Dünden beri basına düşen ‘’El Bağdadi’nin’’ öldürüldüğü haberi, bugün ABD Başkanı Trump tarafından doğrulandı.
ABD’nin Kürtlerle birlikte düzenlediği bu operasyon her ne kadar Dünya çapında ‘’DAİŞ’in sonuna doğru’’ yorumlarıyla verildiyse de, sanırım önemli bir nokta ya bilinçli, yada bilinçsizce gözden kaçırıldı, kaçırılıyor.
İdlib, Rakka yenilgisinden sonra, yenilgiye uğrayan DAİŞ’in Türk devletinin gözetimi altında çekildiği bir barınma kampı. Bundan ötürü de Türk devleti bir önceki Soçi anlaşmasında İdlib’in güvenlik sorununu ve buradaki terör guruplarını silahtan arındıracağı görevini üstlenmişti.
Türk devletinin neden bu kadar İdlib’teki sorumluluğu üstlenmek istediği şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Ebu Bekir El Bağdadi İdlib’in Türkiye sınırına yakın Barisha köyünde yaşıyor. Bu güzergah aynı zamanda DAİŞ’in Türkiye’ye giriş çıkış için kullandığı güvenli hat. Bağdadi’nin burada yaşadığından Türk devletinin habersiz olduğunu söylemek saflık değilse, ahmaklıktır.
Newsweek’e konuşan bir Pentagon yetkilisinin ‚’operasyondan önce Türkiye’ye haber verilmedik’’ açıklaması, Türk devletinin DAİŞ ve Bağdadi ilişkisinin teyidi gibi.
ABD, Türk devletine operasyonun hedefi hakkın da bilgi vermiyor. Niçin? Çünkü Türk devletinin, DAİŞ’le Olan ilişkisinden haberdar ve bundan ötürü güvenmiyor.
Erdoğan’ın bütün Dünya’yı, özellikle AB ülkelerini terörle tehdit etmesi boşuna deldir. Bu tehdidin maddi temelleri varmış, vardır.
Erdoğan devleti DAİŞ denen insanlık belasının doğurganı, koruyucusu. Erdoğan devletinin DAİŞ ile ilişkisini kesmediği bütün dünyaca bilinen bir gerçek.
Erdoğan öncülüğündeki Türk devleti DAİŞ’i hem Kürt katliamları, hem de AB ülkelerini tehdit altında tutma silahı olarak elinin altında bulundurduğu ve bulundurmaya devam ettiği de bilinen bir gerçek.
Bağdadi’nin ölümü bu silahın etkisizleştiği anlamına gelmez. Gizli istihbarat teşkilatlarına sahip bütün Dünya Devletleri tarafından bilinen ama kimsenin(çıkarları gereği) bir türlü cesaret edip sesli dile getiremediği gerçek, Bağdadi’nin yaratıcısının Erdoğan olduğudur. Usta yaşadığı sürece çırağın görevden azil edilmesi, planlanan işin sekteye uğrayacağı anlamına gelmez.
Erdoğan öncülüğündeki Türk devletinin DAİŞ ilişkisi, Türkiye’nin hemen hemen her köşesinde DAİŞ’e ayrılan eğitim kampları(İstanbul da dahil) ile başladı, Suriye’de terör savaşını başlatmakla için sunulan silah(Can Dündar’ın terörist ilan edildiği TIR’lar dolusu silahlar) ve lojistik destekle devam edip, Musul Türk konsolosunun DAİŞ tarafından ‘rehin’ tutulmasıyla, Türk devletinin DAİŞ ile olan ilişkileri diplomatik(Türk Devleti-DAİŞ açısında) bir seviye çıkarak devam etti.
Erdoğan’ın Rojava Kürtlerine karşı açtığı savaşın iki amacı vardı: Bir örgütsel yapısı ve alan hakimiyeti dağılan DAİŞ’i tekrar rekostrukture etmekti. İki Kürtlerin kazanımlarını darbelemek.
DAİŞ’i yeniden rekonstruklture etme hesabı, Rusya-Suriye ilişkileri gereği şu anda sekteye uğradı. Bundan ötürü de önümüzdeki süreçte Türkiye Suriye ve Irak’tan daha çok DAİŞ’e ev sahipliği yapacak. Tabi bu Erdoğan ve devletini rahatsız eden bir durum değil. O, bu teröristleri sadece Kürtlere karşı kullanmak için elde tutmuyor, aynı zamanda kendi diktatörlüğüne karşı çıkacak bütün topluma karşı kullanacak.
Fakat planın diğer bölümü, Kürtler ilişkin olan hesaplarında(kalıcı olmasa da) bazı kazanımlar elde ettiğini de görmek gerekiyor.
Ortadoğu ve Kürtlerin geleceğine ilişkin olası sonuçları söylemek, biraz Rusya-Türkiye, Türkiye- NATO ilişkilerinin nasıl gelişeceği ile alakalı.
Türkiye’nin gerek NATO içinde kalması, gerekse Rusya ekseninde yer alması Kürtler açısında sonucu farklı olmayan gelişmelere yol açacaktır.
Türkiye NATO ilişkilerini olduğu gibi muhafaza etmek isterse bunun anlamı Rusya ile olan ilişkilerini bugün ki formatta sürdüremeyeceği. Tersi NATO ile olan ilişkileri için geçerli.
Türk devleti hangi tarafa yaslanırsa yaslansın, ilişkisini kestiği taraf Kürtleri daha çok destekleyip ön plana çıkaracaktır. Çünkü Kürtlerin Türk devletinin yumuşak karnı olduğunu bilmeyen yok.
Zira Ortadoğu üzerinden yürütülen 3. Dünya savaşının çıkar hesapları oldukça ağır. Hiç bir taraf çıkarını, parteri de olsa, oyun bozancılık edeninin çıkarına feda etmez.
Egemenlerin Ortadoğu savaş satrancı politikası sonucu, bölgesel işbirlikçiler nasıl yer ve efendi değiştirirlerse değiştirsinler, mevcut koşullar gereği Kürtlerin kazanımıyla sonuçlanması gerekir.
Neden?
Egemenler ve işbirlikçileri arasındaki denge sorunları, ilişki değişimi, yeni cephelerin oluşması... hepsi ama hepsi, Kürtler için özgürlük mücadelesinde kullanılacak olumlu avantajlar.
Kürtler için bu muazzam avantajlı dönemin tek dez avantajı, Kürtlerin parçalı duruşudur.
Kürtler, tarihin sunduğu bu avantajdan iyi yararlanabilmeyi ve kullanabilmeyi becerirlerse, özgürlüğüne kavuşabilirler. Ama bunun olmazsa olmaz şartı ise, kürt ulusal birliğidir.
Egemenler ve işbirlikçi bölgesel güçler kendi geleceğini tehdit edecek her türlü engele karşı nasıl ki her türlü yol ve yöntemi kullanmaktan geri durmuyorlarsa, Kürtler de bu süreçte ulusal birliğin önüne çıkan her engele karşı her türlü yol ve yöntemi kullanmaktan geri durmamalı.
Bu tarihi imkanları kullanıp kullanmamak, Kürtler için var olmak yada olmamak gibi bir şey. Bu her Kürt ve Kürdistanlının kulağına küpe olmalı.
Ali ÇATAKÇIN yazdı
26.10.2019