Cemlerde, sohbetlerde “Yol kadındır, kadın mürşidi kamilullahtır” sözünü çokça duyarız. Yine “Alevilerde kadın erkek eşittir” sözü neredeyse her ortamda övünülerek dile getirilir. “Bizde kadın erkek yoktur herkes candır” sözlerini de çokça duyarız. Çoğunlukla da bu sözleri erkeklerin ağzından duyarız.
Pratik gerçekten öyle midir? Öyleyse Alevi kadınlar neden Alevi örgütlenmeleri içinde belirgin bir noktada değiller? Neden söz ve yetki kademelerinde yer alamıyorlar? Neden renkleri, karakterleri sahaya yansımıyor? Gerçeğe biraz daha yakından bakmak için bu kez mikrofonu Alevi kadınlara bıraktık.
Yazı dizimizin bu bölümünde sorularımızı Siyasetçi-Gazeteci Çilem Küçükkeleş‘e yönelttik.
“ERKEKLERLE BİRLİKTE YOK EDİLMEYE ÇALIŞILDIĞIMIZ BİR TARİHİMİZ VAR”
PİRHA: Tarihsel ve toplumsal olarak Alevilikte kadının yeri nedir ve nasıl bir seyir izledi?
ÇİLEM KÜÇÜKKELEŞ: Önce PİRHA’ya teşekkür ederek başlayalım çünkü bir ilki yapıyor arkadaşlarımız. Uzun süredir ilgi duyulmayan, ‘bu toplumun kadınları ne söylüyor, ne düşünüyor?’ diye merak edilmeyen bir ortamda değerli bir çalışma yürüttünüz. Ben de zevkle takip ettim bu süreci. Hassasiyetiniz de hep dikkatimizi çekiyor. Olduğunuz yerde mutlaka bir kadına mikrofon tutmanız da kıymetli. Bu konuda PİRHA’nın çok önemli bir katkısı olduğunu düşünüyorum Alevi kadın mücadelesine ya da Alevi kadının fikrinin, vicdanının yansımasına.
Tarihsel deyince aslında tarihte çok da besleneceğimiz, okuyacağımız bunun üzerine yapılmış bir çalışma yok. Ama ‘Nereden besleniyoruz?’ dersek yani özgün bir kadın çalışması yok. Ama bu inancın deyişlerinden, gülbenglerinden görüyoruz ki aslında Alevi kadınları bu inancın güneşi ve ayı. Nasıl Hakk Muhammed Ali’nin de tasvirlemesi güneş ve aysa Alevi kadının da tasvirlemesi güneş ve ay. Yazılan türkülerde kadınları tasvir ederken ya aya benzetirler ya güneşe. Bu da dehşet bir görsel güzelliktir aynı zamanda. Ama yetmez görsellik aya güneşe benzetmek de. Ay, aynı zamanda aydınlatandır. Gecenin en zifirinde doğan bir ay, karanlığın en son noktasında doğmaya çalışan bir güneş, aynı zamanda toplumların aydınlığı da demektir. Bu anlamda kıymetli benzetmeler üzerinden ve yaşamımızın içerisine yansıyan deyimlerden gidiyoruz. Yani Ana Fatma bereket olarak yansıyor, Zeynep Ana cesaret olarak yansıyor. Tarihte okuduğumuz Zarife, Bese aslında eşit durabilmenin yollarının geçmişte toplumumuzda ne kadar yaygın olduğunu, bir nevi eşiktekinden beşiktekine diye tasvir ettiği şeyin aslında eşitlenebildiğini ve bunu yapmak için de toplumun uzun dönemdir çok bedel ödediğini anlatıyor. Yani aslında sadece; ‘bir cemevimiz olsun’ diye ödedik, ‘Alevi’ dedik diye ödedik, ‘saz çaldık’ diye bedel ödedik değil aslında. Biz bir bütün yaşamı kurduk ve bu yaşamın bedelini ödedik. Bunlar da birer parçalarıydı. En önemli parçalarından biri eşit oturabilmekti. Bunun uzun yıllar bedelini ödedik. Özelde Kürt Alevilerinde diyeyim doğduğunuz andan itibaren Alevisinizdir. Bunun için bir törene, ritüele ihtiyaç yoktur. Bir çocuk dünyaya geldiğinde daha gözünü açmadan annesinin memesini arar. İlk yaşam pınarına, ilk annenin memesine geldiği an süte gelme aynı zamanda yola gelmedir de. Doğal olarak bir kadının koynunda başlar bu yola. Bir ritüelle, bir ziyarete götürerek değil, tabi ki dönemsel kutsamalar vardır ama doğduğunuz andan itibaren bu yola girmişsinizdir, bu yolun parçasısınızdır. Her parçası kadar kıymetlisinizdir. Ama tabi ki herkesin de durduğu yaş, alan, cins itibariyle de özelliklerinin olduğu bir yoldan bahsediyoruz. Okuduğumuz, anlatabileceğimiz çok büyük bir tarih yok kadınlar adına. Ama hissettiğimiz şey şu: Ne yapılmışsa aslında birlikte yapılmış. Bu tarihin en önemli parçalarından biri belki de bizi diğer toplumlardan farklılaştıran parçalarından biri bizim erkeklerimiz hiç bizim için savaşmamış ve ölmemişlerdir. Yani toplumlarda genelde öyledir ve ne yaşanmışsa, nasıl bir mücadele varsa kadınlar da dahil olmuşlar. Bunu çok net gözlemliyoruz ve böyle bir vicdani borcumuz da yok erkeklerimize. Yani ‘bizim için dövüştünüz, öldünüz’ diyebileceğimiz değil tam tersi birlikte öldüğümüz, yakıldığımız, sürgüne gönderildiğimiz, yok edilmeye çalışıldığımız ortak bir tarihimiz var. Bugün belki de en çok bu tarih üzerinden bir mücadele anlayışımız var diyebilirim.
“ERKEKLERLE ASLA EŞİT DEĞİLİZ”
Peki ne oldu da Alevi kadınlar sahneden çekildi. Çünkü Aleviler şöyle der ‘bizde kadın erkek eşittir.’ Gerçekten eşit midir?
ÇİLEM KÜÇÜKKELEŞ: Asla eşit değiliz. Böyle bir kabul olduğu için de çok zorlandığımızı ifade edebilirim. Yani eşit gibi görmek, ‘miş’ gibi yapmak aslında Aleviliğin içinde olmayan şeydir. Yani hakikatte ‘miş’ yoktur. Hakikat tektir, gerçektir ve bugün büyük oranda gerçeğin inkarıyla karşı karşıyayız. En gerçeğin peşine düşen toplumlar kendi gerçekliklerini inkar eder hale geldiler. Biz de bu dünyada yaşıyoruz. Çevremizde oluşan hiçbir ideolojiden, hayattan, hiçbir farklılıktan bağımsız değiliz. Evimize kapanmış bir odanın içinde değiliz, koskoca dergah dediğimiz dünyanın içerisinde yaşanan bir sürü şeyin içerisindeyiz. Doğal olarak da kendi içimizde değişimlerimiz dönüşümlerimiz oldu. Bizi de etkileyen, kontrol altına almaya çalışan bu kadar yaygın bir kapitalizm varken herhalde biz sosyalizmi yaşamıyoruz bu dünyada. İçinde yaşıyoruz ve kendimizi koruduğumuz meseleler dışında eşit derecede etkileniyoruz. Bunu söyleyenlerin görmezden geldiği bir nokta daha var; bir Alevi köyünden ibaret değiliz biz, Türkiye’de yaşıyoruz. Kapımızdan çıktığımız andan itibaren bu düzen, toplum nasılsa eşit şeylerde yaşıyoruz. Aynı derecede çalışırken eziliyoruz, kadın olduğumuz için ötekileştiriliyoruz ve üstüne bir de inanç kimliğimiz gelince hem müthiş bir yalnızlık hem de ötekileştirme yaşıyoruz. Doğal olarak da dünya bizim mekanlarımızdan ibaret değil. Koca bir mekanda yaşıyoruz. Bir özgürlük varsa aslında o toplumun özgürleşmesiyle olacak bir şey yani Türkiye özgür mü? Türkiye’de kadınlar eşit mi ki Alevilerde de kadınlar eşit olabilsin. Bu direnç özelinde öyle bir noktaya geliyor ki aslında bir kadın mücadelesinin gelişmesini baştan reddeden, asla kabul etmeyen, bu kadar demokratik ve kendi içinde hakikatçi olanın var olan hakikati baştan reddetmesi pozisyonuna düşüyor ki bizim açımızdan şöyle bir mücadele alanı gelişiyor; Önce kabul ettireceğiz. Daha kabul etmiyor bu toplum bunu. Önce kabul ettireceğiz sonra kabul ettirdiğimiz yer üzerinden yürüyebileceğiz. Bu da kadın mücadelesini çok geriden başlatan bir şeye dönüşüyor. Yani Türkiye’de en sıradan birine mikrofon uzatsanız ‘bu ülkede kadınlar haksızlığa, emek hırsızlığına uğruyor’, ‘kadın olduğu için haksızlığa uğruyor’ der. Ama daha bunu diyemeyen bir Alevi toplumuyla karşı karşıyayız. Bu da hem yanıltıcı yani bu mücadeleyi ‘zaten özgürüz’ deyip geliştirmeyici bir pozisyona düşürüyor hem de aslında yanlış bir özgüvenle Alevi kadınını daha da hırpalayan bir pozisyona dönüşüyor. Ben katledilen Alevi kadınlarında bunun büyük bir payı olduğunu düşünüyorum. Özgürce bakıp aslında kendi özgüvenini, öz savunmasını bu toplum içinde yaşarken direncini de müthiş kıran aslında daha güçsüz hale getiren yani bu kadar güçlü Alevi kadınının daha güçsüz, saldırıya açık hale getirdiğini de düşünenlerdenim.
“BAŞKANLIK ALEVİLİĞE ÇOK TERS BİR TERİM”
Alevi kurumlarında, örgütlerinde kadın neden yer almalı?
ÇİLEM KÜÇÜKKELEŞ: Bir defa en karşı olduğumuz şey yıkmak için olmalı. Biz iktidar meselesine karşı toplumlarız. Yani devletleşmemiş, iktidar olmamış ama kendi içinde de birlikte yaşamayı tasvir eden toplumlarız. Doğal olarak da bugün bizim kurumlarımızda iktidarlar, koltuklar, başkanlar oluştu. Başkanlık terimi bir defa Aleviliğe çok ters bir terim. Bizde hiç baş yok. Biz eşit oturup, eşit konuşmaya, halka olmaya çalışan toplumlarız. Doğal olarak da bu kurumlaşmamız da bizim hukukumuzla kurulmadığı için kendi içinde baştan kadına yer açmayan bir pozisyonda. Doğal olarak da bugünkü pozisyonda Alevi kurumlarının tüzüğe havale ettiği, tüzükte olmadığı için yapmadığı bütün her şey aslında Aleviliği de asimile eden bir pozisyona dönüşüyor. Doğal olarak da Alevi kurumlarında kadın olması aslında tek başına bir çözüm değil ama en reddettiği yerden itiraz ediyoruz ki ‘buralarda kadın da olmalı’ bunu söylerken ‘iktidar kadın olsun’ demiyoruz. Bu büyük bir yanılgı, çelişki olur. Birlikte olalım, birlikte yürüyelim, varsa yönetilecek bir durum birlikte helalleşelim, rızalaşalım. Doğal olarak da Alevi kurumlarında kadın bu çizgiyi çekmek için olmak ister. Yani buraya dönüştürmek için ister. Yoksa biz de başkan olalım, yönetelim, tek adamlığa tek kadın olarak oynayalım değil kast ettiğimiz şey. Kadınlar oldukça ben bu kurumların çok daha demokratikleşeceğini, insanlığın binlerce yıldır getirmiş olduğu kültürün adı vicdandır bence, çok daha vicdani hale geleceğini düşünenlerdeniz. O yüzden Alevi kurumlarında kadın olmadığı sürece asla bir demokratikleşme demeyelim Alevilik olmaz. Yani demokratikleşme derken belki demokrasi dünkü çocuk kalır Aleviliğin yanında. Yani çok değerlidir bir sistem olarak, bizim de birçok mücadele hak alanlarımız denk düşer ama bizde çok daha eski kökleri olan şeyi yaşatmamış oluruz. Doğal olarak da Alevi olamayız aslında.
“YOLDA BİRLİKTEN BAHSEDECEKSEK ÖNCE KADINLARLA BİRLEŞİLMELİ”
Peki Alevi kadınların özgün bir örgütlenme modeli yaratarak mücadele etmesi gerektiğinin ihtiyaç olduğuna inanıyor musunuz? Nasıl bir model öneriniz olabilir?
ÇİLEM KÜÇÜKKELEŞ: Dünyada aslında birçok örgütlülüğün şöyle bir handikapı olduğunu düşünüyorum; kadını kadına havale eden, sadece oranın çözmesi gereken aslında yalnızlaştıran, yalnızlaştırırken Alevi kurumlarında bölücü bir hareketmiş gibi bir tutuma dönüştürülen bir hal var. Yani bir kadın mücadelesinden bahsediyorsanız aslında bölüyorsunuz gibi, bir kadın mücadelesinden bahsediyorsanız feminist bir tarzmış gibi algılanan, aslında onu da baştan mahkum etmeye çalışan bir hal var. Hem yalnızlaştırma hem de yöntem, tarz, ideolojik açıdan da tekleştirmeye çalışan bir hal var. Doğal olarak şuradan bakamayız; Alevilerin ayrıca mutlaka bir özgün kadın örgütlenmesi olmalı. Ama bu örgütlenmenin olabilmesi için belki kadınlardan çok erkeklerin mücadele etmesi, alan açması, anlaması, algılaması gerekiyor. Şöyle bir şey değil; biz feminist değiliz, içimizde tabi ki feminizm ideolojisine inanan kadın arkadaşlarımız var. Başka şeylere inanan kadın arkadaşlarımız var ama Alevi kadın mücadelesinin doğru anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Yani bütün diğer kadın ideolojileri musahibimizdir. Ama bizim kendi tarz, yol ve yöntemimizin de kaynağı Aleviliktir. Doğal olarak da aslında burada yaptığımız her şey aynı zamanda inanca hizmete dönüşür. Her kadının kendini ifade edebilmesi aynı zamanda Aleviliği ifade edebilmesi, Alevilikle ilgili mücadele verebilmesi, güçlenmesi anlamına gelir. Buna da en çok ihtiyacı olan bence erkekler. ‘Bitmesin bu inanç, yaşatalım mutlaka’ diyorlarsa eğer tarlası burası. Buraya ürün ekilirse gerçekten bir şey çıkar. Şunu gözardı etmemek gerekiyor; bu inanç en çok kadınından müdahale gördü. Üzerine en çok konuşulanı kadınıydı, ahlaksız ilan edildi, kirli ilan edildi. Bir toplum onun üzerinden ötekileştirildi. O zaman en darbe yediği yerden ayağa kalkabilir. Darbe buradansa buradan ayağa kalkabilir. O yüzden de bunun için herkesin çok özel çaba göstermesi gerekiyor. Yani Alevi kadın mücadelesi öyle sadece Alevi kadınların üzerine atılacak ‘ne haliniz varsa görün’ diyecek ya da ‘tutun koparabiliyorsanız’ diyebileceği bir şeye asla dönüşmemeli. Yani bu ayrılıkçı değil tam tersi yolda birliğin en özcesidir bence. Yolda birlikten bahsedeceksek eğer önce kadınlarla birleşilecek. Yoksa yolda birlik iki, üç, beş, on kurumun bir araya gelip protokol imzalaması değil. Yolda birlik toplumun kendisiyle bir olmadır. Bir olmanın önündeki en büyük engel kadınla bir olmamadır zaten. Doğal olarak da buradan kurulup yürütülmeli ve Alevi kadınının güçlenmesi, ifade edebilmesi, vicdanıyla katılabilmesi demek aslında Aleviliğin de bu coğrafyada yaşayabilmesi anlamına gelir.
“ERKEKLER ÇOK SEVDİ MEZAR BEKÇİLİĞİNİ”
Tarihten bahsettik başında mesela Bese, Zarife bizim için çok örnek kişilerdir. Ama üzerine ekleyebildiğimiz var mı yeni dönemde yok, aynı koşullar yok yani. Alevilik bir toprak gibi sürekli eşeliyoruz, deyiş çıkarıyoruz içinden, geçmişte ne yaşamışsak çıkarıyoruz. Bu son nesil biz çok eşeledik toprağı. Bir şey bırakmadık neredeyse her şeyi tükettik. Öyle bir noktaya geldi ki ben adını biraz mezar bekçiliği olarak adlandırıyorum. Biz sadece mezarlara bekçilik yaptık. Peki ‘biz ne bırakıyoruz bu toprağa? Ardıllarımız neyi eşeleyecek, neyin üzerinden yürüyecek?’ kısmında son 20-30 yıldır büyük bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Ben Mahsuni Şerif öldüğünde çok üzülmüştüm. Yani ürettiği şey aslında sondu. Son üretenlerdendi. Mutlaka bir yerlerde tek tek hala üretenler var ama derli toplu Aleviliğin manası kaybolmadan hala söyleyebilen ozanlardan biriydi. Çok isterdim bin yıl yaşasın hep söylemeye devam etsin. Bizim de son dönemlerde bırakabildiğimiz bir şey yok yani. Pir Sultan Abdal var olan şiirlerinin hepsini kendisi yazmadı biz biliyoruz. Ama yazan da o manayı hiç bozmadı. Sanırsınız tek kalemden çıkmıştır ama binlerce kalemden çıktı o deyişler. Fakat mana hiç bozulmadı. Biz şimdi o manayı bozmayan, bu toprağa ektiğimiz bir şey var mı yok belki. Erkekler çok sevdi bu mezar bekçiliğini. Kadınlar olarak da en çok tartışacağımız şey bu. Biz mezar bekçiliği mi yapacağız yoksa bizim mezarımıza da sahip çıkacak ardıllar mı bırakacağız? Önümüzdeki en büyük soru işaretlerinden birinin bu olduğunu düşünüyorum.
“HAK DİVANIYLA YÜRÜYEBİLİR Mİ BİZİM KURUMLARIMIZ?”
Alevi kadın meclisleri tartışmaları var, kurumlarda eş başkanlık tartışmaları var. Bu konularda ne söyleyebilirsiniz?
ÇİLEM KÜÇÜKKELEŞ: Ben eş başkanlığı kıymetli buluyorum. Şu son dönemde yaşadığımız şeytanlaştırılmaya, terörize edilmeye çalışılan haline çok sahip çıkmak gerekiyor. Ama ‘biz böyle bir sistem istiyor muyuz?’ sorusunu tartışmaya ihtiyacımız var. Meclis daha demokratik bir alandır her alanın meclisi olmalı bence. Ama eş bakanlık meselesinden ziyade benim kişisel olarak fikrim şudur: ‘Hak divanıyla yürüyebilir mi bizim kurumlarımız’. Aslında iki kişinin de değil daha çok sayıda kişinin birlikte söyleştiği, kararlaştığı, bunu da toplumla mutlaka paylaştığı helalleştiği, razılaştığı bir noktaya gidebilir mi? Türkiye Alevi hareketi çevresindeki diğer ideolojik hareketlerden çok etkilendi. Oysaki temennimiz şuydu ki tam tersi o ideolojik hareketleri de güçlendiren, yeni bir kanal açan, yeni bir sözle buluşturan bir pozisyona gelsindi. Türkiye sol hareketleri açısından da şöyle bir pozisyon vardı: Dünyanın en uzak köşesindeki iyi, güzel bir şeyin lafını ettiler ama bu coğrafyanın, bu toprakların doğurduğu Alevilikten yeterince beslenemediler, yeterince dikkatleri orada olmadı. Yani kendinden olanı görmeyip daha batıya bakan bir pozisyona dönüştüler. Doğal olarak da geçen sürenin iyi değerlendirmesini yapıp aslında öyle bir şey gelişmeli ki Alevi hareketinde tüm diğer yapılara, partilere, ideolojilere de örnek olacak bir pozisyonda olmalı. Bu toplum böyle ileriydi çünkü. 150 yıl önce felsefe yapıyordu cemlerinde. Doğal olarak da taklitten ziyade kendi formülünü üreten bir yere mutlaka oturmalı diye düşünüyorum. Ama kadın mücadelesinin kazandığı her alana da çok sahip çıkmak gerekiyor. Bunu feministler açısından da sosyalist hareketler açısından da Kürt kadın hareketi açısından da kazandığı, başardığı her şey aslında kadının başarısıdır zaten. Bugün bir belediye başkanı sadece başkan değil eş başkanı ve bir kadın varsa bundan ben de kadın olarak müthiş derecede hem mutluluk duyarım hem de o alanda kendi yaşamıma uygun bir sürü şey bulurum. Erkekten çıkmıştır çünkü artık orası kadının da var olduğu bir yerdir. Ama dediğim gibi kendi modelini bulma, kurma noktasında bir şey gelişmeli ki Türkiye’de gelişen Alevi kadın hareketi olmadı. Bu çok acı bir şey. Bir defa bir araya gelip söyleşmekte bile çok kez eksik kaldı. Çok az çalıştay, toplantı kısmında oldu ama bunu bir örgütlülüğe çevirmedi. Ben özgün örgütlülüğe çok inanıyorum; bizim farklılıklarımız var erkeklerden. Yani fiziksel, beyinsel, vicdansal bir sürü alanda farklılıklarımız var. Birbirimizle konuşacağımız, birbirimizi güçlendireceğimiz alanlara çok ihtiyacımız var. Ama bu kopup gidip ayrılıkçı bir hareket meselesi de değil. Tam da buradan güçlenip de kendi yapısını güçlendiren bir pozisyona dönüşmeli. O yüzden de dediğim gibi özgün yapılara, meclislere çok ihtiyaç var ama bunu henüz söyleşmesini bile başaramamış haldeyiz. Avrupa’da bir Alevi kadın hareketi var. Çok kıymetli ama ona da yaklaşımda şunu çok hissediyor insan; ayrılıkçı bir hareket, ‘hadi kadınlar başarabiliyorsanız bakın başınızın çaresine’ diyen, çok büyük ekonomiler içerisinde çok küçük bütçelerle iş yapmaya çalışan, yeterince de alan açılmayan bir pozisyonda olduğunu ama Türkiye’yi de etkileyecek ciddi bir mücadelenin orada geliştiğini görüyorum ben. İletişimde olmak Türkiye ile de bağını kurmak, Türkiye’nin de Avrupa’yla bağını kurmak, bunu bir Alevi kadın meclisine dönüştürmek hepimizin hayalidir, ihtiyacıdır. Bir araya geldikçe güçlenebiliriz, yoksa erkekler hepimizi tek tek avlamaya devam ediyorlar.
(Pirhaber)