15 Kasım, Dersim’in Soykırımı için en önemli aşamalardan biridir. Bir devletin, esir aldığı yetmiş küsur yaşındaki bir insanı, insan onuruna aykırı bir şekilde birinin önünde diz çöktürmeye teşebbüsün ve idamı ile daha da büyük bir barbarlığa imza atılışının yıl dönümüdür. Tabi, bu barbarlığa insan onuruyla direnmenin de...
Sey Rıza ve Nuri Dersimi ikilisinin bıraktığı mirasın imhası, “Sey Rıza’nın sizin yalanlarınıza, hilelerinize aklım ermedi,” dediği ve aslında Osmanlı’dan miras alınan devşirmelik sistemidir. Bir yığın yalan, dolan, hile, entrika ile insan düşürme, dönüştürme, değiştirme, imha etme politikalarının adıdır. Sey Rıza’nın söyleminden anlaşıldığı gibi Dersim’de sayısız şekilde tecrübe edilen bir devlet genetiği.
Kürtlerin en temel eserlerinden biri olan “Rûstemê Zal” bu konuda tarihi bir tanıklık sunuyor bize. Turan dedikleri Türkler, yenemeyecekleri Kürt’ün çocuğunu babasından gizleyip, ona hasım olarak yetiştirip, zamanı gelince Kürt babası ile vuruşturarak her ikisinden kurtulmayı tezgahlayacak barbarlıkta bir geleneğe dair tarihsel bir arka planı sunuyor bize. Babayı oğula kırdırtmak gibi bir yok etme planını edebiyatına geçirinceye kadar Kürtlerin bunu bir hayli tecrübe etmiş olduğunu tahmin etmek zor değil.
Gerçekten de Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin kendileri değil, zorla çoğunlukla da zorla ve entrikalarla ele geçirdikleri insanları savaştırarak, “başarı” kazanmışlardır. Kurtuluş Savaşında Kürtleri savaştırıp, Lozan’da satmaları işte buna en iyi örnek. Onlar Kurtuluş savaşı veren kahramanlar, sırtından zafer kazandıkları Kürtler vahşi dağlılara dönüştü ne zaman işleri bittiyse. Aynı durum şu anda Kürdistan’da, Suriye’de, Libya’da, Azerbaycan’da devam etmiyor mu?
Dersim’de de yaptılar ve yapıyorlar. Yereldekiler arasında karışıklıklar yaratmak, aşiretleri hatta aynı aşiret içinde ezbetleri çatıştırmak, bu çatışmalar için ve çatışmalardan sonra yerelden insan devşirmek, bu devşirilenler aracılığıyla istihbarat toplamak, bunlarla kendileri için tehdit olarak kabul ettikleri insanları -sosyal ya da fiziki- imha ettirmek…
Son yıllarda buna cinsellik üzerinden düşürme de eklenmiş durumda. Bu yolla kadınlar pazarlanırken, erkeklerin nasıl kullanıldığı genelde görmezden geliniyor. İşlerine yarayacak insanları seçtiklerini biliyoruz. Peki nasıl kullanıldıklarını nasıl anlayacağız? O zaman Dersim’de devlet neye odaklanmışsa ve kim o paralellikte içerik üretiyorsa sanırım doğru adresimiz odur.
Son yıllarda Dersim’de devletin odaklanma noktası, “Dersim’de Kürt yoktur ve hiç olmadı” onlar Zaza. O zaman kim Kürt karşıtı Zazacılıkta çok agresif ise, kim en çok Nuri Dersimi’ye saldırıyorsa, kimi itina ilk Kürt ve Dersim kimliklerini ayrıştırıyorsa, kim Alevileri Müslümanlaştırmada hevesli ise, kim Dersim 37-38 soykırımını “Kürt değil de Alevilere karşı” olduğunu hararetle savunuyorsa bence o kişilerin yanına koca bir soru işaretini koymanın zamanı geldi.
Akademisyen ve yazar iseler yazdıklarının içeriğine bakın. Kaçak-göçek kavramlar mı kullanıyorlar, yoksa ciddi analizler yapacak biçimde bilgi üretiyorlar mı? Mesela Dersim soykırımına dair kendilerinin ürettiği makale ve kitaplarda neyi, nasıl yazıyorlar? Örneğin Koçgiri İsyanı ile ilgili “Koçgiri bir Kürt ulusal kimlikli bir karşı çıkış değildi, sadece merkezileşmeye karşı bir karşı çıkıştı”ya getiren bir söylem neden üretilir? Çünkü, Kürt ulusal kimlik ve talepleri bu yolla kayıtlardan silinebiliyor, hem de Kürtler tarafından. Keza “Hangi Seyit Rıza?” çıkışı tam bu anlamda yapılan bir müdahale.
O yüzden kitap kapağında Koçgiri İsyanı, ya da Dersim yazılanları olduğu gibi gerçek kabul etmek yerine, Dersim, Alevi ve Kürt kimliği konusundaki duruşuna bakmak gerekiyor. Zira devam eden etnik soykırım işte buna odaklanmaktadır. Yani şantajlar sadece Deniz Baykal’a yapılmadı. Dersim’de de çok yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Bu nedenle, önümüze kim nasıl sürülüyor, parlatılıyor bakmak önemli. Bunların direkt devletle çalışan kişiler olması da gerekmiyor. Niteliksiz çalışmalarla da alanı doldurup nitelikli çalışmaları engelleyebiliyor, bu kişileri parlatıp piyasaya niteliksiz bilginin yayılmasını sağlayabiliyorlar.
Örneğin Dersim soykırımı ile ilgili bir tanesi Özgür Fındık diğeri Çayan Demirel tarafından çok kaliteli iki belgesel var. Bunlarla ilgili özellikle Türk basını bir tek laf etmezken, Gündoğanların İki Tutam Saç’ın aniden ve daha önce görülmedik bir şekilde AKP ve Cemaat medyasında parlatılmasının nedeni neydi? ya da şöyle soralım. Film izlendikten sonra -tam da istendiği şekilde- “bu kadar abarttığınız kayıp kızlar meselesi bu muydu” biçiminde kaç kişi düşünmüştür?
Şimdi aynı hevesle Dersim’de Kürt Soykırımı yoktu, Alevi soykırımıydı” meşguliyeti sanırım oldukça aydınlatıcı olsa gerek. Kürt kavramını ancak Zaza’yı ayrıştırdıktan sonra kullanan kişilerin Can TV. gibi Kürt halkının birikimiyle kurulan bir kanalda program yapmayı başarabiliyor olmasını da bir yana not etmemiz gerekiyor. Çünkü kimin elinin nereye kadar uzandığı konusunda bir hayli aydınlatıcı bir durum…
Ava Neşe Alp / Y.Özgür Politika