Söz konusu Kürtler olunca Nazım Hikmet’in temsil ettiği “solcu” edebiyatı arkasına alarak, “Türkiye devrimci hareketi[nin]… yakıcı enternasyonalist görev”lerinden dem vuran HDP yöneticisi; bir alışkanlığı tekrar eden “sol”un kof kibriyle Bilici’ye ve dolayısıyla HDP’nin bir Kürt partisi olması gerektiği düşüncesindeki Kürtlere “bizimle değilsin” diyor: “Bir eksik bir fazla, ne fark eder?” Ardından ayar vermeye devam ediyor: “Türkiye devrimci hareketi, tek vazifesi Kürt halkını desteklemekten ibaret olan bir topluluk değildir.”
Özgür Serhatlı*
Mücahit Bilici, “Kürtler neden Türkiye’yi kurtaramıyor?” başlıklı bir yazı yazdı. Bilici yazısında, Kürtlerin taleplerini gündeme getirmeyi “siyasi darlık” olarak gören HDP’nin bir Kürt partisi olarak siyaset yapması gerektiğini ifade etti. HDP PM üyesi Ender Öndeş ise “Kürtler kimden kurtulmalı?” başlıklı bir yazı ile Bilici’ye yanıt verdi. Bilici’nin olgusal bir çerçeveden ele aldığı, bazı tartışmalı önermeler de içeren değerlendirmeleri Öndeş’in yanıtında kişisel bir hesaplaşmaya gerekçe yapıldı. Kürtler açısından kritik öneme sahip bu tartışmaya “yapay çelişki” itirazı ile karşı çıkan Öndeş, meseleyi polemiğe indirgeme gayretinde oldu. Bu kısa yazıda ise, HDP yöneticisinin muhatabını küçümseyerek sıraladığı argümanların tekabül ettiği ilişki kurma biçimi, yani sömürgeci zihinsel kodların “sol” tezahürleri açık edilmeye çalışılıyor.
Bilici’nin yazısına konu olan tartışma, uzunca bir zamandır Kürtlerin gündeminde. Bu tartışma, özel toplantılarda ve sınırlı kamusal olanaklarda Kürtlerin ana siyasi gündem maddesi esasen. Meseleyi, daha geniş bir kamusal bağlamda ve rasyonel bir zemininde tartışma girişimleri ise -en son Bilici örneğinden de anlaşılacağı üzere- konuşan(lar)ın lafını ağzına tıkmayı amaçlayan bir tarzla sabote ediliyor. Bugüne kadar siyaset yaparak hayatta kalan Kürtlerin, kendileri tarafından kendileri için siyaset üretme çabaları/tartışmaları ilk kez bu ölçüde “dost” ateşine maruz kalıyor. Kürtlerin siyasi akıl ve becerisini küçümseyen, ve her seferinde onlara akıl verme cüretinde bulunan bu talihsiz dostluğun, yaklaşık 6 milyon Kürdün oyunu almış bir partinin vekil/yöneticileri tarafından performe ediliyor olması ise artık hiç de şaşırılmayacak boyutlarda.
HDP yöneticisi Öndeş, dünya halkları için şiirler yazarken, katledilen binlerce Kürdün katliamı ilgisini çekmemiş; külliyatında sadece bir kere yer verdiği Kürt kelimesini, Ermeni katliamının suçunu atmak için kullanmış; Anadolu’ya “dört nala gelen” kısrağın kan içindeki bileklerinin hikayesini anlatan Türk milliyetçisi şairin ismi ile başlıyor yazısına. Nazım Hikmet’in kendisini anlamayan muhatabı karşısındaki bezginliğini anlattığı şiirini hatırlatan HDP yöneticisi, kendisinin de Bilici karşısında benzer bir halde olduğunu söylüyor.
Söz konusu Kürtler olunca Nazım Hikmet’in temsil ettiği “solcu” edebiyatı arkasına alarak, “Türkiye devrimci hareketi[nin]… yakıcı enternasyonalist görev”lerinden dem vuran HDP yöneticisi; bir alışkanlığı tekrar eden “sol”un kof kibriyle Bilici’ye ve dolayısıyla HDP’nin bir Kürt partisi olması gerektiği düşüncesindeki Kürtlere “bizimle değilsin” diyor: “Bir eksik bir fazla, ne fark eder?” Ardından ayar vermeye devam ediyor: “Türkiye devrimci hareketi, tek vazifesi Kürt halkını desteklemekten ibaret olan bir topluluk değildir.”
Öndeş’in yazısında, “Türkiye devrimci hareketi” verili görev ve sorumluluklarıyla tanımlanırken, Kürtlerin kolektif varoluşu “Kürt siyasal hareketi nedir?” sorusuyla speküle ediliyor. Öndeş, HDP tahayyülü dışındaki Kürtlüğün tarihsel, siyasal ve kamusal varoluş biçimlerini “sadece bir direk bulup bayrak çekmeyi dert edinen” bir tahayyül yoksunluğu ile tescil ediyor! Kürtleri, gündelik olarak eylerken veya düşünce ve siyaset üretirken farklı kamusal yönelim veya çıkarlara sahip bir toplum olabileceğini ihtimal dışı gören bu sömürgeci ilişki, Kürtlüğü “terminolojik bir adlandırma” nesnesine indirgiyor. Ve şu soruyu soruyor Öndeş: “O bayrak o direğe çekilsin de altında yoksulluk, sefillik, kadın cinayetleri akıp gitsin mi diyor Kürt hareketi?” HDP yöneticisi aslında çok açık konuşuyor, lafını esirgemiyor. Ona göre, Kürtler bir sistem kuracak yetenekleri haiz değil. “Türkiye devrimcileri” olmasa Kürtler, “yoksulluk, sefillik, kadın cinayetleri” ile birbirlerini yok etmek için fırsat kollayan ilkel bir kabile olarak kalacak.
Nasıl mı? HDP PM üyesi, Kürt partisi fikrinin yol açacağı “barbarlığı” Kürtlerin sömürgeciliğin paralel evrenindeki komşularından bir örnekle pekiştiriyor: “Gidin bakın Güney Afrika’nın madenlerine mesela; elmas patronları için kardeşlerini kurşunlayan polislerin yüzüne bir bakın. Gerek yok, zahmet etmeyin, ben söyleyeyim size: Hiçbiri beyaz değil!”
Güney Afrika’ya gidip kendi gözlerimizle görelim desek, ona da izin yok! Çünkü, Kürdün deneyiminin siyasal ve kamusal bir karşılığı yok. “Gerek yok, zahmet etmeyin, ben söyleyeyim” diyor efendi. Zaten gitse de gördüğünü anlamayacak olan Kürdü zahmete sokmuyor. Kürdün yerine Güney Afrika örneğinden gerekli dersleri çıkarmış HDP PM üyesi. Ve şimdi “terminolojik” Kürtler, yakıcı enternasyonalist görevleri olan akıl hocasını dinleyerek bir seçim yapacak: “Dört nala” medeniyetine mi koşacak, yoksa “Güney Afrika” barbarlığına mı çakılacak? Durum bu kadar vahimken esas sorulması gereken soru şu: Kürtleri nasıl/kimle Kürtlerden koruyacağız? Öndeş bunun hali hazırdaki yanıtını veriyor: HDP. Peki akıl hocanı dinlemeyip bir Kürt partisi fikrinde ısrarlıysan ne olur? Boşluk bırakmıyor, onun da formülünü veriyor Öndeş. Bunun için de Kürt “telebe” devreye giriyor. “Telebe”, efendinin Kürde aba altından gösterdiği bir sopaya dönüşüyor Öndeş’in yazısında.
Kürtlerin siyasal gündemini alaycı ve kibirli bir üslupla ele alan HDP PM üyesine şunu hatırlatmak isterim: Arkaik ve klişeler yığını bir ezber “solculuk” Kürtlerin en son isteyeceği şeydir. Efendilik oynayacağınıza Kürtlerin tartışmalarını dinleyin veya bu tartışmalara karşılığı olmayan kibrinizden sıyrılarak katılın. Belki o zaman enternasyonalizm ve kozmopolit dünya tahayyülüne dair bir fikir edinirsiniz.
*Akademisyen
(Gazeteduvar)