Nuray Pehlivan npehlivan@gazeteduvar.com.tr
İZMİR – Koordinatörlüğünü Mardin Artuklu Üniversitesi’nde görevli Dr. Shahab Vali’nin üstlendiği “Yazınsal Varoluştan Akademik Literatüre Kırmancca (Zazaca) M. Malmîsanij’a Armağan” adlı kitap okurlarıyla buluştu. Bir grup akademisyen ve yazarın kolektif çalışması olarak çıkan kitap sekiz bölümü Türkçe, iki bölümü ise Kırmancca (Zazaca) olmak üzere on makaleden oluşuyor.
15 Mayıs Kürt Dil Bayramı’nda Vate Yayınevi’nden çıkan eser, Kırmancca bilmeyenler için de önemli bir kaynak niteliğinde. Kitap, 40 yılı aşkın süredir Zazaca üzerine çalışan ve Zazaca denilince ilk akla gelen isimlerden olan M. Malmîsanij’a armağan edildi.
Kitabı hazırlama fikri nasıl oluştu? Kırmancca lehçesine dair ileri sürülen tezlerin kaynağı nedir? Kitapta, okurun bu karmaşayı çözümlemesine yardımcı olacak bir makale var mı? Türkiye’deki etnik gruplar asimilasyon politikalarından nasıl etkilendi? Kitabın M. Malmîsanij hocaya armağan edilmesindeki sebep nedir? “Milliyetçilik, Dil ve Bellek Kıskacında Kırmancca (Zazaca)” isimli makaleyi kaleme alan Nadire Güntaş Aldatmaz sorularımızı yanıtladı.
BİZİM İÇİN ÖNEMLİ VE GÜZEL BİR ADIM
Bir grup akademisyen ve yazar bir araya gelerek “Yazınsal Varoluştan Akademik Literatüre Kırmancca (Zazaca)” kitabı gibi önemli bir kaynak kitap ortaya çıkardınız. Kitabı hazırlama fikri nasıl oluştu?
Bu fikir, Mardin Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Kültürü bölümünde öğretim üyesi olan Dr. Shahab Vali’ye ait ve çalışmayı koordine eden de kendisi. Bu vesile ile böyle bir çalışmaya önayak olduğu için Shahab hocama teşekkür etmek istiyorum. Çünkü bu bizim için önemli ve güzel bir adım. Sanırım biz Kürtler vefa duygusunu dile getirmekte zorlanıyoruz. Sadece vefa değil iyi olan, güzel olan tüm duygular baskılanır, dile getirilmesi zaaf gibi algılanır. Bu bakımdan bizim için önemli bir adım.
Kitap, Kırmanclar ve Kırmancca üzerine farklı konularda yazılmış bölümlerden oluşuyor. Çalışmaya başlarken bir çerçeve belirlediniz mi? Çalışmanın içeriği ve önemine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
2018 Ağustos’unda Shahab hoca, bir kitap hazırlama fikri ile beraber kitabın içeriğini belirleyen ve Kırmanccayı birçok yönü ile ele alan on konu başlığı belirlemiş ve bize bir öneri olarak sunmuştu. Bu çalışmada yer alıp almayacağımızı ve bu başlıklara ek bir konu başlığı önerimizin olup olmadığını, hangi başlık altında bir çalışma ile katılacağımızı ve çalışmada hangi dilin kullanılması gerektiği konusundaki önerilerimizi de bildirmemizi istemişti. Böylece projeye memnuniyetle dahil olup kendimce önerilerimi de yapmıştım. Bu çalışma, hem önemli bir emekçi aydına armağan edilen kolektif bir çalışma olması bakımından hem de özellikle Kürtçe (Kırmancca) bilmeyen ilgililer için derli toplu bir kaynak olması bakımından önemlidir. Bildiğiniz gibi kitapta yer alan makalelerin on tanesinden sekizi Türkçe olarak yazılmıştır. Türkçeyi tercih etmekle amaçlanan, daha geniş kesimlere ulaşarak dışımızdaki insanların da Kırmanccanın bugünkü durumundan haberdar olmasını sağlamaktır.
DERSİM’DE KİMLİK TANIMLAMASI DAHA ÇOK ALEVİLİK ÜZERİNDEN YAPILIR
Bazı araştırmacılar Dersim’de konuşulan Kırmanccanın, Kürtçenin arkaik özelliklerini koruyan bir lehçesi olduğunu iddia ederken, Dersimli Kırmancların bir kısmının ise dillerinin aslında Kürtçe değil farklı bir dil olduğu dolayısıyla da Kürt olmadıkları şeklinde tezler öne sürdükleri görülüyor. Sizce bu tür tezlerin politik veya sosyolojik bir arka planı var mı?
Ben bir dilbilimci değilim. Her ne kadar lisans eğitimim Almanca öğretmenliği, yüksek lisans eğitimim Kürt Dili ve Kültürü alanında olsa da ve en az on yıldır Kırmancca çalışıyor olsam da bir dilbilimci kadar yetkin analizler yapamam. Kaldı ki dilbilimci olsam bile Haig’ın dediği gibi bir dilbilimci, bir dili ancak dilbilimsel açıdan analiz edebilir, onu söz dizimsel, fonolojik veya lexikolojik açıdan inceleyip müstakil bir dil mi, yoksa bir dilin lehçelerinden biri mi olduğuna karar verebilir. Etnik tanımlamada bunların yeterli olmayacağı, salt dilsel özellikler üzerinden bir toplumun etnik aidiyetinin belirlenemeyeceği açıktır. Esas olan, bir halkın kendini adlandırma biçimidir. Bir topluluğa aidiyette, ortak geçmiş, ortak kültür, ortak inanç ve aynı coğrafyada yaşıyor olmak gibi faktörler de göz ardı edilemez. Uzun yıllardır Kürtçeyi çalışan bir bilim insanı olarak Ludwig Paul de Kırmanccanın müstakil bir dil olduğunu iddia etmenin Kırmancların Kürt olmadığı anlamına gelmeyeceğini ileri sürmektedir. Yani Paul’e göre Kırmancca ayrı bir dil olsa da Kırmanclar Kürt olabilirler. Paul bu görüşünü Kırmancların çoğunun kendini “Kürt” olarak adlandırmasına dayandırıyor.
Esasen dilbilimciler de, dil ile lehçe arasında net bir çizgi çizememektedirler. Bu ayırım, en çok karşılıklı anlaşabilirlik kriterine dayandırılıyorsa da bunun yeterli bir kriter olmadığı bilinmektedir. Zira karşılıklı birbirini hemen hiç anlamayan bazı toplulukların dilleri, bir dilin lehçeleri kabul edilirken, birbirini anlayan bazı topluluk dilleri de ayrı diller olarak kabul edilmektedir. Kısacası, buna karar verenler toplulukların kendileridir.
Özellikle Dersimli Kırmancların, dillerini farklı adlandırdığı, Kırmanccanın Kürtçe olmadığı tezini ileri sürdükleri, doğru değildir. Bu tezin ilk savunucusu, belki de ilk ortaya atanı Ebubekir Pamukçu’dur ve Diyarbakır-Çüngüşlüdür. Dersimlilerin bir kısmının kendilerini Kürt saymaması ise bana göre son yıllarda oluşturulan Kürt=Kurmanc algısıdır. Oysa Kürt=Kırmanc, Kurmanc, Soran, Goran şeklindedir. Yani Kürt adı tüm bu toplulukları içeren bir addır.
Dersim’de kimlik tanımlaması daha çok Alevilik üzerinden yapılmaktadır. Kendi dilinde ise bu tanımlama “Kırmanc” şeklindedir. Kırmanc, hem Kürtlüğü hem Aleviliği içeren etno-dinsel bir kavramdır. Dolayısıyla Kırmancca konuşan Sünniler “Zaza” şeklinde adlandırılır ve Dersim’de Zaza, Sünni demektir, Dersimliler kendileri için bu adı kullanmazlar.
NE TÜRK, NE KÜRT, BİZ ALEVİYİZ
Peki, kitapta bu tezlerin doğruluğunu veya yanlışlığını irdeleyen bir makale var mı?
Kitapta, Uğur Semiyan’ın, tarihsel belgelere ve Dersim ağıtlarına dayandırarak kaleme aldığı “Dersimlilerin Adlandırılması” adlı makale, bu konuyu geniş bir biçimde ele aldı. Makaleden de anlaşılacağı üzere Dersimliler kendilerini Kirmanc, dillerini Kirmanckî ve yaşadıkları coğrafyayı ise Kirmancîye olarak adlandırmaktadırlar.
Dersimlilerin kendilerini adlandırmada sorun yaşıyor olmaları ve bir kısmının kendine “Kürt” demekten imtina etmesi Kürtlüğün aynı zamanda Sünni İslam’ı da temsil eden bir ad olmasından kaynaklanmaktadır. İletişim teknolojileri bu boyutta gelişmemişken, kentlere göç henüz yaşanmamışken ve Dersimliler Kürt=Alevi, Türk=Sünni anlayışına sahipken kendilerine “Kürt” derlerdi. Ne zamanki Sünni Kürtlerle ve Alevi Türklerle karşılaştılar o zaman adlandırmada sorun yaşanmaya başlandı. Sonra “ne Türk, ne Kürt, biz Aleviyiz” söylemi popülerleşti. Ama Alevilik yetmez bir de etnik bir aidiyet gerekti. O zaman da “Zaza” adı ortaya atıldı. Bu da Sünnilikle özdeş olduğundan pek benimsenmedi. “Dersimce” de bu çıkmazdan doğdu. Devletin böl, parçala, yönet politikalarına hiç değinmiyorum bile… Çünkü bu, artık herkesin bildiği, devletin statükoyu koruyarak hegemonyasını sürdürmesi için uyguladığı klişe bir yöntemdir. Bence kimliksel aidiyet konusunda bu klişeyi öne sürmektense öncelikle soruna zemin hazırlayan toplumsal alt yapıyı sorgulamak daha doğru olur.
NE MİLLETLER, NE MİLLİYETÇİLİK SONSUZ DEĞİLDİR”
Makalenizde ulus ve milliyet kavramlarının devletlerle birlikte mevcudiyetlerinin son iki yüzyılda oluştuğunu teorik tartışmalarla birlikte çok iyi özetlemişsiniz. Öncelikle şunu soralım: Resmi ideoloji, dünyada iki yüzyıl, Türkiye de ise yaklaşık yüzyıldır hüküm süren ulus devleti, nasıl oluyor da ezelden beri var, ebediyete kadar sürecek anlatısıyla toplumun ekseriyetine empoze etmeyi başarıyor?
Anderson’a göre ulus, hayal edilmiş bir siyasal topluluktur ve hayali ulusal toplulukların, hayal edilebilirliğine asıl olumlu etkide bulunan, yeni bir üretim ve üretim ilişkileri sistemi olan kapitalizmdir. İletişim teknolojileri ve dilsel çeşitliliğin, kapitalizmin pazar arayışı ile çakışması ve ulus-devletlerin doğması, toplumsal gelişmenin bir dönemine tekabül eden bir süreçtir ve sonsuz değildir. Ne milletler ne de milliyetçilik insanlık tarihi boyunca var olmadığına göre sonsuz da olamazlar. Ancak ulus devletlerin bu kadar uzun süre tutunabilmesi ve her seferinde kendini yeniden üretmesi, kapitalizmin başarısına ve milliyetçiliğin yüksek mobilizasyonuna bağlanabilir. Çünkü milliyetçilik politikası herhangi bir sosyal sınıfa ait bir politika olmayıp, tüm sosyal sınıfların, koşullara göre kullandığı ve her türden ideolojiye eklemlenebilen, tutunumu yüksek bir politikadır. Ulus-devletlerin yaşamasında ve ilelebet yaşayacak olmasındaki büyük rol, milliyetçiliğin bütün sosyal sınıflara hitap etme gücüdür. Örnek vermek gerekirse, Kaz Dağlarında, altın arama faaliyetlerine karşı yürütülen çevreci eylemler, Afrin’e askeri harekât düzenlendiği sırada durdurulmuştur. Çünkü ulusal bir mesele söz konusudur ve ulusun “çıkarları” öncelenmiştir!
John Breuilly, milliyetçilik kavramının, devlet gücünü meşrulaştırmak ve “ulusun çıkarları” iddialarıyla bu güce haklılık kazandırmaya çalışmak amacıyla kullanıldığını ileri sürmektedir. Dolayısıyla milliyetçilik, ulus-devletlerin yaşamasını sağlayan politikanın bir biçimidir ve ulus-devletlerin çıkarları, yayılma ve hegemonya kurma girişimleri “millet çıkarları” söylemleriyle meşrulaştırılmaktadır.
KÜRTLERE KARŞI TAHAMMÜLSÜZLÜKTE KARADENİZ BAŞI ÇEKİYOR
Makalenizin devamında Barış Ünlü’nün “Türklük Sözleşmesi” kitabına dayanarak Türkiye coğrafyasında yaşayan tüm dillerin ve kültürlerin varlıklarını sürdürmeye çalışsalar bile nüfuslarının az olmasından ya da azaltılmasından dolayı asimilasyona direnemeyerek dönüştüklerine vurgu yapıyorsunuz. Unutanların, unutmak zorunda bırakılanların, unutmayanlara bakışı sizce nasıl şekilleniyor?
Bilindiği gibi ulus-devletin Türkiye modelinde etnik olarak Türk olmayanlar, etnisitelerine vurgu yapmadıkları ve kendilerini “ulus” kategorisi içinde sundukları oranda meşru kabul edilirler. Çok dilli ve çok etnisiteli olan toplumumuz, tekçi bir ulus devlet anlayışıyla geliştirilen eğitim politikaları kapsamında homojenleştirilmeye çalışıldı. Nüfus yoğunluğu bakımından büyük olan toplulukların aksine, küçük olan etnik gruplar asimilasyon politikalarından etkilenerek dönüştüler.
Gellner, alt kültüre mensup olanların, yüksek kültürün dışına itilmemek, damgalanmamak, piyasadaki sınıf atlama imkânlarından mahrum kalmamak için stratejiler geliştirebileceğini ve bu anlamda asimilasyona yönelebileceğini belirtmektedir. Türkiye’de azınlık konumundaki birçok etnik topluluk, hayatta kalma, sınıf atlama, pazarda söz sahibi olma gibi nedenlerle asimilasyona direnmemiş olabilir. Bu yaklaşımın, bugün Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan diğer etnik topluluklar için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Ayşe Serdar’ın belirttiği üzere Lazlık etnik olarak Türklükten kendini ayrıştırırken, çoğu Laz kendisini ulusal olarak Türklüğün içinde görmektedir. Ve Lazlık mevcut sistem içinde siyasal ve ekonomik bakımdan daha az riskli özelliklere atıfla yeniden üretilmektedir. Yani kısacası Ünlü’nün deyimiyle, “Türklük Sözleşmesi’ni imzalamamış olmak” Türklüğün potansiyel faydalarından mahrum olmak demektir. Bu nedenle bu sözleşmeye ilk imzasını koyanlar demografik oranı daha düşük olanlardır. Ve bu topluluk mensuplarının bir kısmı, oluşabilecek herhangi bir etnik kargaşadan kendilerinin de etkilenebilme olasılığına karşı olsa gerek, Türk milliyetçisi rolünü üstlenmişlerdir. Hatta çeşitli politikalarla adeta şeytanlaştırılan Kürtlere karşı tahammülsüzlükte Karadeniz neredeyse başı çekmektedir. Bunun en yakın örneği, birkaç gün önce haberlere de konu olan ve Karadenizlilerin, çay toplamak üzere gelecek olan Kürt işçileri istemediklerini, bu ihtiyacı Gürcistan’dan karşılamak üzere kapıların açılmasını talep ettiklerini duyurmalarıydı.
Son olarak, kitap isminden de anlaşıldığı üzere “M. Malmîsanij’a armağan” olarak çıktı. Bu kararı vermenizdeki sebep nedir?
Bu kitabı Malmîsanij hocaya armağan etmek, Kırmanccaya harcadığı emekten ve katkılarından dolayı bir nevi teşekkür etmek anlamına gelir ki Malmîsanij adı bundan fazlasıdır ve Kırmancca ile özdeşleşmiştir. Bu nedenle, böyle bir kitap hazırlanması ve Malmîsanij hocaya armağan edilmesi öneri olarak bizlere geldiğinde çok memnuniyetle karşıladık.
Malmîsanij hocam, Kırmanccaya ömrünü vermiş sayılı birkaç kişiden biridir. Hocamın, gerek geçmişteki çalışmalarıyla gerekse bugün hâlâ aktif bir biçimde yürüttüğü çalışmalarıyla bunu fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Daha fazla uzatmayıp bu konuda sözü Mutlu Can’a bırakmak daha doğru olur. Sevgili okurlara, onun kaleme aldığı, kitabın ilk bölümünde yer alan ve Malmîsanij hocayı kapsamlı olarak tanıtan “Öncü Bir Kürt Aydını: M. Malmîsanij” başlıklı biyografinin okunmasını öneriyorum.
Kitaptaki bölümlerin başlıkları ve yazarları sırasıyla şöyle:
Öncü Bir Kürt Aydını: M. Malmîsanıj
Mutlu Can
NamekerdişêDêrsimijan (Dersimlilerin Adlandırılması)
Uğur Sermiyan
Sözellikten Yazılıya: Kırmancca (Zazaca) Sözlü
Edebiyatla İlgili İnternal ve Eksternal Araştırmalara Dair
Bir Değerlendirme
Okan Alay
Tarihsel Fonetik Bakımından
Kırmancca ve Kurmancca
Deniz Gündüz
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
ve Zazalar (1961-1991)
Nevzat Anuk
Milliyetçilik, Dil ve Bellek Kıskacında
Kırmancca (Zazaca)
Nadire Güntaş Aldatmaz
Kırmancca (Zazaca) Hikâyeciliği
Pınar Yıldız
Vate Çalışma Grubu Ve Kırmanccayı (Zazacayı)
Standartlaştırma Çalışmaları
Bilal Zilan
Zazaca Sözlükçülük
Ahmet Kırkan
Açarnayîş û Açarnayîşnasîye (Çeviri ve Çeviribilim)
Îsmaîl Guven
(Gazeteduvar)