Ailesi Dersim’den sürgün edildiğinde şair Cemal Süreya daha çocuktur. Şöyle yazar:
“Bir yük vagonunda açtım gözlerimi.
Bizi kamyona doldurdular,
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.”
Şimdi sürgün ve katliam sahnesinde başka iki çocuk var. Biri Binali Yıldız, diğeri kız kardeşi Fener Yıldız (Gül). Binali Yıldız yüz yaşına dayanmış, Fener Gül ise 94 yaşında. Bazı şeyleri hatırlayacak, bazı şeyleri artık unutacak yaşlardalar. Bazı şeyleri unutsalar bile, o günlerde, katliam günlerinde heyecanlanmadan söz edemiyorlar. Fener Gül ve Binali Yıldız ile Dersim katliamının mekanlarından biri olan Pülümür’ün Xarçik (Kovuklu) köyünde görüştük. Eli ile işaret edip yakılan evlerinin yerini, sürgüne giderken izledikleri yolları gösteriyorlar.
Binali ve Fener Yıldız, gözlerini Türk hava Kuvvetleri’ne ait uçakların köylerini bombalaması ile açarlar. İkisi birden anlatıyor. Birinin bıraktığı yerde diğeri sürdürüyor: “Dışarda oynuyorduk. Köyümüzün üstüne bombalar düşmeye başladı. Korktuk, eve doğru koşmaya başladık. Evimiz yanıyordu. Annem ve iki küçük kardeşim içerde kalmıştı. Birkaç kişi içeri girdi annemi kurtardılar. Ancak geri dönüp kardeşlerimi kurtarmaya zamanları olmadı. Ev çöktü. İki kardeşim evle birlikte yandı. Annem adeta aklını yitirdi.”
Binali Yıldız bir tarafta karşıki dağları işaret ederken bir tarafta anlatıyor: “Ta şu dağın başına geldiler, bağırdılar dediler köyü boşaltın. Harman zamanıydı, hayvanları, buğdayları her şeyi öyle bıraktık. Dağın orda bir köy var, herkesi orada topladılar. Bütün erkekleri o dağdaki (eli ile işaret ediyor) gediğe toplamışlar, makinalı tüfeği kurmuşlar, herkesi öldürecekler. Öyle dizmişler. O köyün adı Çatalkaya. Sonra bir emir gelmiş öldürmediler.”
Fener Gül araya giriyor: “Erkekleri seçip götürdüler. Kadınları, çocukları ayrı bir yolda götürdüler. Köy boşaldıktan sonra asker geldi bütün evleri yaktı. Bizi götürdüler Erzincan’a. Eskiden burası Erzincan’a bağlıydı. Bu köyün eski adı Xarçik. Erzincan’da bizi üç-dört gün kumun içinde yatırdılar. Şehire indirmediler. Tren yok, kamyonlara doldurdular. Sivas’ın kazası Divriği’ye kadar kamyonlarla götürdüler. Oraya tren gelmişti. Orda bizi bindirdiler. Her aileyi ayrı vilayete gönderdiler. Erzincan’da yazmışlar kimin nereye gideceğini, bizi Muğla’ya verdiler. Amcamgili Bursa tarafına gönderdiler.”
Kimi zaman geri dönüşlerle, kimi zaman tekrarlarla konuşmamız şöyle sürdü.
Binali Yıldız: “Fethiye’ye verdiler. Orada tarla verdiler, öküz verdiler. Aslında yerimiz fena değildi. Biz 1948 yılında geri döndük. Bu aşağıda evler yaptık. Çiftçiliğe başladık. Sonra ben Almanya’ya gitmek istedim. Yaşımı küçülttüm, ama yine gidemedim. Oğlum Hasan’ı gönderdim. Sonra Bursa’ya yerleştik. Sonra Almanya’ya gittim.”
Fener Yıldız (Gül): “Sürgün başladığında bizim köyde yaklaşık olarak 40 hane vardı. Babamın iki kardeşi vardı. Birini Bursa’ya sürdüler, birini Kayseri’ye sürdüler, bizi ise Muğla’ya verdiler. Bilmiyorum o sıra kaç kişi öldü. Kaç kişi kurşuna dizildi. Bizim köyün erkeklerini kurşuna dizmek için götürdüler sonra bir emirle bu infaz yapılmadı. Evle birlikte yananların dışında, biri erkek 6 kardeştik.”
Fener Gül: Yaktılar! Yayladan indik, nehir var aşağıda, sen görmemişsin. Munzur’un kolu. Orda yaylalar var, orda mağaralar var. Orda kaldık. Uçak geldi bomba attı. Biz kumda oynuyoruz. Geldi suyun için düştü bomba. Bir kadın bizi aldı böyle attı. Çocukları kurtardı. Kimmiş biliyor musun bombayı atan, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen. O atmış Dersim’e bombaları. Evleri yaktılar, boşaltılar. Annemin böyle bir sandığı vardı. İçinde altınları, gümüşleri, eski şeyleri vardı. Bizde çok takarlardı, benimle bu abimi götürdü babam yeri kazdı, dedi bunlar burada gömülü kalsın, belki bizi öldürürler. Çocuk olduğunuz için sizi dokunmazlar. Aklınızda olsun, gelirseniz burayı açın alın. Bir de babamın çok güzel tabakaları vardı. Amcamın güzel tabakaları vardı. Onu da götürdü gömdüler. Amcam çok akılıydı. Muhtardı. O hep bizi korumaya çalışıyordu. Annem doğum yapmıştı, ikiz doğurmuştu bir oğlan, bir kız, bizim evleri yakınca çocukları kurtaramamışlar, evin içinde annemi zor kurtarmışlar.
Fener Gül: Evet içerdeyken yakmışlar. Annemi zor kurtarmışlar. Annem bütün o yol hasta hasta gitti. Burada Tazıng diye bir karakol var. Karakola götürdüler bizi. Karakolda ifadeler alındı. Erkek yok, erkeklerimizi başka yoldan götürdüler. Hepimiz çoluk çocuk af edersin bir sürüyü götürür gibi götürdüler.
Bir de büyük çok güzel bir kız vardı. Bir binbaşı komutan ona göz dikti. Bana getirin dedi. Bizim yanımızda erkek olarak iki kişi vardı. Onlara dayak atıyorlar, bana kızı getirin diye, o kadının yüzüne kara sürdüler çirkin görünsün diye. Elbiselerini değiştirdiler. Kız nişanlıydı. Çok güzel bir kızdı. Onu öyle kurtardılar, komutanın elinden. Yanımızdaki erkekler bu yüzden çok dayak yedi.
Erzincan’a giderken bir baktık nehrin kenarında bir kız çocuğu böyle ağlıyor, saçını maçını kesmişler. Annem dedi oy bu benim kardeşimin kızı. Bizden önce götürmüşler. Kademe kademe götürüyorlardı, köy köy. Aşağıdaki köyler kaçıp bizim içimize saklanıyorlardı. Ben çok gördüm, kızlar kendilerini nehre attı. Nehre attı, askerin eli elimize değmesin diye.
‘Oy! bu benim kardeşimin kızı’ dedi. Biz onu birlikte sürgüne götürdük. Bizimle birlikte büyüdü. Fethiye’de evlendirdik. O evlendi, ben evlendim.
Fener Gül: Yok öldü. Mezarı bu köyde. Buralı biri ile evlendi. İşte dayımın kızı. Çok çocuk kayıp oldu. Çaldılar çocukları.
Ondan sonra bizi Erzincan’a yakın, bir yere götürdüler. Orda babamgil gelip yetişti bize, amcalarım yetişti. Bütün erkekler geldi. Sonra oradan Erzincan’a götürdüler. Erzincan’da da Divriği’ye götürdüler. Ben küçüktüm, çocuktum, davar sürüyor gibi sürdüler yani. Çok eziyet çekti insanlar, o yollarda ölen, kalan, ayağı kan içinde kalan. Erzincan’dan Divriği’ye götürdüler. Divriği’de katipler hep yazı… yazdı. Bunu buraya, bunu oraya hepimizi dağıttılar.
Bizi bir vagona doldurdular. Oturma yeri olmayan bir vagona. Kadın, erkek, çocuk hep birlikte. İçinde tuvalet yoktu. Büyüklerimiz bir köşede vagonun tabanını deldiler. Önüne de bir çarşaf çektiler. Herkes o çarşafın arkasında gideriyordu ihtiyacını.
Binali Yıldız: Rahmetli amcam muhtardı. Bizi böyle dağıtınca, bizi Muğla’ya verince babam kalabalık, annem rahatsız, işte o sıra amcam bizi böyle kucakladı, dedi yazık bu masumlar nerde kalsın. Ondan sonra biz Muğla’ya gittik. Orda kaldık. Yiyecek bir şeyimiz yoktu. Bize tayin ekmek veriyorlardı. Askeriye getirip dağıtıyordu ekmeği.
Babam dedi ben burada yapamam. Biz kalabalığız. Ondan sonra bizi Fethiye’ye verdiler. Rumlardan kalma evler varmış. Bizi oraya verdiler, o Rum tarlalarını, evlerini bize verdiler. Çok güzel bir Rum ev idi. Onların yerleri güzel oluyor. Bir ev verdiler, orada büyüdük. Orda evlendik.
Fener Gül: Eşim bir maddende çalıyordu. ‘Herkes dönüyor, biz de dönelim’ dedi. ‘Burayı satalım, millet dönmüş biz de dönelim’ diye tutturdu. Ondan sonra dönüp bu köyümüze geldik. Döndükten sonra babam burada öldü, annem Bursa’da öldü.
Fener Gül: Hiçbir şey bilmiyorlardı. O zaman duyduğum bunlar devlete karşı geliyorlar. Halbuki böyle bir şey yok. Biz de vergi veriyorduk. Hayvanlardan bile vergi alıyorlardı. Koyunları, keçileri, eşekleri saklıyorduk vergiciler gelince.
Benim amcam o zaman hem tahsildar hem muhtardı. Hem eski yazı okumuş hem yeni yazıyı biliyordu. Bir gün kaymakam çağırıyor, diyor Gülabi ağa sen çoluk çocuğunu, kardeşlerini al git, diyor, siz kıracaklar. Amcam diyor ki köylü ne olursa ben de öyle olurum. ‘Gitmem’ diyor.
Biliyor.
Amcamı çok seviyor. Amcam çok değerli bir insandı. Çok seviyormuş amcamı. Demiş ‘Gülabi Ağa, kardeşlerini al çık’ Amcam kabul etmemiş.
Ya işte sandviç gibi bir şey veriyorlardı. Zeytin veriyorlardı. Bizim oralarda zeytin yok ya kimse ne olduğunu bilmiyor. Annem rahmetli dedi, sakın yemeyin bu keçi bokuna benziyor.
Ciğerim sana bir şey söyleyeyim. Bırakmıyorlardı, yasaktı, kim gelecekti bize? Bizim Kürtler de, yani bizim millet de kimse kimsenin yanına gitmeyecekti, yasaktı. Kaç sene sonra eğer birisi bize gelse, hemen şikâyet edip içeri atıyorlardı. Hiç kimse kimseye gitmezdi. Herkes birbirine hasretti. Amcalarımıza hasrettik, akrabalarımıza hasrettik. Yasak ettiler. Bize bir ev verdiler, işte Rumlardan kalma, tarla verince babam tarlada ev yaptı kalabalıktan uzaklaşmak için. Türklerin içinde kalmayalım diye. Biz küçüktük, annem bize tembihlerdi, sakın kimsenin yanına yaklaşmayın, kimse ile konuşmayın. Onlar bizi öldürdü, onlar bizi kestiler. Biz de çocuktuk gitmiyorduk, onların yanına.
Gurbet ne yana düşer
Sonra 1947’de bir af çıkmış. Hemen hemen herkes dönmüş. Kendi dağlarının kucağına, kendi köylerine. Fener Gül de, abisi Binali Yıldız da dönmüş. Ancak bir süre sonra Fener Gül, Ankara’ya, Binali Yıldız Bursa’ya göçmek zorunda kalmış. Bu defa neden geçim derdi. Yıllar sonra bu defa sadece yazları kendi köylerine geliyorlar. Soykırım mekanlarını, sürgün yollarını yorgun parmakları ile işaret ederek anlatmayı sürdürüyorlar.
Hüseyin Kalkan / Yeni Yaşam Gazetesi