Bir ayı geçkin bir süredir Dersim’in Milli (Milan/Milu/Mulu) köyünde bulunan taş ocağının kapatılması için yürütülen bir kampanya var. Bu gecikmiş bir kampanyadır. Zira Milan köyü, mahalle ilan edilerek belediye sınırları içine alındığından beri her açıdan talanla yüzyüze kalmıştır. Örenönü Tabiat Parkı içinde bulunan Milan, Dersim şehir merkezine sadece 6 kilometre uzaklıktadır. Şehir mezarlığı da köyün sınırları içindedir.
Milan ve Harçik köyleri sürekli şehrin arka bahçesi olarak kullanıldı. Milan köyü girişi, uzun yıllar şehrin çöplüğü olarak kullanıldı. Tepeleri, dağları, devlet kurumlarından tutun belediyelere, yerel işletmecilere kadar taş çıkarma yeri olarak kullanıldı. Bu köy sınırları içinde açılmak istenen iki taş ocağı projesi de daha önce iptal ettirildi.
Hala köy, sınırları içinde katı atık tesisi yapılması, Dersim-Erzincan yolunun geçirilmesi gibi yıkım projeleriyle yüzyüze. Köy arazileri yıllar önce devlet hazinesine geçirildiği için paragözlere uzun yıllar karşılığında kiralandığı da bir gerçek.
Yerel müteahhit Erdal Güntaş ve ortakları tarafından 2006 yılında açılan taş ocağı da, şehir merkezi ile köy arasında yer alıyor. Taş ocağının geçmişi yirmi yılı buluyor. Dolayısıyla bu taş ocağı, direk şehir merkezini de etkiliyor. Merkezin en yakın mahallesi Esentepe’ye (Gome Dewres) kuş bakışı ancak iki kilometredir. Taş ocağının bir yanında 38 katliamının ağıtlarını günümüze taşırmış olan sairimiz Silê Qiz’in ve değerlerimizin mezarının olduğu Mezela Dewres (Derviş’in Mezarı), diğer tarafında ise nisangah Vile Jêlê ziyareti yer alıyor.
Köy çöle çevrildi
Yıllar önce gösterilen tepkiler üzerine Erdal Güntaş, Aralık 2015 tarihinde bir açıklama yaparak, “Dersim gibi doğası güzel olan bir yerde, özellikle merkezde ormanın bol olduğu yerde bu işi yapmanın ben de yanlış olduğuna kanaat getirdim, inanıyorum ve kapatıyorum… Burayı bahane ederek Dersim’in doğasını talan etmek, yok etmek isteyenleri durdurmak için bu kararı alıyorum” demişti. Ancak üzerinden dört yıl geçti ve taş ocağı çeşitli gerekçeler gösterilerek kapatılmadı.
Aksine yine aynı yerde Karayolları beton şantiyesi açıldı. Bu şantiye de, malzemeyi taş ocağından satın almaktadır.
Müteahhit, kapatıyorum dediğinde gösterilmeyen gerekçeler, şimdi köylüler kapatılmasını istedikleri için öne sürülüyor; işçiler işsiz kalacak, beton ihtiyacımız var, insanlara para yardımı yapıyor vb.
Gelinen aşamada 15 yıllık tahribat gözler önündedir. Şu anda uydudan dahi görülen geniş bir alan çöle çevrildi. Köylülerin uzun yıllar tek bir ağacın kesilmemesi için çaba verdiği ormanlar, su kaynağının olduğu Kemere Kunk adlı vadi, Dolê tepeleri yok edildi. Vadideki yeraltı suları kirletildi. Dağlar dinamitle parçalanarak bitki örtüsü, çiçekler ve şehrin de akciğeri olan ormanların bir kısmı yok edildi. Taş ocağından çıkan tozdan dolayı ne tür endemik bitki ve çiçeklerin yok olduğu da araştırmaya değer bir konudur. Yabani meyveler, köyün bostanları dahi eskisi gibi ürün vermez oldu. Patlatılan tepeden taşlar yuvarlanıp mezar taşlarını kırdı. Sonuçta her açıdan böyle bir kampanyanın başlatılması zorunlu hale geldi.
Kampanya başlatıldıktan bir kaç hafta sonra HDP il örgütü bir açıklama yaparak, “Güntaş ile görüştüklerini ve yıl sonunda taş ocağını kapatacağını” duyurdu.
Ardından belediye ile şirket arasında, köylülere dahi sorulmadan bir protokol imzalanarak, taş ocağının Kasım 2020 tarihinde kapatılacağı söylendi. Ancak ayakları havada, belirsiz bir protokol olduğu da bir gerçektir. 15 yıldır çalışan taş ocağının hemen kapatılması ve çöle dönüştürülen toprakların yeniden yeşertilmesi için ağaçlandırılması yapılması gereken tek şeydir.
Taşları öperek büyüdük
Milan köyü, bir ulu dervişler, ziyaretler köyüdür. Dağların tepelerini, yamaçlarını yurt eylemiş meşe ağaçları göğe uzanır orada. Tüm bunlarla birlikte Alevi inancında taş, ağaç, doğa, ziyaretler büyük önem arzediyor. Köyde yer alan ziyaret ve dervişlerden bazıları; Dewresi Miliz, Sultan Paysa, Qere Heyder, Dewrese Dawud, Kures, Kalê Sipê, Qalender Bava, Bağır Bava, Vilê Jêle, Tayê Jarê, Mezela Bapirû, Şix Silêman…
Taşların, ağaç gövdelerinin öpüldüğü bir inançtan bahsediyoruz. Yıkıma uğratılan her toprak parçası, her ağaç ile çocukluğumuz, anılarımız, kültürümüz, toplumsal belleğimiz de yok ediliyor. İnsan doğasından, belleğinden koparsa geriye ne kalır ki! Biz o dağları, taşları öperek büyüdük. Ama o taşlar paramparça ediliyor şimdi. En zor anlarımızda hep doğaya, dağlara sığındık, inandık, ailemizden bir parça gibi yaklaştık.
Köyün toprakları, Xızır ile musahip olan ve onunla iki suyun birleştiği yer olan Gole Çetû’da ceme duran Dewrese Miliz’in topraklarıdır, taa şehir merkezine kadar. Öyle ki şehir merkezinde bir mahalleye Gome Dewres (Esentepe) derler.
Kampanya yürütücüleri, hakarete, lince, hatta ağza alınmayacak küfürlere maruz kaldı. Taş ocağı sahibi ve çalışanları, sosyal medya paylaşımlarını engellemeye çalıştılar, tanımadığı insanlarla bunun için konuştular.
Peki dağı taşı yok ederek, kutsallıkların etrafını yaşanmaz hale getirilerek kazandığı paranın birazını yardım olarak kullanması, bu yaptığını hoş karşılamaya yeter mi?
Para yardımı yapacaklara doğa yıkımında imtiyaz tanınacaksa, bundan sonra müteahhitler yardım konusunda sıraya girerse hiç şaşırmayın.
O zaman hakikat nerede? Kim hakikatin yanında, kim para ve betonun yanında?
Bazıları da müteahhitin ektiği ağaçların fotoğraflarını paylaşarak, ‘bakın ağaç da ekmiş, ne zararından söz ediyorsunuz’ diyorlar. Peki yok edilen vadi, tepeler? Bu zarardan geri dönülebilir mi? Milyonlarca yılda oluşan vadiyi kim geri getirebilecek güce sahip?
Tabii mevcut sistemde o toprakları, ormanları yüzyıllar boyunca koruyanların emeği bir kağıt parçası karşısında sııfırlanıyor. Parası olan düdüğü çalıyor, tüm tarihlerde olduğu gibi. Sermaye sahipleri böyledir, her şeyi parayla satın alabileceklerini, paranın her şeye muktedir olduğunu sanırlar. Para ve hep daha fazla kazanma hırsı, gözlerini o kadar kör etmiştir ki, toprakların, halkın hakikatini tamamen unuturlar.
Yine müteahhit, o toprakları 2025 yılına kadar kiraladığı için taş ocağı kapatıldıktan sonra da arazileri istediği gibi çöplük olarak kullanmaya devam edeceğini rahatlıkla söyleyebiliyor. Peki o insanlar, toprakları yüzyıllar boyunca zenginler gelip üzerinden para kazansın diye mi korudular, sahiplendiler.
Tılsım bozuldu, anahtar kayıp!
Dersim’in çok yönlü paradoksal yapısı, her şeyi içinden çıkılmaz hale getirmeye çok müsait. Devlete karşı çıksan, arkanda bir avuç insan ya kalır ya kalmaz, ‘devlet büyük yenilmezdir’i sana dayatırlar. Yerelin kötülüklerine karşı çıksan, ‘vay bu bizim insanımız yabancı mı gelip yesin’ derler. Köyünün topraklarını korumaya çalışsan, ‘iyi de orada şu var burada bu var, ona niye karşı çıkmıyorsun’ derler. Başka yerleri korumaya çalışsan, ‘sen git önce kendi köyünü kurtar’ denir. Yani her konuyu öyle içinden çıkılmaz hale getirirler ki, nedenleri de çözümleri de içinde kaybolur, insanlar yıpratılır. Hele bir de aşiret, aile, tanış, eş dost ilişkileri de araya girince iş sarpa sarar.
Oysa Dersim’in doğasının, dolayısıyla inancının, kimliğinin, kültürünün, dilinin korunması partiler, kurumlar üstüdür. Hakikatten yana olan herkesin buluşacağı tek noktadır.
Bu kampanya şunu çok açık ortaya koymuştur ki, o nadide doğanın korunması için şehirdeki muhalif kurumlar da dahil herkesin ekoloji bilincini geliştirmeye ihtiyacı vardır.
Beton uğruna, kutsal yerlerin etrafını bile yerle bir edecek gözüdönmüşlük hayra alemet değil.
Geçmiş çok uzak değil, Gole Çetu yok edilirken sessiz kalındı, araziler satıldı. Baraj ayaklarının altına gelindiğinde oturup ağlamaktan başka çare kalmadı.
Sadece Dersim de değil Kürtlerin doğası, devlet ya da devlet destekli yerel işletmeciler tarafından yıkıma uğratılıyor. Burada amaç bellidir, bir halkın değerlerini, kimliğini, kültürünü dumura uğratmak, yok etmek.
Dersim, adına ‘ekonomik kalkınma’ denilen bir yağmanın, derin bir işgalin tehdidi altındadır; baraj, hes, maden projeleri, taş ve kum ocakları, kutsal yerlerin doğal dokusundan çıkarılması… Bu liste uzayıp gidiyor. Bu işgale, yerel işletmeciler -eğer o topraklara ait değerleri birazcık taşıyorlarsa- ortak olmamalıdırlar. Toprağına, insanına yararlı olmak isteyen öncelikle kültürüne, kimliğine, diline, inancına saygı duymalı, onu korumalı.
Doğa inanç, kimlik, kültür ve dil demektir
Dersim’de doğa, inanç merkezleri, tarihi mekanlar, gerçek dokusundan çıkarılarak hakikat yeniden öldürülmek isteniyor.
Şimdi de bir inanç merkezi olan Munzur Bava gözeleri, devlet desteğiyle bir turistik merkez, panayır yerine dönüştürülmeye çalışılıyor. Bunun altında o toprakların inancı ve hakikatinin, göz boyayan sahte örtülerle yok edilmek istenmesi yatıyor. Bunu görmemek için kör olmak gerekiyor.
Dersim, ekolojik bir kent olmaya adaydır. Bu kentin tarihi, ekolojik, inançsal dokusunun korunması her şeyden daha önemlidir. Zira Alevi/Kızılbaş (Raa Haq) inancında doğa demek inanç, kimlik, aidiyet, kültür ve dil demektir. Tarihi, inancı iyi araştırılırsa ve orada dağlar, ormanlar, inanç yerleri ziyaret edilirse görülecektir ki tüm bunlar Dersim coğrafyasında içiçedir. Birini diğerinden ayırmak mümkün değildir. İktidarlar, doğa yok edildiğinde onunla birlikte belleğin, hakikatin, itiqatin de yok olacağını hepimizden daha iyi biliyor. Onu ‘ihtiyaçlar, işsizliği bitireceğiz’ vb ince gerekçeler üzerinden yok etmeye, gözden düşürmeye çalışıyor. Zira kampanya sırasında bazılarının ‘Dersim’in her yeri ziyaret, boşverin bunları’ demesi de bu zihniyetin bir temsilidir, iktidar tarafından oluşturulmuştur.
Bu nedenle şehirde çalışma yürüten ve haklıdan, hakikatten yana olduğunu söyleyen her yapı, parti, kurum, bu ekolojik bilinci halka vermekle yükümlüdür. İktidarların yarattığı bilinç kırılmasının, ekolojik inanç dünyasından uzaklığın, yabancılaşmanın onarılması, o toprakların ruhuna denk bir yaklaşımın yeniden yeşertilmesi için öncülük edilmesi gerekiyor. Bu yüzyıl, ekolojinin, kadının, yerlilerin yüzyılıdır. Sermayenin pervasızlığı, insanların köyüne, şehrine, evine, tarlasına, suyuna, ağacına, bahçesine kadar uzanmıştır. Direniş de ancak bunlar üzerinden olabilir.
Elbette şimdiye kadar kentte verilen bir doğa mücadelesi var. Ancak yetersizlikleri de tartışmak gerekiyor.
Öncelikle Milan köyündeki taş ocağı olmak üzere Harçik köyü ve Pülümür vadisindeki kum ocakları kapatılmalı. Şehrin coğrafyasında yapılmak istenen barajlara, maden projelerine karşı güçlü bir mücadele verilmeli. Munzur gözelerinin kesinlikle ‘turizm’ adı altında doğal dokusundan çıkarılmasına izin verilmemeli.
Olması gereken sermayenin yanında değil halkın, kutsalın, hakikatin yanında durmaktır. Unutulmamalı ki hakikat yalnız değildir, ne eder yapar bir yerden öyle bir boy verir ki, herkes şaşakalır.
Dağlar, ormanlar yıkıma uğratılarak kazanılan paradan gelen yardım, Alevi inancına göre de helal değildir, rededilmesi gereken bir paradır.
Kontrolsüz ve engelsiz yürütülen bu ekokırıma karşı mücadele edilmezse, bir on yıl sonra Dersim ağır bir vebalin altında inleyecektir. Buna inanmayanlar, devletin yarattığı ve sınırsız imkanlar sunduğu müteahhitler ordusunun yirmi yılda Türkiye’de yaptıklarına bakabilirler.
Yapılması gereken Dersim başta olmak üzere diğer Kürt şehirlerinde hatta tüm Türkiye’de gerek devlet kaynaklı gerek yerel işletmecilerden kaynaklı bu doğa tahribatına karşı güçlü ve ortak bir sesin yükseltilmesidir. Gelecek ancak böyle kurtarılabilir.
Deniz Bilgin / Politika