“Dersim’e gidiyorum. Bir isteğin, mesajın var mı” diye sordum. “Bir avuç toprak getirir misin mezardan. Nenemin mezarına koyacağız” dedi Miyase (İlknur), “Biliyorsun hep onların yasını tutup bir mezarları olsun diye ağlayarak öldü.”
Nenesi Elif İlknur’du. Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Bargini, şimdiki adıyla Karabakır köyünde Tertele’de öldürülen Cenan ailesinin kızıydı.
Tarih 14 Ağustos 1938’i gösteriyordu. 4 Mayıs 1937’de alınan Bakanlar Kurulu’nun “Tunceli Tenkil Harekâtı” kararıyla başlayan katliamın sonlarına gelinmişti. Ağuçan ocağından olan ve ellerine hiç silah almamış Bargini halkı, kırımın kendi köylerine ulaşmayacağını düşünüyordu. Öyle olmadı tabii. O sabah köye gelen askerler köyde birbirlerine akraba olan Cenan ve Baran ailelerinden 24 kişiyi alıp götürdü. Aralarında 2 yaşındaki Feramuz da vardı. “Sizi Hozat’a götüreceğiz” demişlerdi. Ama aslında hepsi nereye götürüldüklerini biliyordu. Seyit Turabi Baran, kızlarından birisini, “Benim kızımdır” diye askerin elinden alıp kurtarmaya çalışan köylüsüne kızıp, “Hayır, o benim kızımdır. Bizimle gelecek. Kerbela’ya gidiyoruz” demişti. Cenan ailesinden 12, Baran ailesinden 12 kişi elleri bağlı bir şekilde Sakasure mezrasına doğru yola çıkarıldılar. Xece Cenan, yolda rahatsızlanıp yürüyemeyince orada bıraktılar. Daha sonra cesedini bulan çocuklarının “Başına taşlarla vurarak öldürmüşler, vücudunu hayvanlar yemişti, kırmızı saçı kalmıştı” diye anlattığını söylüyor akrabaları Ali Baran.
Diğerlerini mezradaki evlere sokup yakmışlar. Ama sadece yakılmadıkları, kurşunlandıkları kemiklerin yanında bulunan mermi çekirdekleri ve kovanlardan anlaşılmış. 2 yaşındaki Feramuz’u da öldürmemişler önce. Karakol komutanına vermek istemişler. Komutanın karısı kabul etmeyince 2 gün daha hayatta kalmış Feramuz. Ali Baran, “Kadınlar anlatıyordu o zamanlar. Uzaktan izliyorlarmış. Feramuz hep ağlıyormuş ama bir şey yapamıyorlarmış. Sonra rahatsız olmuşlar ağlamalarından ki çocuğu burada bir çeşme varmış onun üstüne koyup nişan almışlar” diyor.
İşte o katledilen 24 kişinin kemiklerine Sakasure mezrasında onların anısına bir anıt yapılırken rastlandı. 2015 yılında savcılık kararıyla kazı yapılmasına karar verildi. Kazı yapılan yerde 13 kafatası ve kemikler bulundu. Bir yıl boyunca İstanbul’daki Adli Tıp’ta yapılan incelemelerde 7’sinin çocuk olduğu tespit edildi. İkisi 9-10 yaşlarında, ikisi 4-5 yaşlarında, biri 5-6, diğeriyse 6-7 yaşlarındaydı. Avukat Cihan Söylemez’in verdiği bilgiye göre kemiklerden, çıkan takı ve mühürlerden yaş ve cinsiyet ayrımları yapılınca İbrahim Baran, Besime Cenan, Sultan Cenan, Halil Baran, Ali Baran, Hıdır Cenan, Ahmet Cenan, Kevher Cenan, Hasan Cenan’ın kimlikleri tespit edilebildi.
Dün öldürüldükleri yerin hemen yanı başına kazılan mezara törenle gömüldü 13 insan, tek tabutun içinde.
Sağanak yağmur altında toprağa verilirken tek bir tabutta 13 masum insan, yaşlı bir Dersimlinin ağzından Seyit Rıza’nın idama giderken söylediği son sözler dökülüyor:
“Ayıptır, zulümdür, cinayettir…”
Ağıtlar ve gözyaşlarının eksik olmadığı törene DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, HDK Eş Sözcüsü Gülistan Koçyiğit, Diyarbakır Belediyesi Eşbaşkanı Gülten Kışanak, HDP Dersim milletvekili Alican Önlü, Dersim Belediyesi eşbaşkanları Nurhayat Altun ve Mehmet Ali Bul’un yanı sıra İsmail Beşikçi, Oya Baydar da katıldı.
Katliam ilk kez resmi kayıtlara girmişti ama 11 kişinin kemiklerine hâlâ rastlanamamıştı. Avukat Cihan Söylemez, onların mezarının da bulunması için yasal girişimlere başlayacaklarını söylüyordu.
78 yıllık bir travma yaşanıyordu Sakasura’da. Aileler birer birer söz alıyordu törende. Suat Baran, “Onlar gittiler, bize dillerini, geleneklerini bıraktılar” diyordu Kürtçe konuşmasında: “Bu çok ağır bir gün bizim için. Hem 24 canın cenazesini kaldırıyoruz hem katliamdan geçirilen 60- 70 bin insanı anıyoruz. Ağucan ocağı, ocaklardan bir tanesidir. Neden bizi öldürdüler? Özellikle pirlerimizi öldürdüler. Bu hem dil, hem inanç soykırımıdır. Dersim’in rengini, dilini kaybetmek istediler.”
Haydar Canan da “O günleri yeniden yaşıyoruz. O kemiklerin sesi bugün torunlarının ağzından çıkıyor: Saltanatınız sonsuza kadar sürmeyecek” diyordu.
Yüksek, Kışanak ve Koçyiğit de devletin azınlıklara yönelik düşmanca politikasını eleştiriyordu konuşmalarında. Kürtlerin ve Alevilerin kökünün her dönem kazılmak istendiğini anlatıyorlardı.
Aslında Dersim’de bulunan ilk kemikler değildi bunlar. Daha önce 1999’da da bulunmuştu. Resmi olarak bir şey yapamayınca aileler sessiz sedasız gömmüşlerdi kemiklerini. Ama bundan sonra sessiz sedasız gömmeye niyetleri yok.
Tertele’de öldürülenler de zaten bu yıl ilk kez Dersim’de yapılan etkinliklerle anılıyordu. 6 yıl boyunca Avrupa’da yapılan “Unutturmak değil yüzleşmek! Soykırım tanınsın, Dersim’i yeniden inşa edelim” başlıklı 1937-1938 Dersim Konferansı’nın 7’ncisi iki gün sürecek. Kentin tüm bilboardları 1937-1938’i anlatan fotoğraf ve yazılarla donatılmış. Onlardan birisi de Erdoğan’ın 2010 yılında henüz Başbakan iken söylediği “Dersim’de 50 bin kişi öldürüldü! Gerekirse devlet adına özür dilerim” sözü ve altındaki “Dersim halen o özürü bekliyor” yazısıydı. Ama o afiş iki gün önce polis tarafından gerekçesiz bir şekilde kaldırıldı.
Karanfillerin atıldığı, etrafında mumların yakıldığı mezardan Miyase’nin istediği bir avuç toprağı alıp Seyit Rıza Meydanı’ndaki anmaya gitmeye hazırlanırken genç bir kadının ağlayan kadınlara “Gidin rahat uyuyun bugün” dediğini duydum.
Tabii bu ülkede ne kadar rahat uyuyabilirlerse…