Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen devletlerden biri de Osmanlı devletiydi. Osmanlı devleti savaştan yenik çıkınca Ermeni Soykırımı’ndan sorumlu olan İttihat ve Terakki üst düzey yöneticileri Almanya’ya sığındı. İstanbul’da yeni bir hükümet kuruldu. Osmanlı ordusunda bir asker olan Mustafa Kemal yenilgi sonrası geldiği İstanbul’da ne yeni kurulan hükümetlerde yer alabildi ne de galip devletlerle bir ilişki kurabildi. Girişimlerinden sonuç alamayan Mustafa Kemal, Samsun’a çıkarak bir harekat başlattı. Mustafa Kemal bu harekatı sırasında Kürtlerden destek istedi ve bazı Kürt grupları ve aşiretleri özerklik karşılığında Mustafa Kemal’e destek verdi.
Ancak Kürtler aynı zamanda bu ortamdan yararlanarak ulusal haklarını da elde etmek istediler. Bu yönlü ilk isyan Koçgiri’de meydana geldi. 1921 yılında başlayan Koçgiri İsyanı, Ankara hükümeti tarafından sert ve kanlı bir şekilde bastırıldı.
Koçgiri İsyanı bastırılınca, isyanın önemli isimlerinden Alişer Bey ve Baytar Nuri, Dersim’e sığındı. Zaten Koçgiri’de isyan başlatan aşiretlerle Dersim aşiretleri arasında akrabalık bağları vardı. Bazı Dersim aşiretleri Koçgirililere destek için bölgeye güç göndermişlerdi. Bazı aşiretler de güç göndermek istedikleri halde kış şartlarından dolayı bu mümkün olmamıştır. Koçgiri İsyanı’ndan sonra bine yakın isyancı Dersim’e sığınmıştı.
Alişer, Koçgiri İsyanı’nın en önemli isimlerinden biriydi. Dersim’e geçtikten sonra Seyit Rıza’nın desteği ile yeni bir isyan hazırlığı başlattı. Aşiretin önde gelenleri ile çeşitli toplantılar gerçekleştirdi.
Hatta Hozat bölgesinden aşiretlerle yapılan toplantıdan sonra Ankara hükümetine nota niteliğinde bir mektup gönderildi. Nuri Dersimi’nin yazdığına göre Ankara hükümetine gönderilen bu mektupta bazı soruların yanıtı istendi. Dersimi bu toplantı ile ilgili şunları yazıyor: “Hozat’ta yapılan bu ittifak neticesinde, Ankara hükümetinden aşağıda yazılı sorulara karşılık istenmesine lüzum görülmüştü.
1- Kürdistan muhtariyet idaresine muvafakat eden İstanbul Saltanat Hükümetinin bu baptaki kararını Mustafa Kemâl hükümetinin de resmen kabul edip etmeyeceğinin açıklanması.
2- Kürdistan muhtariyet idaresi hakkında Mustafa Kemal hükümetinin görüş noktası ne olduğu hususunda Dersimlilere acele cevap verilmesi.
3- Elaziz, Malatya, Sivas ve Erzincan mıntıkaları hapishanelerinde mevcut bütün Kürt mevkufların hemen serbest bırakılması.
4- Kürt çoğunluğu bulunan mıntıkalardan Türk hükümeti idare memurlarının çekilmesi.
5- Koçgiri mıntıkasına gönderildiği haber alınan askeri müfrezelerin derhal geri alınması. (Kürdistan Tarihinde Dersim, Nuri Dersimi S.128-129)”
Koçgiri İsyanı’nda olduğu gibi Ankara hükümeti bu isteklere yazılı veya sözlü resmi bir yanıt vermedi. Ancak bölgeye nasihat heyetleri gönderdi. Bu heyetler aracılığı ile bir taraftan Dersim hakkında bilgi toplandı, bir taraftan ise bazı vaatlerde bulunarak hareketleri yatıştırmak istediler.
Yeni Cumhuriyet’in kurucuları, İttihat ve Terakki Ermeni meselesini nasıl halletmişse, Dersim meselesini öyle halletmek istiyorlardı. Cumhuriyet’in üst düzey yöneticileri sıra ile Dersim’e gezi düzenlediler ve “Dersim meselesinin nasıl halledileceğine” dair raporlar hazırladılar. Cumhuriyet’in İçişleri Bakanlarından Şükrü Kaya, hazırladığı raporda 1876 yılından beri bölgeye 11 askerî harekât düzenlendiğini, ancak bir çözüm sağlanamadığını belirterek, köklü çözüm önerir. Kaya, hazırladığı raporda Dersim’in 91 aşiret arasında bölündüğünü belirterek, aşiretlerin birbirine karşı kullanılmasını önerdi. İsmet İnönü 1935 yılında bölgeye bir gezi yapmış, bu gezi sonrası da “Şark Seyahati Raporu, 1935” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. Bu rapora göre; Suriye’deki Fransız vesayet yönetimi, Türkiye’ye karşı politikalar izlemekte, çeşitli bölgelerdeki aşiretleri el altından silahlandırmaktaydı. 10 Aralık 1936 tarihinde ise dönemin Ekonomi Bakanı Celâl Bayar bir şark raporu hazırlamış, doğu illerinin yeterince devlet kontrolüne girmediğinin, bölgede büyük ekonomik sıkıntılar olduğunun ve geçmiş hükümetlerin bölgede ancak ağalar ve şeyhler aracılığıyla halk üzerinde etkili olabildiklerini öne sürmüştü. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve mülkiye müfettişleri de benzer şekilde raporlar hazırlamışlardır. Bu raporları esas alan 8. Cumhuriyet hükümeti, bölgeye yeni bir askeri hareket düzenlemeye karar verir. Bu hareketin sorumluluğu Abdullah Alpdoğan’a verilir.
Dersimliler bu hazırlıkların farkındadır. Seyit Rıza önderliğinde yapılan toplantıda, aşiretler bu bastırma hareketine karşı direnme kararı alırlar. 21 Mart 1937 gecesi Harçik Deresi üzerindeki köprü yakılır. Ve yer yer çatışmalar başlar.
Dersim’e yönelik askeri hareketin bir nedeni özerklik isteği ise bir nedeni de Ermeni Soykırımı sırasında, Dersimlilerin, Ermenilere sahip çıkması ve binlerce Ermeni’nin katliamdan kurtulmasını sağlamalarıdır. Dersim aşiretleri, Dersim Ermenilerini Osmanlı hükümetine teslim etmeyi reddetmiş ve Ermeni kaynaklarına göre 20.000 ile 36.000 arasında Ermeni’yi kurtarmıştır.
Nuri Dersimi’nin anılarında yazdığına göre binlerce savunmasız Ermeni ailesinin güvenli olarak kaçmasını sağlamışlardır. Ermeni kaynaklarına göre ise 1915’te çevre vilayetlerden 30.000’den fazla Ermeni’nin, sığınmaları için bazı Dersimliler tarafından Rusya’ya kaçmalarına yardım edilmiştir.
Tarihçilere göre Dersimlilerin 1915 Ermeni Kırımı sırasında takındıkları tutum onların imhasında ayrı bir rol oynamıştır.
Seyit Rıza teslim mi oldu?
Resmi tarih, Seyit Rıza’nın teslim olduğunu ileri sürer ve affedilmek için yalvardığını yazar. O dönemde yayınlanan gazeteler Seyit Rıza’nın teslim olduğunu manşete çekmeye özen gösterirler. Dersim direnişinin içinde bulunan Nuri Dersimi ise ordu komutanının Erzincan Valisi aracılığıyla Seyit Rıza’ya haber gönderdiğini, ateşkes ilan edildiğini ve Dersimlilerin isteklerinin kabul edileceğini bildirdiğini yazar. Görüşmek için iki arkadaşı ile birlikte Erzincan’a giden Seyit Rıza tutuklanır ve Elazığ’a sevk edilir.
Nuri Dersimi, tutuklu olarak vilayet konağında çıkarılan Seyit Rıza’nın ‘Şerefsiz ve yalancı hükümet’ diye bağırdığını yazar. (age. s. 288)
Devlet, Seyit Rıza ve arkadaşlarını asmak için kendi yasalarını bile takmaz. O zaman Elazığ ve Dersim’i kapsayan bir geziye çıkmış olan Mustafa Kemal şehre gelmeden Seyit Rıza’yı asmak istemektedirler. Dersimlilerin kente doluşup Seyit Rıza için af istenmesinden korkulmaktadır. Mahkeme salonu arabaların farları ile aydınlatılır.
72 Dersimli, mahkemenin kendileri hakkında verdiği kararı beklemektedir. Pürdikkat kesilmişlerdir. Kolay değil, ölüm kalım meselesidir. Üstelik hiçbiri Türkçeyi çok iyi anlamamaktadır. Karar okunur, biter. 7 kişi hakkında idam kararı verilir. Diğerleri çeşitli hapis cezasına çarptırılır. Dersimlileri düzen içinde idam etmek için Ankara, Malatya Emniyet Müdürü olan İhsan Sabri Çağlayangil’i Elazığ’a gönderir. Çağlayangil, anılarında kararın okunması üzerine mahkeme salonunda ‘idam tünne, idam tünne’ diye sevinç çığlıklarının yükseldiğini yazar.
O zamanki yasalara göre 65 yaşından büyükler ve 20 yaşından küçükler idam edilmiyordu. Bu yüzden Seyit Rıza’nın yaşını küçültürler, 20 yaşından küçük olan oğlunun yaşını da büyütürler. Bir cellat bulunur idam cezalarını yerine getirmek için. Seyit Rıza idam edilmeye götürülürken durumu anlar. Celladı bir kenara iter, idam sehpasına kendi çıkar. Gerisini İhsan Sabri Çağlayangil şöyle anlatır: “Mahkemenin 72 sanığı var. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı. Kararlar okununca hakim, ilamda idam lafını kullanmadığı ve ölüm cezasına çarptırılmaktan bahsettiği için verilen hükmü iyi anlamadılar. ‘İdam Tünne’ diye bir vaveyla koptu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. ‘Asacaksınız’ dedi ve bana döndü: ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi… Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. ‘Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi.”
Seyit Rıza’nın bir isteği vardır. Oğlundan önce idam edilmesini ister. Yukarıda da okuduğumuz gibi tam tersi yapılır, önce oğlu asılır, sonra kendisi. Seyit Rıza’nın şu sözleri ise “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de size boyun eğmedim, bu da size dert olsun” dönemin özetiydi. Seyit Rıza ve arkadaşları idam edildikten sonra (1938 sonlarına kadar) Dersim’e yönelik askeri operasyon devam eder. Direnişe katılmayan aşiretler bile katliamdan geçirilir. Dersim hemen hemen boşaltılır, sağ kalanlar iki aile yan yana gelmemek üzere sürgün edilir. Dersim Katliamı şu veya bu şekilde hâlâ sürmektedir. Dersim’in çocukları katliamın hesabını sormak için çalışırken, devlet tekrar Dersim’i boşaltmak için çeşitli projeleri devreye sokmakta, Dersimlilerin kutsal mekânlarını betonlaştırmak için çalışmalar yürütülmektedir. 15 Kasım1937’de idam edilen Seyit Rıza’nın nereye gömüldüğü ailesine bildirilmez. Günümüzde yapılan başvurularda yanıt verilmemektedir. Devlet hâlâ Seyit Rıza’dan korkmaktadır.
Seyit Rıza, 1863’te Dersim vilayetine bağlı Ovacık’ın Lirtik köyünde Şeyh Hasanlılar aşiretinin Yukarı Abbasan kolundan Seyit İbrahim’in çocuğu olarak doğmuştur. Babası tarafından eğitilen Seyit Rıza, babasının ölümünden sonra aşireti yönetmeye başlar.
Nuri Dersimi’nin yazdığına göre halk Seyit Rıza’ya Rızo ve Rayber ve babasının oğlu anlamına gelen Lace Baboyi unvanlarıyla hitap etmektedirler. “Babasının vefatını müteakip, Lirtik’ten hicret ederek, Tujik Dağı eteğindeki Ağdat köyüne yerleşmişti. Seit Riza, neşeli ve latifeyi sever bir zat idi. Aşireti efradıyla şakalaşmaktan ve en küçük efradına bile hizmet etmekten zevk duyardı. Herkesin yardımına koşar, fakirlere yardım eder ve herkese elinde gelen iyiliği yapardı. Kendisi de daima fakirdi. ‘Ben fakir bir Rizo’yum’ derdi, aşireti efradıyla bir sofraya oturur, güler, ikramlar eder, yaşlılara hürmet, küçüklere bir kardeş muamelesi yapar ve bütün Kürtlerin kardeş olduklarını tekrarlardı. Seit Riza, hem yüksek bir Kürt ve hem de yüksek ruhlu bir insandı. Kibir ve azamet gösterenlerden nefret ederdi, aşiret efradı gibi giyer ve onlardan seçilecek hiçbir işaret taşımazdı. Aşireti dahilinde bütün fertlerin yaşayış tarzlarına maddi ve manevi bir müsavat ve muvazene tesisine dikkat ederdi. Umumi toplantılarda daima bütün Kürtlerin bir aile ve ocak evladı olduklarını ve kardeşlik bağlarıyla birbirine bağlı bulunduklarını, saadet ve felakette müşterek olduklarını propaganda ederdi. Kürtlüğün esaretten kurtulması, müstakil ve hür bir vatana sahip olması için, her Kürdün çalışması gerektiğini söylerdi. Seit Riza, tam bir insan idi demiştik, bunun kuru bir sözden ibaret olmadığı, bu büyük Kürdün bilhassa Türk zulmünde kaçıp Dersim’e iltica eden on binlerce bîçare Ermeni’ye gösterdiği himaye ve öz kardeş muamelesi en bariz delillerinden birisidir. Her işte aşireti efradıyla müşavere ve müzakere edip onların reylerini almadan asla bir teşebbüs yapmazdı.” (S.291)