O Meclis değil mi, askeri’sinden islami’sine tüm diktalara sallabaşlık eden, devrimcilerin idamlarını onaylayan, HDP hariç tüm partileriyle hâlâ 1915 soykırımının münkirliğini yapan?
“Bugün 23 Nisan, neşeyle doluyor insan!”… Tıpkı on yıllarca okul çocuklarını Türk bayrağı ve Atatürk büstü önünde sıraya dizip hep bir ağızdan üstüne basa basa tekrarlattırılan “Andımız” gibi ırkçılık dozajı yüksek bir milliyetçiliğin amentülerinden…
Günümüzdeki korona tehdidi gibi, 2. Dünya Savaşı’nda Alman işgali tehdidinin Türkiye üzerine kâbus gibi çöktüğü günlerdi... Beş sınıf birden tek odada eğitim gören köy okulunda 1943 yılının 23 Nisan’ında “Andımız”ı hançerelerimiz yırtılırcasına haykırıyorduk… “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” diye başlıyor, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”la bitiriyorduk.
Bestesindeki prozodi hataları yüzünden terennüm edilmesi hayli zor olan İstiklal Marşı’nı, öğretmenimizin tüm çabalarına rağmen, hep bir ağızdan söylemekte ne denli zorlandığımızı da iyi anımsıyorum, ama “Bugün 23 Nisan, neşeyle doluyor insan!” çocukluk anılarımda hiç yok… İleri yaşlarımda radyoların 23 Nisan programlarında duyduğum bu çocuk şarkısı sonraki yıllarda bestelenmiş ve okullara empoze edilmiş olmalı…
Evet, bugün TBMM’nin kurulduğu 23 Nisan’ın 100. yıldönümü… Korona yüzünden toplu tören yapılamadığından yıldönümünün akşam saat 21’de Cumhurbaşkanı’nın bizzat okuyacağı ve tüm televizyon kanallarının da direkt yayacağı İstiklal Marşı’yla kutlanacağı söyleniyor… Tayyip’in imam-hatip eğitimli sesiyle okuyacağı marş ne denli huşuyla dinlenirse dinlensin, kuruluşundan bu yana askeri’sinden islami’sine her türlü dikta yönetiminin salla başlığını yapmış olan bu Meclis’in hele şu andaki varlığı bana hiç mi hiç neşe vermiyor…
Çok değil, daha bir hafta önce bu Meclis değil miydi korona bahanesiyle ırkçı, islamcı teröristleri, ırz düşmanlarını, yetimin hakkını çalanları salıverirken binlerce demokrat, insan hakları savunucusu siyasetçiyi, gazeteciyi, sanatçıyı, bilim insanını zindanda kalmaya mahkûm eden?
Yine bu Meclis değil mi, 48 yıl öncenin 24 Nisan’ında, yani “neşeyle dolduran” 23 Nisan’ın tam da ertesinde, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın Anayasa Mahkemesi tarafından geri çevrilmiş olan idam kararlarını ezici oy çoğunluğuyla ikinci kez onaylayan?
Unutulmasın, anımsatıyorum… Tıpkı geçen haftaki kritik oturuma 600 milletvekilinden sadece 330’unun katılarak 51’e karşı 244 oyla adaletsizlik yasasını onaylaması gibi, 1972’deki idam oylamasına da 450 milletvekilinden 323’ü katılmış, idamlar sadece 48 milletvekilinin aleyhte oyuna karşılık 273 oyla onaylanmıştı. Üstelik idamlara onay veren milletvekillerinin 28’i de CHP’liydi…
12 Eylül döneminde ise 50 idamdan 10’u Milli Güvenlik Konseyi, 38’i MGK’nin tayin ettiği Danışma Meclisi tarafından onaylanmışsa da devrimci İlyas Has ile Hıdır Aslan’ın 1984 Ekim’indeki idamlarını onaylama zilleti 6 Kasım 1983 seçimleriyle yeniden açılmış olan TBMM’ye aittir.
Sadece idamları onaylamak mı? 1971’deki 450 üyeli Meclis, 12 Mart Cuntası’nın darbesine karşı da sesini çıkartmamış, generallerin tayin ettiği CHP’li Nihat Erim’in başbakanlığındaki kukla hükümete güven oyu vermiş, dahası o hükümetin 26 Nisan 1971’de ülkenin tüm devrimci ve demokratik güçlerine karşı“Balyoz Harekâtı” başlatmak üzere ilan ettiği sıkıyönetimi onaylamıştı.
Dahası, o Meclis’tir ki 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra tüm ABD ve NATO’ya teslimiyet projelerini, iktidarı ve muhalefetiyle yekvücut olarak sonuna kadar desteklemiş, onay vermiştir.
24 Nisan, bizler için sadece Deniz’lerin idam kararının TBMM tarafından ikinci kez onaylandığı gün değil… Kendine “insanım” diyen, yüreği halktan, haktan, adaletten, eşitlikten ve özgürlüklerden yana çarpan herkesin elem ve isyanla anması gereken bir trajedinin, 1915 Ermeni Soykırımı’nın başladığı günün de yıldönümü.
20. yüzyılın ilk büyük soykırımı olan bu olay Cumhuriyet tarihi boyunca sivil CHP, DP ve AP iktidarları ile 1960, 1971 ve 1980 darbelerini izleyen cunta yönetimleri tarafından hep yok sayılmış, uluslararası insan hakları kurumları tarafından gündeme getirildiğinde de binbir bahane uydurularak inkâr edilmişti.
Bu devlet geleneği Tayyip diktası döneminde de TBMM’de temsil edilen muhalefet partilerinin de işbirliğiyle aynen sürdürülmüştür.
Unutmuyoruz… Tüm dünyada Ermeni soykırımının 90. yıldönümü dolayısıyla anma törenleri hazırlanırken, TBMM’nin 13 Nisan 2005 tarihli oturumunda AKP, CHP, SHP, DYP ve ANAP grupları tarafından ortak imzayla yayınlanan bildiride şöyle deniyordu: “TBMM, yoğun bir uluslararası baskı kampanyası yoluyla Türkiye'ye tarihini bazı propaganda belgelerine dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını belirtir ve bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağını ilan eder.”
Ermeni soykırımı 100. yıldönümüne denk gelen 2015’in 24 Nisan’ında da tüm dünyada yine büyük törenlerle anılırken, Tayyip Erdoğan imam-hatip rahlei tedrisinde çok iyi özümsediği takıyyenin şaheser bir örneğini vererek her yıl 18 Mart’ta yapılan Çanakkale Savaşı anmasını bir ay sonraya kaydırmış, tam da 24 Nisan günü uluslararası konukların davet edildiği, muhalefet partilerinin de katıldığı görkemli bir tören yaptırmıştı.
Bu törenlerde bittabi HDP haricindeki tüm muhalefet partileri, CHP de dahil, temsil edilmişlerdi.
Aslında 24 Nisan Soykırımı’nı inkâr karasını Çanakkale anmasıyla örtbas etme takıyyesini ilk düşünen Erdoğan da değil… Bu “dahiyane” fikrin babası, SHP-CHP’li Mümtaz Soysal’dır.
Ecevit’in 1974 Kıbrıs fütuhatından sonra KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın danışmanlığını, 1994’te Başbakan Tansu Çiller’in hükümetinde dışişleri bakanlığını da üstlenmiş olan Soysal’ın marifetini değerli tarihçimiz Ayşe Hür açıklıyor:
Anayasa Profesörü Mümtaz Soysal 17 Nisan 1985 tarihli Milliyet’teki yazısında şöyle akıl veriyordu devletlülere: “24 Nisan 1915 Ermeni tedhişçilere sorarsanız ‘soykırım’ın başlangıç tarihidir. (…) Yetmiş yıldır tek yanlı işleyen propaganda mekanizması öyle bir günü ‘soykırımın başlangıcı’ olarak dünyaya satmaya çalışmaktadır. Gelecek hafta onun şamatasını yaşayacağız yeniden. Oysa rastlantılar o şamatayı çok daha anlamlı ve geçmişin savaşlarından geleceğin barışına uzanan, insanların kardeşliğini vurgulayan törenlerle boğabilmek için elimize bölünmez bir fırsat vermiştir. (…) Bunu 25 Nisan günü, yani 24 Nisan’ın karşı propagandasıyla dünya çalkalandıktan bir gün sonra yapmak yerine, Amiral de Robeck’in Limni’de Çanakkale çıkarması emrini bütün müttefik gemilerine duyurduğu 23 Nisan’da başlatmak ve üç gün sürecek ilginç programlarla dünyanın ilgisini uyanık tutup öbür propagandayı gölgelemek akıllıca bir iş olmaz mıydı? Hep savunmada kalmak ve başkalarını geriden izlemek bizim alnımızda mı yazılıdır?” (Evrensel, 23 Nisan 2018)
Çanakkale’nin ardına sığınmak, sadece 90’lı yılların SHP-CHP’lisi Soysal’ın değil, CHP’nin şimdiki lideri Kılıçdaroğlu’nun da bulunmaz Hint kumaşı gibi sarıldığı bir göz boyama…
Kılıçdaroğlu da, üç yıl önce büyük tantanayla organize ettiği, yol boyunda alkışçılarını zaman zaman Bozkurt işaretiyle de selamladığı “Adalet Yürüyüşü”nü 26-30 Ağustos 2017 tarihlerinde Çanakkale’de bir “Adalet Kurultayı” organize ederek sonlandırmıştı. Gerekçesi de şuydu: “Çanakkale, ilk defa hiçbir etnik ayrım gözetmeden Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan önce bu milletin Türk, Kürt, Laz, Çerkez ayrımı gözetmeden bir arada işgale karşı koyun koyuna savaştığı yerdir.”
Artı Gerçek’teki 3 Ağustos 2017 tarihli yazımda sormuştum:
“Çanakkale… Bu mekân tam da 1915 Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümünde tüm dünyada büyük törenlerle anılmasını örtbas etmek için Tayyip iktidarının ‘Çanakkale Zaferi’nin 100. yılı etkinlikleri’ adı altında bir show organize ettiği mekân değil mi? Adalet, evet… Öncelikle Osmanlı’nın ve onun mirasçısı cumhuriyetin bu ülkenin Türkler gelmeden önceki sahibi Ermeni, Asuri, Rum ve Kürt halklarına karşı işlediği soykırım suçlarının mağdurları için adalet?”
Üzerinden üç yıla yakın bir zaman geçti… Soykırım inkârcılığı aynı adaletsizlik ve sadizmle devam ediyor.
Çok değil, bundan dört ay önce de 13 Aralık 2019’da, ABD Senatosu’nun soykırımı tanıyan bir kararı onaylaması üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen AKP, CHP, MHP ve İYİ Parti, "ABD Senatosu kararını yok hükmünde sayan” bir inkârcı bildiriyi oybirliğiyle onayladı.
600 üyeli Meclis’te alınan bu inkârcı karara sadece HDP karşı çıkarak "Bu topraklarda yaşanan soykırım ve tüm acılarla yüzleşilmesi çağrısı” yaptı.
Tayyip ve onun Yenikapı müttefiklerinin münkir tutumu ne olursa olsun, dünyanın ve Türkiye’nin insan haklarından, özgürlüklerden ve demokrasiden yana güçleri, korona belasının getirdiği zorunlu yasaklamalara rağmen, teknolojinin getirdiği sosyal medya olanaklarını sonuna dek kullanarak 105. yıldönümünde de 1915 Soykırımı’nı anacak, inkârcılığa karşı mücadele kararlılığını yineleyecek.
Bu, aynı zamanda, Tayyip’in korona belasının getirdiği olanaklardan da yararlanarak islamo-faşist diktasını güçlendirme manevralarına karşı direnişin de bir ifadesi olacak.
Diasporalar ve Türkiye çıkışlı sürgünler bu direniş birlikteliğini ilk kez Soykırım’ın 2005 yılındaki 90. yıldönümü etkinliklerinde ortaya koymuştu…
Belçika’da da Avrupa Ermeni Federasyonu, Belçika Demokrat Ermeniler Derneği, Brüksel Asuri Enstitüsü, Brüksel Kürt Enstitüsü ve İnfo-Türk ortak basın toplantısı ve bir dizi etkinlik düzenleyerek Belçika Devleti’ni soykırımı tanımaya, TC Devleti’nin yöneticilerini de soykırım inkârcılığına son vermeye çağırmıştı.
Diasporalardan ve sürgünden yükselen bu çağrı Türkiye’de de özellikle Hrant Dink’in 2007 yılında alçakça katledilmesinden sonra Türkiye metropollerinin meydan ve sokaklarında on binlerce demokratın "Hepimiz Ermeniyiz!" haykırışlarıyla kitlesel bir boyut kazanmıştı.
İzleyen yıllarda Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve 2009 yılı sonunda iki ülke arasındaki sınırın açılması için Zürih'te imzalanan Türk-Ermeni anlaşmaları umut vericiydi.
Türk-İslam ideolojisine sadık Tayyip Erdoğan'ın 2015’te barış masasını devirip Kürt halkının demokratik taleplerini tanıma yerine Kürdistan’da devlet terörünü yeniden azdırarak Türkiye’yi 790.000 kilometrekarelik bir hapishaneye dönüştürmesiyle Ermeni Soykırımı’nın tanınması ihtimali de tarihin çöplüğüne atıldı.
Erdoğan'ın MHP destekli islamo-faşist rejiminin saldırganlıkları ve komploları sadece Türkiye coğrafyasını değil, aynı zamanda Avrupa’daki diasporaları ve de Yunanistan, İran, Irak, Ermenistan ve Suriye gibi komşu ülkeleri de hedef alıyor.
Suriye dendiğinde Deir ez-Zor'un adını hatırlamamak mümkün mü? 1915-16 soykırımından hayatta kalabilen Ermeni sürgünlerin jandarma dipçiği altında gönderildiği temerküz kamplarının bulunduğu çöl bölgesi…
Deir ez-Zor'un merkezinde otuz yıl önce Ermeni soykırımı anısına bir anıt-müze inşa edilmişti, her yılın 24 Nisan’ında dünyanın dört bir yanından gelen Ermeniler tarafından ziyaret edilmekteydi.
Erdoğan yönetiminin fişeklediği Suriye iç savaşının başlamasından sonra bu tarihsel anıt-müze, 21 Eylül 2014'te Türkiye’nin el altından desteklediği islamcı teröristler tarafından berhava edildi.
İkinci darbe: Afrin… 1915-16 Ermeni sürgünlerinin çöllerdeki toplama kamplarına varmak için geçtikleri Suriye vilayeti… İki yıl önce, 2018'de, Afrin de Türk Ordusu ve onun emrindeki islamcı teröristler tarafından işgal edilerek vilayetin Kürt halkı, yüz yıl önce Ermenilere yapıldığı gibi, evlerinden yurtlarından edilerek sürgüne zorlandı.