkunun o sonsuz hasretine işaret eder. Hayallerimizin sınırsızlığı, insan denen canlının taşıdığı potansiyelin de ifadesidir.
‘Şiir hulasa olunamaz’ der şairler, yani özetlenemez. Tarih de öyledir. Birilerinin bize sunduğu özet, söyledikleriyle değil, söylemedikleriyle anlam kazanır. Her zihniyet, kendi makasıyla kesip dışarıda bırakır tarihi gerçekleri. Bu yüzden gerçeği arayan insan, iktidarların söylediklerini değil söylemediklerini araştırır, onların peşine düşer. Özgür insan düşüncesi de burada filizlenir. Bunun tersi, bugün içine düştüğümüz toplumsal daralmadır.
Kuyu, Kürtçe’de “bîr” demektir. “Bîr”in diğer anlamı ise hafızadır. İnsanlığın ortak hafızasında yer alan acı meselesini, sadece onu görmezden gelerek hallettiğini sanan yaklaşımlar, hayatın ve özellikle güncel politik gelişmelerin ışığında meselenin çok boyutlu ve çok katmanlı yanlarını görmeyi ihmal eder. Şimdi bu ihmalin üzerine biraz gidip egemenin kendi makasıyla kesip dışarıda bıraktığı tarihe bakalım.
Bizi derinden etkileyen ve ilgilendiren 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde ağırlıklı Dersim Kürtlerinin (Dersim Eyaleti) Osmanlı devletinden kalma özerk statüsünü koruma çabası ile başlar ve bu uğurda kahramanca verilen mücadelede öncülerden Seyid Rıza’nın öne çıkmasıdır.
Artık günümüzde Türk devletinin dönemi istediği gibi adlandırıp, resmi ideolojisine ve siyasetine uygun olarak sunması Kürtlerde tarih bilincinin iyi bir noktaya gelmesiyle artık mümkün değildir.
Yaşanan tarih ile tarihin bilince çıkarılması farklı kavramlardır.
Şimdiye kadar Kürtlerde eksik olan, yaşanan tarihin bilince çıkarılmamış olmasıdır.
Geçmişte yaşananların ulusun hedefleri çerçevesinde millileştirilmediği sistematik bir imha programının bir parçası gibi görülmediği, kimi zaman mezhepsel bir kanala, kimi zaman da ideolojik bir duruşa göre yorumlandığı açıktır. Buna bağlı olarak vurgulanması gereken, Kürdistan’ın parçalanıp; Kürtlerin statüsüz bırakıldıkları dönemlere ilişkin olarak her dönem bir söylem geliştirilmesidir. En yaygınları: “Çanakkale’de beraber savaştık, Kurtuluş Savaşı’nı birlikte verdik ve din kardeşiyiz.”
Bir yandan resmi ideolojinin argümanları ile değerlendirme çabaları devam ederken, bir yandan da Türk olmayanları kimliksizleştirme çabası hız kesmeden devam edecekti.
Öyle ki 20 Ocak 1921 yılında ulusal bütünlüğü koruma temelinde en demokratik anayasalarını yapacaklardı. Bazı kaynaklara göre Şubat 1922 yılının TBMM’sine Kürtlere Özerklik Yasası sunulmuştur. (Lozan öncesi Türk tarafı elinin güçlendirilmesi olarak okunabilir.) 24 Temmuz 1923 Lozan anlaşması sonucuyla birlikte 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasında 20 Nisan 1924’te tamamen inkara dayanan anayasanın hayata geçirilmesi artık kaçınılmazdı.
Tüm bu hazırlıklar baştan sona hilelerle doludur ve ayrı bir yazı konusudur.
Şu net bilinmelidir ki Koçgiri, 1925, Ağrı ve Dersim gibi hareketler Kürtlerin ulusal direnmeleridir. Hareket içinde öne çıkan isimler sadece o hareketin liderleridir. Bu temelde Şeyh Said isyanı diye tanımlamalar doğru değildir. Bu tanımlamalar dönemin konjonktüründe hareketi boşa düşürmek için bilinçli yönlendirmelerdir.
Bu hareketler içinde Dersim için, 1935’te Tunceli Kanunu çıkarılmış olsa da (Tunceli Kanunu halen yürürlükte.) 1937 yılına kadar özerk yapısını korumuştur. Bugünün doğru kavranması geçmişin objektif olarak araştırılması ve aktarılmasına bağlıdır.
Osmanlı’dan bugüne Dersim üzerinde oyun bitmez. Yapılmak istenilen en temel durum Kürtlerin birbirine kırdırılmasıdır.
Mesela, 1919 yılında Ovacık aşiretlerinin ayaklanması üzerine, başında Cibranlı Halit Bey’in bulunduğu Cibran kuvvetlerine, ayaklanmanın bastırılması talimatı verilmiştir.
Halit Bey, kuvvetleri ile Ovacık’a gelir. Beklenenin aksine hiçbir olay çıkmaz. Ovacık’taki Kürt Alevi aşiretleri kendilerini saygıyla karşılar.
Devlet hayal kırıklığına uğrar. Kürtleri birbirine kırdırtma politikası Dersim’de tutmamıştır. Gerek Cibranlı Halit Bey’in yurtsever kişiliği ve gerekse Ovacık halkının duyarlılığı sayesinde oyun bozulur. 1935 yılı sonrası Dersim’e yönelik tamamen bir yok etme ve yerinden etme politikası milli şefleri İnönü öncülüğünde Kürdistan’a yönelik verilen detaylı şark planı raporu sonrası hayata geçirilecektir. Ciddi bir ön hazırlık vardır. Öyle ki evlerin aranmasına, silahların toplanması ve evlerin nasıl yakılması gerektiğine yönelik askerlere Elazığ Turan matbaasında basılmış kılavuz dağıtılacaktır...
Bugün Seyid Rıza anlaşılmak isteniyorsa bir bütünen 1789 Fransız Devrimi sonrası gelişen uluslaşma hareketleri ile değerlendirilmesi gerekmektedir. Buna mukabil, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ile kendi kaderini tayin eden halklar içinde kendi kaderini tayin edememiş/ettirilmemiş çoğunluklu nüfus olarak başta Kürtler gelmektedir. Çünkü Kürtler İslam halifesine bağlıydılar. Bu bağlılık parçalanmış bir Kürt coğrafyasını yarattı!
Seyid Rıza’nın Dersim savunmasında en temel kaygısı buydu. Kendi coğrafyasını bir bütünen korumaktı.
Kendi coğrafyasında önceleri nefesi sonraları ise mücadele ruhuyla dolaşan Seyid Rıza. Doğan her yoldaşına diz çökmemenin tartışmasız tek öğreticisidir.
kaynak; yeni yaşam