Sünni İslam ideolojisini kullanan Türk soylu egemenler Anadolu topraklarına geldikleri günden beri Dersimlilerle savaşa tutuşmuştur dersek abartmış olmayız.
Kürt Pîr ocaklarının kerametleri anlatılırken, Konya merkezli Selçuklu sultanlarından çok sık bahsedilir. Bu anlatımlarda Selçuklu Türklerinin Kürt Alevilere saldırıları rahatlıkla seçilebiliyor. Bu Selçukluların Türkmen Alevilere saldırısını da Babai isyanlarından biliyoruz.
Osmanlı dönemi denilince ilk akla gelen II. Beyazıt’ın Pîr Hacı Bektaş Veli dergahına Nakşi tarikatı eliyle saldırısı ve Türkmen Aleviliğini Bektaşi tarikatına bağlama akla gelir. Aslında bu, Alevileri Osmanlı’nın temsil ettiği iktidar İslam içinde eritme gayretidir. İkincisi Yavuz’un Türkmen ve Kürt, kırk bin Alevi’yi katletmesidir. Dersim özellikle de bu dönemden sonra Osmanlı saldırılarına maruz kalmıştır. Osmanlıların Dersim’e saldırıları o kadar çok olmuş ki ‘Dersim’e sefer olur zafer olmaz’ deyimi söylenir olmuştur.
Bu saldırılara karşı direnen Dersim, Kürt Aleviler için kutsal direniş merkezi, cesaret kaynağı olmuştur. İnançlarını koruyan, bilinç verip Yol sürdüren Pîr ve Murşit Ocağı mertebesine ermiştir. Bu direniş kültüründendir ki, tüm Ocaklar Dersim’i mekan eylemiştir. Dersim’in dağları, gölleri, pınarları ve vadileri, Rêya Heq Kürt Alevilerin tümüne yakının yemin ettiği Jîyarlara dönüşmüştür. Ve Dersim, Rêya Heq Aleviler için tam anlamıyla eşiğini öperek adım attıkları kutsal mekanın, Derî-ye-sim olmuştur.
Dersim’e öldürücü darbeyi Kemalist cumhuriyet vurmak istemiştir. Osmanlı’nın Dersim kimliğine küfür ve iftira dolu nitelemeleri Kemalistlerde, ‘geri, ilkel, barbar, vahşi yer ve topluluk’ halini almıştır. Gerçekte ise geri, ilkel, barbar, vahşi olanların ittihatçı artığı katil Kemalistler olduğu, yaptıkları katliam, yakıp yıkma ve göçertmelerle ortaya çıkmıştır. Barbarlıklarını ve vahşiliklerini kültürel soykırım ve asimilasyon politikalarıyla ara vermeden sürdürmüştür. Dersim’e yapılanlar, Dersimlilerin ‘Mêro serê dijmin, Mêro serê kemero’ sözüne yol açacak kadar acımasız olmuştur.
Önce Selçuklu, 18 ve 19. yy’da Osmanlı, 20. yy’da Kemalist ulus devlet Dersim’le savaştı. Türk saldırganlığı en az üç yüz yıldır Dersim’e saldırıyor. Ancak istediği sonucu alamadığı için 21. yy’da da dinci faşist Bahçeli-Erdoğan ulus devleti Dersim’e saldırıyor. Erdoğan, ‘Dersim’i zapt ederek, Osmanlı atalarımın intikamını alacağım’ demeye getiriyor. Türk saldırılarında devlet ve kişiler değişmişse de, Türk İslam sentezi silahları değişmemiş görünüyor.
Son dönemlerde adına Munzur Üniversitesi denilen ancak gerçekte muzır olduğu anlaşılan kurumun merkezinde yer aldığı saldırıyla, Dersim’e yeni bir savaş açılmıştır. Türk ulus devleti, yüz yıldır, Türk İslam sentezi ideolojisiyle Sünnisiyle, Alevisiyle tüm Kürtleri Türk yapmak için saldırıyor. Bunun için ellinde ne varsa kullanıyor. O zaman Kürtlerin de buna her türü silahla cevap verme hakkının olduğunu bilmek gerekiyor.
Unutmayalım ki düşman sonuç almak için en zayıf noktadan saldırır. Soykırımcı sömürgecilik, Dersim’e dinci, milliyetçi Türklüğü kullanarak saldırıyor. Demek ki düşman ‘Dersim’i rahat Türkleştirebilirim’ inancını taşıyor. İkincisi, Türk iktidar İslamcı ideolojiyle saldırıyor. Demek ki düşman Dersimlilerde inanç ve yaşam kimliği olan Rêya Heq inancının zayıfladığını düşünüyor. Türk sömürgeciliği, Dersimlilerin öz inanç ve yaşam kimliklerini unuttuğunu, onunla arasında mesafe oluştuğunu tespit etmiş olmalı ki bir de bu noktadan saldırıya geçmiştir.
O zaman saldırılara karşı Dersimli olmak, Dersimlilikte ısrar etmek, Dersimlilikle övünmek, Dersimliliğin taşıdığı direnişçiliği ve yiğitliği güncelleyerek düşmanın derdine dert katmak en iyi savunma yolu ve düşmanı yenme tarzı olur. Bunun için de Dersimliler, Seyit Rıza’dan Mazlum’a, Mazlum’dan Sakine’ye, Sakine’den Yılmaz’a kurulan ‘zincirin’ gücüyle kendilerini Dersim’in dağlarına, taşlarına, sularına bağlayabilmelidir. İnatla diliyle konuşmalıdır.
Dersimliler ‘ra ma ra heqî a’ bilincini, kültürünü, adetini ve ibadetini tüm Alevileri etkileyecek, Dersim’e çekecek kadar güçlü hale getirebilmelidir. Dersim her yıl binlerce talibin gelip ibadetini, bayramını ve festivalini yaptığı kutsal Alevi mekanı olduğunu bir kez daha hatırlamalı, hatırlatmalıdır.
Dersim, Rêya Heq inancının merkezi olması nedeniyle hem inançsal hem de etnik kimlik anlamında sorumluluğu büyük bir yerdir. İkincisi aynı zamanda Rêya Heq inancının dili de olan Kirmanckî’nin ruhundan beslendiği mekandır. İnancıyla dili arasındaki kopmaz bağı görerek inancının yaşaması için dilini, dili için inancını yaşamakta ısrar etmek gerekiyor. Dersimli kadınlar da bundan birinci derecede sorumlu olduklarını bilmesi hayati derecek önemli oluyor. Nasıl ki Yahudiler yüzlerce yıl boyunca kutsal kitapları ve ibadetlerini yaşadıkları için dillerini unutmadılarsa, Dersimliler de tıpkı böyle yapabilirler.
Dersim, Kürtlüğün gümüş beyazı rengidir. Düşman bu parlaklığı soldurmak için Dersim’e saldırıyor. O zaman Dersimliler, Kürtlüğün özgün bir rengini temsil ettiğinin bilinç ve yurtseverliğiyle, kimliklerine daha çok sahip çıkmak zorundadır.
Dersimlilik özleştirisel olmaktır. Çünkü inançları sorgu sual inancıdır. Dara durma şartına bağlıdır. Dersim, düşmanın AKP ve cemaatlerin temsil ettiği en gerici dincilikle neden saldırıya uğradığını, sorgulayabilmelidir. Gerici faşist Türk iktidar İslamcılığının Dersim’e karşı silaha dönüştürülmüş olması Dersim’e en büyük hakaret olarak görülmelidir.
Dersimliler, ‘bir ol Pîr ol’ inanç ilkesi gereği, Dersimlilikte daha güçlü cem olabilirlerse, hem 38’in hem de diğer katliamların intikamını alacak bilinç, irade ve tecrübeye sahiptir. Yeter ki manevi kültürlerinin binlerce yılık kutsal sesi olan Ya Xızır, Ya Heq Ya… vengdayişi bugün ki bilince, inanca göre yükselsin, klam söyleyen ozanların sesi kesilmesin…
Cihan EREN / Politika