Amerika Birleşik Devletleri son dört gündür Minneapolis kentinde polis tarafından sokak ortasında yargısız infaz edilen George Floyd üzerinden yeniden ırkçılıkla yüzleşiyor.
Yıllardır Amerikalı siyahlara yönelik ırkçı politikalar sadece Amerika’da değil, tüm dünyada bilinen bir gerçek. Polisler siyahlara karşı hukuk dışı, keyfi muameleler yapmaya devam ediyor ancak Floyd’un kameralar önündeki infazı bardağı taşıran son damla oldu.
Siyahlar zaten Korona’dan en çok etkilenen kesim oldu. Tüm Amerika’da hayatını en çok kaybeden kesim siyahlar oldu, işini de… Sağlık hizmetlerinden en az yararlanan, internet olmadığı için uzaktan eğitim sisteminin ceremesini çeken de…
Evet, Amerika hala ırkçı bir rejim. Son olayda Beyaz Saray’da ırkçı bir başkanın oturuyor olması ve toplumsal tepkiyi doğru yönlendirememesi olayların çığırından çıkmasına neden oldu. Trump’ın yağma olaylarını kastederek “Yağma olursa vurma da olur” uyarısı 1960’ların ırkçı bir şerifinin sözüne atıf olduğu için öfkeyi daha da tetikledi.
Olaylar sadece Floyd’un öldürüldüğü Minneapolis ile sınırlı kalmadı, Texas, Georgia, New York, California başta olmak üzere çok sayıda eyalete yayıldı. Organize olmayan her sokak olayında olduğu gibi devreye yağmacılar girdi ve aralarında ünlü markaların da olduğu çok sayıda iş yeri yağmalandı, yakıldı. Sonuçta Amerikan Savunma Bakanlığı, olayların çığırından çıktığı Menneapolis’e askeri polis gönderme kararı aldı.
Koronavirüs’ün vurduğu koca ülke şimdi ırkçı şiddete öfkenin sancılarıyla boğuşuyor. Başkan Trump’ın siyahların öfkesinin kendi tabanını daha da sıkı bir araya getireceği düşüncesiyle olsa da gerek olayları son ana kadar seyretmekle yetindi. Kendisi giderse “Beyazlara” yaşam alanı kalmayacağı mesajı vermiş oldu bir bakıma. Protestolara her renkten insan katıldı ama kamuoyu algısı bunun sadece Siyah Öfke olduğu üzerine kuruldu.
Göçmenlere insanlık dışı muamele yapan, çocukları anne-babalarından ayıran, sürekli bir ırkçı söylem tutturan Klu-Klux Klan’a bile sahip çıkan Trump, zaten kırılgan olan Amerikan toplumunu iyice parçaladı, birbirinden nefret eder hale getirdi.
Türkiye, Amerika’daki bu olayları biraz “Oh oldu, beter olsunlar” duygusuyla izlerken başta Erdoğan olmak üzere siyaset esnafı buradan kendisine ekmek çıkarma çabasına girişti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, resmi Twitter hesabından İngilizce olarak yaptığı açıklamada, polis şiddeti sonucu George Floyd’un hayatını kaybetmesine ilişkin bir değerlendirmede bulundu:
“ABD’nin Minneapolis kentinde George Floyd’un işkence sonucu öldürülmesine yol açan ırkçı ve faşist yaklaşım, sadece hepimizi üzmekle kalmamış aynı zamanda tüm dünyada karşı durduğumuz adaletsiz düzenin en acı verici tezahürlerinden biri olmuştur. Bize, yaratandan ötürü insanlığı sevmeyi öğreten İslam medeniyetinin bir üyesi olarak bu insanlık dışı mentaliteyi kınıyorum. Nerede, ne bağlamda, ne şekilde olursa olsun Türkiye, daima insanlığa karşı her türlü saldırıya karşı durmuştur.”
Bilmeyen Erdoğan’ın Türkiye’nin değil de İsveç’in falan cumhurbaşkanı olduğunu sanır. Herşeyi bırakın sadece Korona yasaklarını ihlal ettiği için sıradan yurttaşların polis ve bekçi şiddetine maruz bırakıldığı, çocukların tabancayla ateş açılarak kovalandığı bir ülkeden bahsediyoruz sonuçta.
En küçük bir protesto girişimin polis şiddetiyle karşılandığı, kadın, genç demeden acımasız bir muameleye tabii tutulduğu bir ülkeden. İşkence iddialarının ayyuka çıktığı, insanların makatına hala cop sokulduğu bir ülkeden. Böyle bir ülkenin cumhurbaşkanı insanlığa saldırıya her zaman karşı durduğunu söylüyor, söyleyebiliyor.
Gelin o zaman daha somut bir olaydan devam edelim. Kemal Kurkut’tan bahsedelim. Minneapolis’ten Diyarbakır’a uzanıp 2017 Nevruz’una dönelim. Kurkut, Malatya İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğrencisi idi, keman çalıyordu. 10 Ekim 2015'te Ankara'da yapılan Barış Mitingi'ne katıldı, saldırıdan yara almadan kurtuldu. Malatya'ya döndükten sonra rahatsızlanarak hastaneyeye kaldırıldı ve bir süre psikolojik tedavi gördü.
Diyarbakır'da 2017 Nevruz kutlamalarının yapıldığı alana girmek isterken sırtından vurularak öldürüldü. Üzeri çıplaktı ve elinde sadece bir su şişesi vardı. Kemal’i vuran polis sadece bir-iki metre gerisindeydi. Kemal’in herhangi bir tehdit olmayacağını görecek bir mesafede. Bacağından vurup durdurabileceği bir çocuğu sırtından vurup öldürdü.
George Floyd’un öldürülmesi ile Kemal Kurkut’un öldürülmesi arasında keyfiyet veya vahşet açısından fark var mı? İkisi de görgü tanıklarının önünde, silahsız ve savunmasız insanlara karşı polis tarafından işlendi. Çünkü Amerika’da siyahlara, Türkiye’de başta Kürtler olmak olarak muhaliflere şiddet serbest ve cezasız. Tam da öyle değil. Sonuçta Amerika’da Floyd’u öldüren polis toplumsal tepki sonucu önce işinden oldu, arkasından adam öldürme suçundan tutuklandı. Şimdi diğer üç polisin de tutuklanması bekleniyor.
Kemal Kurkut davasında ne oldu? Amerikan polisini kınayan, ırkçı ve faşist bulan Erdoğan, Kemal’i görmezden geldi ve devlet olarak genci öldüren polisine tüm gücüyle sahip çıktı. Kemal’i öldüren kişi hala polis, tutuklanmadı. Floyd’un vahşice öldürülmesini kameraya alanlara bir şey olmadı ama Kemal’in öldürülmesini fotoğraflayan gazeteci Abdurrahman Gök’ün evi Terörle Mücadele ekiplerince basıldı. Gök, tanık olarak çıktığı mahkemede şunları söyledi:
“Silah sesini duyar duymaz 26 kare fotoğraf çektim. Akabinde elinde silah bulunan bir polis beni alandan çıkardı. Fotoğrafları korumak için hafıza kartını çıkardım. Bir iki dakika sonra bir polis gelip beni başka bir alana götürdüler. Görüntü çektiğimi ve bu görüntüleri onlara teslim etmemi söylediler. Bende görüntü çekmediğimi söyledim. Olay tarihinden sonra terörle mücadeleden bir ekip evimi bastı.”
Soruşturmanın suyu öyle çıktı, olay öyle utanmazca örtülme çabasına maruz kaldı ki, sonunda Adli Tıp açık havada, bir meydanda iki metreden sıkılan kurşunun sekme sonucu isabet ettiğini iddia eden bir rapor verdi.
Yani? Erdoğan ve Türkiye’nin Amerika’ya ırkçılık ve faşistlik konusunda verebileceği bir ders yok. Sadece Kemal’in davasına bakmak yeter.
Ergun BABAHAN / Ahval