Nuri Dersimi’nin eşi Feride Dersimi ile Ocak 1993’te yapılan bu röportajı, yakın tarihimize dair önemli tanıklıklar ve bilgiler içeriyor.
-İlk önce Doktorun buraya gelişiyle ilgili bilgi edinmek istiyoruz. Doktorla nasıl tanıştınız?
Feride Dersimi: Buraya gelmiş, Dersimli kim var diye sormuş, arayıp bizi bulmuş, Bizim Dersimli olduğumuzu ona söylemişler. Öylece bize geldi. Tanıştık.
– O dönem buradaki Kürtleri Doktor’dan, Dersim hareketinden haberi var mıydı, siyasal durum nasıldı? Halk Doktoru iyi karşıladı mı?
F. D: O zamanlar siyasetten öyle pek anlamazlardı. Doktorun söylediği anlaşılır şeylerdi. Yoksa buradaki insanlar cahildi. Buraya geldiği vakit Kürtlerin hepsini Suriye nüfusuna yazdırdı, Suriye’yi isteriz diye. Türkler bunu duyunca rahatsız oldu.
– Doktor, Hatay’ın Türklere verilmesine taraftar değil miydi?
F. D: Hayır taraftar değildi. Oraya gitti. orada ne kadar Kürt varsa hepsini Suriye listesine yazdırdı.
– Telgraf çektirdi!
F. D: Hayır, bizzat kendisi gitti. O vakit Hatay Suriye’nindi. Türklere verileceğini işittikten sonra gitti orada ne kadar Kürt varsa dedi ki, “Biz Suriye’yi isteriz” söyleyin. Hepsini öyle yazdırdı. Türkler bunu duyunca biz kaçmak zorunda kaldık. Ev tutamadık. Bu defa da gittiler, birisini getirip ona “Doktoru öldürürsen, sana 100 altın vereceğiz, seni de af edeceğiz” dediler. O da kabul etmiş, öldürdüm demiş, gelmiş Doktorun yanına, demiş ‘bana söylediler, ben de söz verdim ki seni öldüreceğim, onun için bana görünme.’ O da bu taraflara gelmiş. Sonra Şam’daki arkadaşlarını gördü. Şam’da arkadaşlarıyla daha iyi anlaşıyordu.
– O dönemdeki arkadaşları kimlerdi?
F. D: Kadri Bey; Cemil Paşalar, Bedirxanilerdi. Ondan sonra tabii daima arkasında vursunlar, tutsunlar diye Türkler adam gezdiriyordu. Suriye de daha nüfus kağıdı vermemişti. Ona Amman’da bir doktor baytarın istendiğini söylediler. ‘Hadi sen git de biraz rahat edersin’ dediler. O da kabul etti. Ürdün’e gitti. Amman’da iki sene çalıştı. Çok memnun kaldılar ondan. O vakit şimdiki padişahın dedesi baştaydı.
– Bunlar 1941’de mi oldu?
F. D: Evet, oraya gitti. Sonra konsolos onların gittiğini duymuş. (Türk) Konsolos Melih Abdullah’a giderek, Doktorun gidip kendisiyle konuşma isteğinde bulunmuş. Doktor gidince Melle Abdullah konsolosun kendisiyle görüşmek isteğini iletmiş. Doktor konsolosla ne konuşsun? Arkadaşları, Doktoru konuşması için ikna etmişler. Doktor konsolosluğa gidip ne istediğini sormuş. Konsolos ”Doktor, sen niye burada kaldın. Gel Türkiye’ye geri dön, Dersim’e gidemezsin ama git Kütahya’ya yerleş, orada sana arazi ve ev veririz. Ancak Dersim’e gidemezsin.” Doktor geri dönmüş ve söylenenleri Melik Abdullah’a anlatmış. Şeyh Abdullah, Doktora fikrinin ne olduğunu sormuş. Doktor ise ”Mümkün mü, hiç gider miyim” demiş. Şeyh: ”Sen oralara giderim de, demezsen Türklerle aramız bozulur. Ben gitmeni istemem” demiş. Doktor baktı ki iş ters gidecek, sefasına son verdi, iki sene sonra geri geldi. Sonra yeni bir şey çıktı. Hatay’da gelenler isterlerse, Suriye cinsiyeti (vatandaşlık) alsınlar diye, o da Suriye cinsiyetine geçti ve nüfus kağıdı aldı. Ama yine rahat ettirmediler. Türkler daima arkasındaydılar, casuslar gelir, nerede gezer, nerde oturur, çok yordular.
– Doktorun kitabında birçok şahsiyetin ismi geçerdi mesela. Dersim harekatında ismi geçen birçok şahıs var, Alişêr, Seyid Rıza vb. hareketin önderi. Doktor kişi olarak en çok kimi seviyordu?
F. D: Hepsini sever. Kürt olanı sever, kim olursa olsun. Büyük-küçük, çocuk uğruna ölürdü. Ben Kürtleri bu kadar seven kimseyi görmedim. Ölene kadar hepsini sevdi. Kendisine dedim ki, rahat et, alem de senin gibi geldi gitti, yaptılar ama herkes gibi biraz meşgul ol evinde. Ama o, ölünceye kadar, o güne kadar bir Kürt için daima kendi ölürdü. Sonra, en son, biri Kürt dedi mi ağlar dayanmazdı hani. Büyüktü, yine o kadar kederliydi. Kendisi kadar Kürdü seveni görmedim.
– Genellikle tarihte Kürt aydınları arasında bir rekabetin olduğu söylenir. Mesela derler ki bir aydın diğerini çekemiyor. O dönemde Doktorun diğer aydınlarla arasındaki ilişkileri nasıldı?
F. D: Çok severlerdi birbirlerini. Bedirxanilerle sonuna kadar birbirlerini sevdiler. Öldüğü vakit Kamran Bey o kadar acı duydu ki, bana mektup yazdı, çok müteessirdi. Kadir Beyle sonra araları biraz soğuktu. Kadir Bey bir yerlere gitmiş, hakkında bazı şeyler söylemiş, çok zoruna gitti. Biri uzaktan bir şey dese, kendine yedirmezdi, gidip bir şey söylemezdi; ‘sen şöyle, böyle demişsin,’ bir cevap versin, yahut birine kızsın, yapmazdı. Keserdi alakayı, o kadar.
– Yani o dönem Kürt aydınlarında bir alınganlık vardı diyorsunuz?
F. D: Şimdi bu Kadir Beyleri, Celadet beyler öyle değildi kıskanmazlardı. Onu Kürt Dağı’nda çok sevdiler kendisini. Neden bu kadar kendisini sevdiler diye Kadir (Kadri) Bey de bir kıskanma oldu. Başka yere gider söz söylerdi. o da duyar, uzaktan uzağa üzülürdü. Kürd Dağı’ndakiler onu niye sevdi? Buraya gelirlerdi. Doktor onlara ”Çocuklarınızı okutun, Kürtleri sevin, biz geri kalmış insanız” hep böyle söylerdi. ”Gelin okuyun, eğer sonunda sınıf geçerseniz, ben size kitap veririm” derdi. Sınıfı geçip gelirlerdi, gösterirlerdi ki, kendilerine bir kitap versin, okusunlar. Bunlar kendisini sevmeye başladılar. Bize her gelene bir baba gibi ”Okuyun, ilerleyin” derdi. Başkaları onun sevilmesini kıskandılar.
– Doktor Kuzey Kürdistan’daki yenilgiden sonra, yani Dersim katliamından sonra bir daha örgüt kurmak veya geri dönmeyi planladı mı?
F. D: Ne zaman bir Kürdistan olursa dönerim, yoksa dönmem derdi.
– Barzani hareketiyle Doktor arasında ilişkiler var mıydı?
F. D: Yoktu. Ama, ”genç olsaydım, ben de gider kendilerine iştirak eder, harp ederdim” derdi. İsterdi yani. Ama, ”hem sıhhatim kötü, hem de yaşım ilerledi, öyle olmasaydı giderdim” derdi.
– Peki, Doktorun bir daha Kuzey Kürdistan’a dönmeyişinin nedeni neydi? Siz daha önce dönmek istediğini söylediniz.
F. D: İsterdi, ama ne zaman Kürtler bir hürriyet alırdı, ondan sonra gitmek isterdi: ”Böyle mümkün değildi gitmem” derdi.
– Yani bir örgüt kurup savaşmak istemiyor muydu?
F. D: Hayır, ”Bu şartlarda dönmem” derdi. Herhangi bir hizip (grup) de yoktu, nasıl gitsindi? Elinden ne gelse yaptı. Her şey yazdı gönderdi. Elinden ne gelirse yaptı.
– Doktor kitabının orijinalini Kürtçe yazıp, Türkçeye çevirdiğini söylüyor, orijinal Kürtçesi var mı?
F. D: Hayır, yoktur. Şimdi Kürtçeye çevirmek istiyorum, yapan var, çevriliyor. Sonra burada dağıtan azdı. Dersim kitabını yaptı. Mehsin Berazi adında büyük bir şahsiyet vardı burada, onun müsadesiyle burada kitab ettik. Sonra Doktor Nazif vasıtasıyla hepsini Kamışlı’ya gönderdi. Doktor Nazif, Türkiye’ye, Irak’a, Avrupa’ya her yere dağıttı.
Türkler daima “Kürtler yok” derlerdi. “Ya bunlar kim?” “Bunlar dağlı insanlar, dağda oturuyorlar.” “Ya ne konuşuyorlar?” “Bunlar kendi kendilerine bir lügat çıkarmışlar.”
Dersim kitabı çıktı, dağıtıldı, bunlar bela oldular. Harici insanlar demişler ki, ”siz hep diyordunuz ki Kürtler yok, ya bu kitap ne?” Bunlar duymuşlardı ki böyle bir şey olmuş. Artık evleri gezerlerdi. Kimin evinde Dersim kitabı varsa, onu yakarlardı.
– Kürdistan Tarihinde Dersim ve Hatıratım dışında Doktorun neşredilmemiş yazıları var mıdır? Hangi dilde olursa olsun, yazıları var mı? Doktor dünyanın hangi bir yerine mektuplar yazmadı mı? Onların suretleri yok mu?
F. D: Yazdı, gönderdi, ama bir şey yok. Kopyası yok yani…
– Doktor Kurmanci mi, Zaza lehçesini mi daha fazla biliyordu?
F. D: Zazaca biliyordu, Kurmaciyi’de güzel bilirdi, Zazacayı da bilirdi. Bazen Celadet (Bedirxan) Beyin evine giderdik. Celadet Bey bir şeyin Zazacasının ne olduğunu sorardı. Bu onun çok hoşuna giderdi. Sorular sorardı. O hep cevap verirdi. Zazaca, Celadet Beyin çok hoşuna giderdi. Bilmezdi o.
– Doktorun dini inançlarla ilişkisi nasıldı? Mesela Aleviliğe olan inancı var mıydı?
F. D: Severdi. Ama ilk önce insan vatanını sevsin derdi. Din herkesin kendi şahsi işi derdi. Namazı, bilmem suymuş, buymuş alakası yoktu. Her şeyden önce vatan derdi. Aleviliği severdi ama Aleviliği tutsun, bilmem ne yapsın yapmazdı.
– Doktorun günlük yaşamı, sizinle ilişkileri üzerine aklınızda kalan şeyler var mı?
F. D: Evde daima rahattık, temizliği severdi, her şeyi vaktinde hazır isterdi. Mesela yemeği, şunu bunu. Yatarsa ses çıkmasın isterdi. Ahlakı neyi isterse, öyle yapardım. Kendisini rahat ettirmeye çalışırdım. O da çok asabiydi. Başka şeyi yoktu.
– Size karşı davranışları nasıldı?
F. D: Güzel, çok güzeldi.
– Burası o dönem siyasi bir ev niteliği mi taşıyordu, mesela halktan gelip gidenler var mıydı?
F. D: Gelir, giderdi. Açıktı bizim evimiz. Kim olsa gelirdi. Kapımız herkese açıktı.
-Peki Doktor halkı bilgilendirmek için toplantılar vb. düzenliyor muydu? Siyasal faaliyetlerini nasıl yürütüyordu? Dernek mi vardı, evlerde mi görüşüyorlardı?
F. D: Dedim size, o zaman halk çok geri kalmıştı. Kendileriyle anlaşan arkadaşları gelirdi. Beraber olduğu birkaç kişi vardı, ya bize gelirlerdi, veya o nereye gelmiş, mesela otele, otelde görüşürlerdi. Konuşurlardı, yani herkesle öyle rahat konuşmak yoktu, herkesle anlaştığı yere kadar.
– Peki Doktorun geride bıraktığı akrabalarıyla ilişkileri nasıldı?
F. D: Zaten kim kalmıştı. Üç kardeşi vardı. O buraya geldiği zaman kurşunladılar. Bir tek bacı kalmıştı. Getirdik bizde kaldı, sonra gitti. Kimse kalmamıştı.
– Doktorun o dönem faaliyetlerini siz derinlemesine biliyor muydunuz?
F. D: Hayır konuşması, toplanması gizli bir şeydi.
-Yani sizinle olanları konuşmuyordu?
F. D: Hayır, niye konuşsun benimle. Bu işleri arkadaşlarıyla konuşurdu. Bana söylemezdi, niye söylesin.
-Peki, Doktor Kürdistan’dan, Dersim’den hazin bir haber aldığı zaman ne yapıyordu?
F. D: Bir defa Dersim’den birisi gelmişti. Kahvede görüşmüşler, oturmuşlar. Adam, kendisi Dersim’den gittikten sonra neler olmuş anlatmış. Kardeşim de ordaymış. “Başım döndü, yüzümü yıkayayım biraz” demiş. Gitmiş başını yıkamış, geri gelmiş, “beni eve götür” demiş. Başı dönmüş, orada da doktora götürmüşler. Orada bayılmış. Doktor, “eve götürün, kimse kendisiyle konuşmasın” demiş. Geldiler, bana, “konuşma” dedi. Ertesi güne kadar yattı. Doktor geldi, kendisine sorular sordu. Doktor, az daha felç olacağını, söyledi. Sonra iyileşti. Kardeşime neden öyle olduğunu sordum: “Dersim’den geldiler, neler yapıldığını, çocukların mağaralarda boğdurulduklarını anlattılar, kıyımı anlattılar, o da duyunca bu hale geldi” dedi.
-Doktorla acı, tatlı, hatırladığınız, anılarınızı anlatır mısınız?
F. D: Siyasal işler epeyse, çok iyiydi. Kötü haber gelmişse çok zordu. Evde zorluk filan yoktu. Çok iyiydi. Eğer Kürtlerden iyi haber gelmişse o gün rahattı.
-Rahmetli nasıl vefat etti?
F. D: Bir gün arkadaşları gelmişti. Epeyce sohbet ettiler. Konuştu, konuştu. Sonra gittiler. Gittikten sonra biraz yorulduğunu ve yatacağını söyledi. Dedim ki, “az konuş, bırak biraz da onlar konuşsun, sırayı bırakmadın kimseye.” Sonra içeride bir misafirin kendisini beklediğini söyledim. İyi bırak gelsin dedi. Misafir gittikten sonra, “söyle bir şeyler yap, yiyelim” dedi.
Ertesi gün, sabah baktım yok. Gittim yatağına baktım yatıyor. ‘Bir nedeninin mi olduğunu, bel ağrısının mı olduğunu’ sordum. “Yok” dedi. ‘Mutlaka bir şeyin olduğunu, bana söylemesi gerektiğini’ söyledim. ‘Bir rüya gördüğünü, Dersim’de bir çiftliği varmış, önünde bir bekçi varmış. İki kocaman siyah öküz gelip çiftlikte ne varsa hepsini yemiş.’ “Bunda ne var” dedim. “Yok, bir şey demiyorum” dedi. “Sana kahve, çay yapayım” dedim. Kahveyi çok severdi. “Yok” dedi, “içmem.” Ben çıkıyorum dedim. “Sen işe gidiyorsun, ben yalnız evde kalıyorum, bir şey olursa, nasıl olacak..” dedi. “Mektebi bırakırım, gitmem, senin yanında kalırım,” dedim. Daha sonra misafir geldi. Yemek hazırladım. Misafir elini yıkamaya gitti, kendisi de elini yıkamaya gitti. Ben sofrayı topluyordum. “Beni tut” dedi. Gittim baktım, titriyor. “Midemde bulantı var” dedi. Çağırdım: Abu İzzet geldi, “tut, içeriye götürelim” dedim. “Yok” dedi, eliyle işaret etti. ‘Midem şey oluyor’ dedi.
Gittim, döndürdüm. Baktım titriyor. Abu İzzet bizdeydi. Gel dedim, geldi nabzını tuttu, “ben hastayım, seninle tutamam, dayıoğlunu çağıralım” dedi.
Meğer öldüğünü bilmiş. Hiçbir şey demeden öldü. Mezarımızı on sene evvel yapmıştı. “Niye yapıyorsun?” diye sordum. “Ben ölürsem, sonra telaşlanırsın, beni götürüp Arapların içine korlar. Ben burada Kürtlerin içinde mezarımı yapayım. Yerimi şimdiden bileyim, tanıyayım, daha rahat ölürüm. O mezarı belki göreceksiniz, yaptı, hazırladı, etrafına duvarlar çekti, ağaçlar ekti. “Yerimi şimdi bilirim. Kürtler gelip gider, ben rahat yatarım” dedi.
– Doktorun alışkanlıkları konusunda bir şeyler söyleye bilir misiniz? Mesela konuşmayı sevdiğini söylediniz.
F. D: Severdi ama kendi arkadaşlarıyla konuştuğu, sevdiği şeylerdi. Kürtlerle ilgili. Başka öyle konuşmazdı. Siyasal ilişkileri arkadaşları geldiği zaman konuşurdu. Konuşurdu ki, yüreğini soğutsun.
– Rahmete gittiği zaman Kürtler çok geldiler mi?
F. D: Geldiler ya.. Buradan gittiler Afrin’e. Hepsi çıktı onu karşıladı. Kürtlerin hepsi geldi.
– Doktorun vasiyeti var mıydı?
F. D: Hayır ne vasiyeti olacak, ne vasiyet edecek.
– Bugünkü dönemle ilgili, Kürtlerle ilgili düşünceleriniz nelerdir?
F. D: Ben isterim, inşallah bir Kürdistan olur, ben de ölmeden görürüm, bu Doktorun da isteğiydi.
-Şu anda Kuzey Kürdistan’da çok yeni ve ileri bir mücadele var, bu Doktorun da isteğiydi..
F. D: Evet. Yani ilk defa isterdi ki Kürdistan Türkiye’de olsun. Çünkü kendisi orada yaşadı, orada Dersim’de mücadele etti. Her yerde Kürdistan kurulsun isterdi.
– Doktor iyi silah kullanıyor muydu?
F. D: Hayır kendisi öğretirdi, ama zannetmem, duymadım kullandığını.
– Bu söyleşimiz için size çok teşekkür ederiz.
Feride Dersimi: Sağ olun.
Röportaj: A. Dikili / Selim Ferhat
Berxwedan Dergisi, 15 Ocak 1993
(Kaynak: Düzgün Veroz)
(dersimgazetesi)